20.yüzyılın iki büyük felaketin gölgesinde yazılan Kafka’nın Dava romanının yazılmasının üzerinden tam yüz yıl geçti. Kafka dünya edebiyatının belki de en çok tartışılan bir yazarıdır. O, Edebiyat ve felsefe disiplinin paylaşamadığı bir dehadır. Kafka hakkında o kadar çok eleştiri ve analizler yapılmıştır ki aklıma gelenler şunlar
mesela;Sartre,Batallie,Albert Camus,Elias Canetti,Andre Gide,Deleuze…
Kafka Dava’yı dünyanın en kaotik bir zamanda ve coğrafyasında yazdı. Birinci Dünya savaşı patlak verdikten yaklaşık 5-6 ay sonra taslağını hazırlamaya başladı. Savaş ortamının verdiği sıkıntılar nedeniyle 1915 yılının başlarında metni yarım bırakmak zorunda kaldı. Hatta taslağı diğer birkaç eserle birlikte sadık dostu Max Brod’a yakılması için vermişti. Brod ,Kafka’nın bu can sıkıcı talimatına uymadı ve 26 Nisan 1926 yılında Dava romanını bastı.Hemen ardında Şato romanı da Amerika’da basıldı.İtalya ve Almanya faşist rejimlerinin o ölümcül savaşının yayılma yıllarında Brod’un sayesinde dünya edebiyatı bir deha kazanmıştır.
Edebiyat, sanat ya da şiir genel olarak normal insanların işi değil diye kilişe bir söz vardır ya,işte Kafka da tam bu tarife uyan bir kişi.Kurmacada sınır tanımayan,aklın sınırlarını zorlayan,her yazdığında edebiyata yeni bir sis bombası atan bir Kafka’dan söz ediyorum.Biz de o sisli havada ‘’bir Kafka hakikatı’’ bulmaya çalışıyoruz.Mallarme edebiyat için boşuna ‘’delice bir yazma oyunu’’ dememiştir. Kafka’nın günlükleri bana göre romanları kadar önemlidir. Zira günlükleri, o’nun bir bakıma edebiyatını anlama kılavuzudur denilebilir. Walter Benjamin, Kafka’nın ölümünü 10.yılında yazdığı bir denemede dostu Brod’la yaptığı bir söyleyişi aktarır; ‘’Kafka’yla yaptığım bir konuşmayı hatırlıyorum. Çıkış noktamız bugünkü Avrupa ve insanlığın çöküşüydü. Bizler; demişti Kafka, Tanrı’nın zihnine üşüşen nihilist düşünceler, intihar fikirleriyiz. Bu bana önce gnostik dünya görüşünü hatırlattı. Kötü bir demiurgos olarak Tanrı, dünya ise onun düşüşü. Hayır dedi Kafka, bizim dünyamız Tanrı’nın kötü bir ruh haline, kötü bir gününe yaslanmış. Öyleyse bu bildiğimiz dünya dışında umut olabilir mi? diye sordum. Gülümsedi:,
Elbette yeterince var, hatta sonsuz umut var ama bizim için yok’’ ‘’Josef K. iftiraya uğramış olmalıydı. Çünkü kötü bir şey yapmadığı halde bir sabah tutuklandı. Bu cümlelerle başlar dava. Josef K. Bir sabah kahvaltısını yapmak üzere odasında beklerken aniden içeri dalan tuhaf giyimli iki resmi görevli, tarafından kendisine tutuklandığını söylenir. Josef K. o sabah güne başlarken o günü de normal bir gün gibi olacağını umuyordu, ama bir süre sonra anladı ki durum başka. Yaşamı artık Josef K’dan alınıyordu.İdama kadar olan süreçte kahramanımız Josef K. yargılama sürecinde hiç bir zaman neyle yargılandığı bilemeyecekti.Romanın girişinde verdiğimiz alıntı bugün bile
yaşadığımız bir gerçek.Josef K.’nın yerine kendi adınızı yazarsanız eğer,ne demek istediğim daha kolay anlaşılır. Kafka’nın bütün eserlerindeki kurgu ve ilginç metinlerinin içeriğinin günümüz gerçekliğinin bir iz düşümü olması O’nu evrensel bir deha yapmasını sağlar.
Macaristan Hükümeti’nin Kültür Bakanı olan Georg Lukacs’ın 1956 yılında ülkesine müdahale eden Sovyetler Birliği yetkileri tarafından apar topar tutuklandığında, yanındakilere Almanca Kafka gerçekten realistmiş dediğinin
cevabını evet olarak verdiğini hatırlatalım. Bu bağlamda, Kafka’nın yüzyıl önceden günümüz totaliter rejimlerinin hukuku işletme biçimlerini, sistem-birey ve toplum ilişkilerini, bireyin yabancılaşmasını, kişilik, yalnızlık ve varoluş
kaygıları içinde çırpınışını, gerçekçi analiz ve isabetli öngörülerle romanlarına konu etmesinin ve bütün bunları tuhaf ve karmaşık alegorilerle gerçekleştirme biçimini neden bu kadar iyi ile karşılandığını anlayabiliriz.(İlhan A.Birikim Dergisi.2020)
Kafka’nın Dava romanı ‘’edebiyatta hukuk’’ disiplinini çok kapsamlı olarak aktaran bir metindir. Kafka zaten bir çok eserinde hukuk kavramına başvurur. Kafka’nın hukukla yoğun bir şekilde hukukla angaje olması elbette içinde yaşadığı o kaotik çağdaki haksızlıklarla ilgiliydi. Kafka romanı aynı zamanda aydınlanmanın insan türünün başına getirdiği barbarlığın da bir anlamda sorgulanmasıdır. Bu konuda Horkheimer ve Adorno’nun birlikte yazdıkları Aydınlanmanın Diyalektiği’nde bir alıntı yapacağım: ‘’Nasıl oluyor da insanlık gerçekten insani bir duruma girmek yerine yeni bir çeşit barbarlığın içine batıyor? Aydınlanma nasıl oluyor da kendi kendini yok ediyor? Eğer toplumdaki özgürlük, aydınlanma fikrinin ayrılmaz bir parçası ise, nasıl oluyor da özgürlükler daha da giriliyor? Daha da özgürleştirilmesi gereken akıl, daha totaliter bir düzen yaratıyor. Kitleleri manipüle ediyor ve kitleleri
gönüllüce kölelere çeviriyor. Aydınlanma, yaşamış medeniyet gerçekte bir barbarlığa dönüşüyor’’ (Aydınlanmanın Diyalektiği Kabalcı Y.) Horkheimer ve Adorno’nun Aydınlanmanın Diyalektiği dediği bu durum aynı zamanda aklın içine düştüğü trajedidir. Aklın bir araca indirgenmesi Aydınlanmanın en belirgin sonucudur.19.ve 20. yüzyıllar, aynı zamanda insanın aklıyla kendini imha etmeye çalıştığı zamanlardı. Yüzyıl önce basılan Dava romanını bu anlamda yeniden okumak ve içinde bulunduğumuz zamanı anlamada önemli olduğunu düşünüyorum.