• Destek
  • Üye Ol
  • Yazar Girişi
  • Abone Ol
0 553 423 00 17 kibelekulturs@gmail.com
Kibele Kültür Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
Kibele Kültür Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
No Result
View All Result
Home Öykü

Kadın ve Kadın / İclal Doğan

İclal Doğan by İclal Doğan
11 Ağustos 2025
in Öykü
0
0
SHARES
7
VIEWS
Share on FacebookShare on Twitter

Perihan, o sabah bir kahve kupasını daha sehpaya bırakıp koltuğa yığıldığında, zamanın kaç olduğunu bile bilmiyordu. Perdeler kapalıydı, ev loştu. Oysaki eski sabahları böyle miydi? Annesinin kahvaltı sofraları, kardeşlerinin şen kahkahası, babasının masanın baş köşesindeki kuruluşu. Otoriter ama sevecen ve şefkat dolu bakışları… Sonra, sonra onunla olan sabahları vardı. Sevgi dolu sabahlar. Ailesinin yerine koyduğu sabahlar. Şimdiyse hepsi birer toz bulutu olmuştu. Hiçbiri yoktu. Dışarısı belki güneşliydi, belki yağmurlu. Onun için fark etmiyordu artık. Bir hafta olmuştu ayrılalı. Belki on gün, belki de bir ömürdü kim bilir.  

Bulaşıklar tezgâhta yığılmış, çamaşır sepetinden taşan kıyafetler salona sızmıştı. Halının köşesi kıvrılmış, sehpanın üstünde yarısı içilmiş kahveler, ağzı açık bırakılmış çoğu boş olan yiyecek paketleri, kurabiye kırıntıları ve birkaç antidepresan kutusu karışık halde duruyordu. Telefonu sessize alalı epey olmuştu. Arayıp soran yoktu zaten. Arkadaşları da vazgeçmişti. Apartmandaki komşularla yıllardır “Merhaba” dan öteye geçmemişti. Ev, onunla birlikte susmuştu. Solmuş bir çiçek gibi içine kapanmıştı. Derken… 

Kapı çaldı. O an Perihan’ın kalbinde minik bir kıpırtı oldu. Korkuyla karışık bir heyecan. Kapı mı? Gerçekten mi? Ev bu haldeyken mi? O düşünürken kapı tekrardan çalındı. İki tok, kararlı vuruş.  

Takkk taaaakk… 

Kimseyi beklemiyordu. Siparişte vermemişti. Kargo da yoku. Ailesi gelmezdi. Komşular zaten.  Ya o geldiyse? Pişman olup gelmişti belki. Annesi mi yoksa? Gelir miydi? Yoksa affetmiş miydi? Ayağa kalkarken tereddüt etti. Ayna olsaydı, kendisini tanımazdı belki. Saçları darmadağın, gözlerinin altında mor belirgin halkalar. Üstünü başını çekiştirerek düzelttikten sonra saçlarını sıkıca at kuyruğu yaptı. Yavaşça kapıya yürüdü.  Dürbünden bakmadı. Cesareti yetmedi. Eli zincire gitti ama çözmedi. “Kim o?” diyemedi. Sadece kapının önünde durdu, kulağını yaklaştırıp dinledi. Birkaç tıkırtıdan başka ses yoktu. Bir an, içeri giren güneş hüzmesinde tozlar dans etti. Gözlerine bir başka yansıdı.  

Ve sonra… Tekrar bir tak taaak… 

Ama bu kez sanki daha yumuşak bir tınısı vardı. Perihan, nihayet zinciri çözdü. Kapı gıcırdayarak aralandı. Gördüğü şey, tüm sabahı, tüm ayları, tüm yalnızlığı altüst etti. Çünkü kapının önünde duran ona bakıyordu. Perihan’ın gözleri kocaman açıldı. Dudakları aralandı “Aaa sen!” dedi fısıltılı ama coşkulu bir sesle.  

Kapıdaki konuşmadı. Sadece başını hafif yana eğdi. O kadar tanıdık bir hareketti ki Perihan’ın içindeki boşluk birden soluklaşmaya başladı. Gözleri doldu. Boğazı düğümlendi. Bir anlık afallamadan sonra elini uzattı. Ama o oralı olmadı. İstemsizce bir adım geriledi. Kapıyı biraz daha açtı. “İçeriye gelmek ister misin?” diye sorarken sesi çatladı. Evin dağınıklığından dolayı mahcuptu. Olsun o gelmişti ya yeterdi. Gözleri bu beklenmedik misafirin üstünden kayarken neredeyse görünmeyen bir zarafet fark etti. Hareketlerinde bir kıvraklık, bir sessizlik vardı. “Çok uzun zaman oldu Kadın, seni görmeyeli” deyip hasret dolu gözlerle ona baktı. Kadın, adından aldığı güçle tombul bedenini sallayarak hızlı ama yavaş adımlarla salona geçti. Tereddütsüzdü. Gözleri hızla ama seçerek evin her köşesine kaydı. Perihan bir an, bu bakışlarda bir denetleme sezdi. Kadın, salondaki halının ortasında durdu. Duruşu o kadar doğal, o kadar yerli yerindeydi ki sanki hiç gitmemişti. Pencere kenarındaki, aslında hardal rengi olan ama şu an kir ve lekelerden kahverengi gibi duran kanepeye yöneldi. Üstünde battaniyeler, kıyafetler, boş fincan ve kupalar, buruşturulmuş peçeleteler duruyordu. Ama o hiçbirine aldırmadan, o karmaşanın içinde kendine yer açtı. Usulca, tam ortasına kıvrıldı. Adeta evin sahibiymiş gibi. Perihan hala şaşkındı. “Onca zaman neredeydin Allah aşkına!” diye bir sitemle çıkıştı. 

Kadın yine cevap vermedi. O da bir cevap beklemiyordu zaten. Onun gelişiyle kasvetli hava kalkıp bahar havası gelmişti yerine. Hızlıca mutfağa koştu. Hemen bir çay suyu koydu. Elleri telaşlı, ama içinde büyüyen bir sevinçle hareket ediyordu. Dolap kapaklarını çekmeceleri açıp açıp kapattı. Ellerinde bile başka bir heyecan vardı. En güzel kupasını çıkardı. Dolapta kalan son zeytinleri bulup suya tuttu. Peynir kalıbını çıkardı. Küflenen yerlerini bıçakla temizleyip onu da porselen kâseye yerleştirdi. Tezgâhtan yuvarlanan çeri domatesleri de yakalayıp dilimlediği salatalıklarla beraber tabağa koydu. Islık çalan çaydanlığın altını kapatıp çayını demledi. Buzdolabını tekrar kolaçan edip küçük bir paket açılmamış salam ve şişenin dibinde süt buldu. Bozulmadığına şükrettiği sütü ılıttıktan sonra küçük bir kâseye döktü.  Tost makinasında ısıttığı ekmekleri de aldı mı tamamdı. Sofra örtüsü sandıktan çıktı, üstelik ütüsüz olmasına rağmen serildi. Önemli olan kusursuzluk değil, onun gelmesiydi. 

Masanın bir köşesini Kadın’a ayırdı. Sandalyeyi hafifçe çevirdi, üstüne yumuşak bir şal serdi. Sanki o noktaya başka biri oturamazdı. Kadın, bütün bu telaş boyunca bir köşede sessizce oturdu. Gözleriyle Perihan’ı izliyordu. Derin, sanki her hareketinin ardındaki duyguyu anlayan bir bakışla.  Sofrayı tamamladığında Kadın’a döndü.  

“İyi ki geldin” dedi sesi titrerken. “Çok yalnızdım.” 

Kadın, sadece gözlerini kısıp başını hafif eğdi. Minicik bir kıpırtı, belki bir onay. Belki bir kucaklama gibiydi. Karşılıklı oturdular. Kadın, önce tabağını inceledi daha sonra kokladı. Beğenmişe benziyordu. İlk lokmasını alır almaz Perihan’da kahvaltısına başladı. Fincanını eline aldı ama yudumlamadan önce bir süre ona baktı. Sonra konuşmaya başladı. Boğazındaki düğümler çözülürken sesi çatallıydı, ama sonra rahatladı. Günler sonra kendi evinde, ilk kez sesine yer vardı. 

“Ne kadar zaman oldu seni görmeyeli? Tankut sana olan bağlılığımı da nasıl kıskanırdı hatırladın mı? Sen gittiğinde çok üzüldüm. Neden beni bırakıp gittin? Dışarıdayken birden çekip gittiğini söyledi. Öyle mi oldu sahiden? Beni bırakıp gitmez, dedim ama bunca zaman dönmediğine göre gitmişsin demek ki.” 

Kadın başını çevirdi. Gözleri mahcubiyeti perde gibi üzerine çekti.  

“Tankut da gitti. Bana karşı eskisi gibi hissetmiyormuş, öyle söyledi. Üç yılımı çöp etti anlayacağın.” 

Bir dilim ekmek aldı ama yemedi, masaya bıraktı. Kadın başını kaldırmadı. Ama Perihan’ın sözleri artık doğrudan ona dönüktü. Sanki karşısında eski bir dost değil de onun yerine duygularını taşıyan bir ayna vardı. 

“Biraz uzaklaşıp kendisini bulması lazımmış, sorun bende değil ondaymış, mış mışta muş muş anlayacağın. Çok klişe değil mi bu laflar? Kesin buldu birini beni sepetledi alçak! Ben onu ne çok sevmiştim oysa. Bir sabah çıktı gitti. Hem de bir mesajla. Hiç yokmuşum gibi hiçbir şeyi olmamışım gibi. Kendisini bulacakmış hah! Sen kendini bulduğunda, beni bıraktığın yerde bulabilecek misin bakalım!” 

Perihan gözlerini kapadı. Derin bir nefes aldı. Yavaşça gülümsedi. Hem kırık hem hafif bir gülümseme yayıldı önce yüzüne sonra gözlerine.  

“Tankut” dedi sesi fısıltılıydı gözleriyse donuk. “Ben sana her şeyimi verdim… Bütün arkadaşlarımı ve ailemi kurban vermiştim bu aşk için. Çık gel, demen yetmişti bana. Ailemi bırakıp kollarına koşmuştum. İşi bırakmam, arkadaşlarımın telefonlarına çıkmamamda hep senin için değil miydi? Şimdiyse tek başımayım sende yoksun. Babamın evine hala gidemiyorum. Annem hala konuşmuyor benimle. Eski arkadaşlarımsa arkamdan aptallığıma gülüyor. Bari annem konuşsaydı, gelseydi, arasaydı keşke. Keşke ben gidebilseydim…” 

“İyi ki buradasın” dedi Kadın’a başını eğerek “Ve sen hiçbir şey sormuyorsun. Hiçbir şey anlatmıyorsun. Ama anlıyorsun. Biliyor musun? Babam, her çocuk bir gün evine geri döner. Sağ, ölü, genç, yaşlı. Ne olursa olsun mutlaka döner, derdi. Sence bende dönebilecek miyim?” 

Kadın hafifçe başını kıpırdattı. Bir esneme mi? Bir onay mı? Bir cevap mı? Belli değildi. Sandalyeye yasladı başını. Gözleri Perihan’daydı. Kıpırdamadan onu dinliyordu. Gözleri sabitti ama dikkatle odaklanmıştı. 

İçinde susmayan bir sızı vardı. Annesinin sesi kulağında, ailesinin sıcaklığı yüreğinde eksikti. Hasret, boğazında yılardır düğümlenen bir kelimeydi. Ve Tankut kalbinin en savunmasız yerinde duruyordu. Ona olan öfkesi birbirine karışmıştı. Sevmek mi? Affetmek mi? Unutmak mı? Bilemiyordu. Söyleyecek çok şey vardı ama hiçbir kelime yetmiyordu. Oda sustu. Başını hafifçe eğdi. Gözleri ağlamak ve sağanaklara teslim olmakta arafta kalmıştı. Ama teslim olmadı. Sadece bir şarkı mırıldandı. Çünkü bazı acılar, bazı aşklar ve bazı ayrılıklar sadece şarkılarda kendine yer bulurdu.   

“Bir sevindim, güldüm, gülün bağında 

Bir çırpındım, durdum, kulun ağında” 

Kadın başını kaldırdı. Sanki tanıdık bir tınıydı bu, yıllar öncesinden hatırlanan bir ninni gibi. Perihan devam etti. 

“Ey aşk  

Derin bir suya dalar gibi 

Evin yolunu arar gibi 

Annem saçlarımı tarar gibi 

Daima sana sığınırım” 

Dizlerinin üzerine çöktü, Kadın’ın yanına geldi. Elini uzattı, Kadın başını usulca onun avucuna yasladı. Ne bir sözcük ne bir açıklama. Sadece o sıcaklık… İki kalbin arasında akan görünmez bir köprü. Kadın gözlerini yavaşça kırptı. Kuyruğu hafifçe omuzunun etrafında dolandı. Perihan alnını onun başına yasladı. O anda içinden bir cümle geçti. Kimsesizliğini ilk kez şefkatle sarıp sarmalayan bir cümle “Artık yalnız değilim!” 

Ve dışarıda gece büyürken evin içinde küçük ama sağlam bir şey yeşermeye başladı. Bir tür bağlılık, bir tür kurtuluş. Küçük bir kedi, kapının önünde belirdiğinde insan yüreğinde ince bir sıcaklık belirir. Onun ürkek ama meraklı bakışı, misafirlikten çok kadim bir dostluğun habercisidir. Bir tas su, bir parça mama yeter. Aralanan kapı bir sevgiye açılır. Sessizce yan yana otururken zaman durur. Kedi mırlar, insan gülümser. Ve o an anlarsın sevgi, bazen bir misafirin adımlarıyla gelir, kalbinde yerleşir.  

 

 

 

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
Previous Post

Sigarasının Ucundan Ettiği İntihar / Galip Uçar

Next Post

Candan Küre

İclal Doğan

İclal Doğan

"Dünyada bana, ne istiyorsun, diye sorsalar, hiç düşünmeden vereceğim cevap şudur: Anlaşılmak istiyorum.” demiş Sabahattin Ali. Fikirlerin ve hislerin çakıştığı bir ortamda büyüyünce insan anlaşılmak için konuşmayı değil çakışmamak için susmayı tercih ediyor. Ben de bu sebeple konuşmayı bıraktım ve sözlerin büyüsüne kendimi kaptırdım. Yazıkça yazdım. Hala da yazıyorum. Nazım Hikmet’in aşık olmaya aşık olması gibi ben de yazmaya aşık oldum. Ve ömrüm boyunca bu aşkla yaşayıp bu aşkla anılmayı umuyorum.

Next Post

Candan Küre

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

No Result
View All Result

Hakkımızda

Kibele Kültür Sanat Logo

Kibele Kültür Sanat

Merhaba sevgili okur.

Mitolojide Tanrıların anası olarak bilinen Tanrıça Kibele’nin anaç, üretken, hayatın devamını sağlayan özelliklerinin uğruna inandık. Ve onun adını kullanıp Kibele Sanat olarak edebiyatta biz de varız dedik. Edindiğimiz misyonla amacımız; bizden önceki kalem ustalarımızın bayrağını, gelecek kuşaklara ulaştırmak. Çünkü edebiyat dünya tarihini içinde barındıran devasa bir ansiklopedidir… Devamını Oku

Arşivler

  • Ağustos 2025
  • Temmuz 2025
  • Haziran 2025
  • Mayıs 2025
  • Nisan 2025
  • Mart 2025
  • Şubat 2025
  • Ocak 2025
  • Aralık 2024
  • Kasım 2024
  • Ekim 2024
  • Eylül 2024
  • Ağustos 2024
  • Temmuz 2024
  • Haziran 2024
  • Mayıs 2024
  • Nisan 2024
  • Mart 2024
  • Şubat 2024
  • Aralık 2023
  • Eylül 2023
  • Ağustos 2023
  • Temmuz 2023

Kibele Kültür Sanat Logo

Kategoriler

  • Anlatı
  • Araştırma
  • Deneme
  • Genel
  • Hakkımızda
  • İnceleme
  • Kitap İncelemeleri
  • Masal
  • Öykü
  • Roman
  • Şiir
  • Sinema
  • Sizden Gelenler
  • Söyleşi
  • Tiyatro
  • Yeni Çıkanlar

Son Yazılar

  • Suya Yazılan Hikaye / Serhan Pakdemir
  • Candan Küre
  • Kadın ve Kadın / İclal Doğan
  • Sigarasının Ucundan Ettiği İntihar / Galip Uçar
  • Bir Öpsen

Copyright 2023 - 2025 Haziran K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi All Right Reserved. Developer by Fedora Bilişim Teknolojileri İnternet Danışmanlık Hizmetleri Basım Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi. Bu sitede yayınlanan ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, hiçbir şekilde kullanılamaz, izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi'ne aittir.

KİBELE Abone
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol

Copyright 2023 - 2025 Haziran K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi All Right Reserved. Developer by Fedora Bilişim Teknolojileri İnternet Danışmanlık Hizmetleri Basım Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi. Bu sitede yayınlanan ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, hiçbir şekilde kullanılamaz, izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi'ne aittir.