Bulunmuş yitiklerimden
Yasemin’e…
“Kadınlar güzellikleriyle yaşamı olanaksız kılarlar.”
Virginia Woof
Okur, denememin başlığına bakıp yanlış bir sanıya kapılmaya: Kadın bir “sorun” değildir,
sayılamaz. Gelgelelim kadınlara ilişkin, çoğu erkeklerce yaratılmış, sorunlar bütünü ile
kadının kişi yaşamındaki davrancası, konumu üzerlerine olup öteden beri yanıtlanmaya
çalışılan sorular genellikle “kadın sorunu” sözüyle anlatılagelmiştir; bense daha çok bu
bilgelikle ilintili dil geleneğine uyarak, burada kadın sorunu sözünü kullanacağım. Ancak,
kadınlara yönelik yaklaşımım, kadınlar konusundaki düşüncelerim ile kadın sorununun
çözülmesiyle ilgili önerilerim, biliyorum ki beni, gene, “sürü”den ayırıp çizgi dışı bir yere
sürükleyecek. Bu beni gocundurmayacak, o ayrı. Hele başlayayım:
Gerçekte kadınların dokunca görmelerine yol açan aşağı yukarı bütün olumsuzlukların
kaynağında ya da kökeninde kadının erkekten gövdece, çoğun, güçsüz olduğu gerçeği
bulunmaktadır. Demek erkekler, doğallıkla bütün erkekler değil erkeklerin çoğu, kadınları
kendilerinden güçsüz bulduğu için ezip sömürerek türlü bakımlardan yoksun tutmaktadır.
Başka bir deyişle, altta kalanın dirimi çıkmakta ya da büyük balık ufak balığı yutmaktadır.
Gelgelelim bunun bin yıllardır böyle olması, böyle olması gerektiği anlamına gelmediği gibi,
bu durumun kaldırılıp o gidişin durdurulması yoluyla kadınların yaşam koşullarının
düzeltilemeyeceğini ya da iyileştirilemeyeceğini göstermez. Kötülük olanaklıysa iyilik de
olanaklıdır anlayacağınız. Doğallıkla ataerkil ekinin, erkek-egemen düzenin baskısı altında
bulunan kadınların özgürleşebilmeleri için kendilerinin bilgilenip bilinçlenerek kendi ülevlerini,
özgürlüklerini, yetkilerini isteyip kazanmaları yanında erkeklerin kadınlara yönelik
tutumlarının, yaklaşımlarının, dahası bu tutumların ve yaklaşımların altında yatan
duyuşlarının, düşünüşlerinin sağlıklı bir duruma getirilmesi gerekmektedir. Yoksa birtakım
yetersiz yeğleşmelerin ötesine geçilemez. Ancak, Virgina Woof’un benim bu denemenin
tanımlığı olarak kullandığım özdeyişindeki yargı doğru mudur? Demek kadınların güzelliği,
yaşamı olanaksızlaştıran bir etmen midir? Dahası, kendisi bir kadın olan, giderek kadıncılık
güttüğü bilinen Woof, o sözüyle, tüm olarak, ne demek istemiştir? İlk ağızda, güzellik
kadınlara özgü olmadığından, kadınların güzellikleri yaşamı olanaksız duruma getiriyorsa
bütün güzelliklerin yaşamı olanaksızlaştırdığı söylenebilir. Öyleyse güzellik yaşamı dışlayan
ya da yok eden bir güçtür. Bu savıysa güzelduyulu, dahası, güzelsever bir kişinin, demek
yaşamın güzellik olduğuna inanan, giderek bunu bilen birinin onaması olanaklı değildir.
Ayrıca bütün kadınların güzel olmadıkları ortadadır. Değme kadını güzelliğiyle başkalarını
büyüleyip işleri aksatan ya da yanlışlara yol açan bir kişi sayamayız anlayacağınız.
Bence Woolf’un söylemek istediği şuydu: Güzel kadınların kendi eşeysel çekicilikleriyle
erkeklerde, özellikle ayrıeşeysel erkeklerde yarattıkları “yanılsamalar”, onların uslarını
başlarından alarak, en azından belirli bir süre için, usaaykırı işler yapmalarına neden
olmakta, buysa yaşamın düzgülü akışını bozup türlü sorunların ortaya gelmesine yol
açmaktadır. Nitekim, iyice düşünülürse anlaşılacaktır, kişilerin üremesinde kadın güzelliğinin
büyüsü ya da güzel kadınların, bilinçlice olmayabilen, baştan çıkarıcılığı büyük bir davranışı
oynamaktadır. Kişilerin aşırı üremesiyse yeryüzündeki tümen tümen sorunun baş nedenidir.
(Ben kendi üleşime güzel kadınların güzelliklerini olumsuz bir etmen olarak değil, yaşamı
sürülesi kılan nedenler olarak gördüğümü burada önemle belirteyim.)
Bu bağlamda, sözü edilmesi gereken başka bir konu; kadın gövdesinin tümden eşeysel bir
nesne sayılıp “eşeysömürü” aracı kılınması sorunudur. Başakçacılığa özgü olan aşırı
tecimselleştirme, kendisini kadınlar için de göstermiştir ve göstermektedir anlayacağınız. Bu
denemelik sömürünün çok belirgin olduğu açık saçık yayınların yanında “güzellik uzmanlığı” gibi
saçmalıklarla, dahası, kadına belirli bir davranışın, görünüşün ya da kılığın uygun görüldüğü
tanıtımlar gibi koşullandırma araçlarıyla ona eşeyselliğini göze batacak ya da çarpacak bir
biçimde ortaya koyması, böylece kendisini köleleştirip sömürtmesi, dahası, eşeysel
çekiciliğiyle erkekleri elde edip elinde tutarak onların sırtından geçinmesi dayatılmaktadır.
Buysa ekinsel bir alışkınlığın, koşullanmışlığın oluşturduğu algılayışın, demek: “Erkek ayrıdır,
kadın ayrıdır; bu böyle olmalıdır da” yollu yaklaşımın yarattığı bir durumun alabildiğine doğal,
gerekli bir olgu olarak anlatılıp kadının erkekten apayrı görülerek ayırımcılığın, eşitsizliğin ya
da tüzesizliğin, giderek ez(il)ip sömür(ül)menin doğanın ve yaşamın bir gereğiymiş gibi
algılanıp sözlerini ettiğim olumsuzlukların uygulanmasına, varlıklarını sürdürmesine yol
açıyor.
Demek ilk ağızda kadının gövdesine indirgenip eşeysel bir nesne sayılmasının, giderek kadın
gövdesinin eşeysel bakımdan kötüye kullanılıp sömürülmesinin, dahası, kadın eşeyselliğinin
aşırı tecimselleştirilmesinin ne denli yanlış olduğunu erkeklerin de kadınların da kavramaları
gerek. Yoksa genelde eşeysel sömürünün, özelde kadınların eşeysel olarak sömürülmesinin
önü alınamaz. (Eşeysel yaşamın sağlıklı bir biçimde sürdürülmesi için nelerin gerekli
olduğuysa ayrı bir tartışma ya da yazı konusudur.)
Kadınlar üzerinde yazılan bir denemede kadıncılığa değinmeme yakışık almaz. Gelgelelim
“kadıncılık” tüm olarak nedir? Kadınların özgürlüklerini, ülevlerini, yetkilerini, demek yaşamını
savunup kadının konumunu bütün bakımlardan yükseltmeye çalışma, böylece kadın ile erkek
arasında büyük ölçüde erkeklerce yaratılmış bulunan uçurumu gidermeye çabalama
akımıysa ben de kadıncıyım; erkekçiliğe hepten karşıyım da. Ancak kadıncılık, kadını erkeğe
karşı ya da “erkek karşıtçısı” bir varlık olarak görüp kadının erkekle, gövdesel ayrımları
dışında, özdeşleşmesini isteyerek o eşeysel ayrımın yarattığı varsıllığı yadsıyan, giderek
kadının doğurma yetisinden kaynaklanan birtakım doğa özelliklerini olumsuz ya da yok
sayan, kısacası kadının eşeysiz bulunmasını öngören kişilerin, öyle kişiler gerçekten varsa,
öğretisiyse, ben ona hiç mi hiç yokum.
Gelgelelim kadıncılık nite güdülürse güdülsün ya da kadıncılar kendi aralarında ne denli çok
dallanıp budaklanmış olurlarsa olsunlar, kadınların ezilip sömürülegelen bir dirimli öbeği
olarak görülüp gözetilmelerinin gerektiği ortadadır. (Doğallıkla bir kadıncının, demek
kadınların ülevlerini savunan bir kişinin öbür kıygın topluluklarının, örneğin başka yılkı
türlerinin ya da bütün kişilerin ülevlerini savunmaması bir tutarsızlık yaratıp yanlış kaçar. Kişi
belirli bir kıygın topluluğunda odaklanarak çalışmalarını o alana yoğunlaştırabilir; bu denli güç
durumlar, koşullar içindeyken öyle davranması kaçınılmazdır da. Ancak, öbür kıyılanları
hepten göz ardı ederse, dahası, “Onlardan bana ne!” biçiminde bir tutum takınırsa, giderek
onlara doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak dokunca verecek etkinlikler gösterirse, onun
kendi öncelikli kıygın topluluğu için söyleyip yaptıkları yarar sağlamayacağı gibi dokuncalı
duruma gelir.)
1. Güzelliğin uzmanlığı ol(a)maz: Güzel güzeldir, öyle kalır. Güzele göz ağrısı bile yakışır. Üstelik
güzellik doğallıkta, yalın(ç)lıkta bulunur. Demek güzellik uzmanlığı adı altında ortaya getirilen karmaşık
yapaylıklar, gerçekte kadınları güzelsizleştirip sözümona çekici kılmaya, gerçekteyse itici duruma
düşürmeye yönelik olan, sağlık için de dokuncalı bulunan işlemlerdir. Gene başakçacılığın bir kolu olan
yayılmacılık yüzünden bütün yeryüzünde, bu arada ülkemizde yazık ki (!), enikonu yaygınlaşıp geçerlik
kazanmıştır. Oysa gerçek bir “güzel” kendi kendisinin güzellik uzmanıdır. Daha doğrusu güzel, bir
bütün olarak güzelliğin biricik uzmanıdır. Bunların dışında söz konusu edilen uğraşıyı onayıp tanıma
da o uğraşıyı yerine getirenlere başvurma da yapyanlıştır.
2. “Olumlu ayırımcılık” denen tutum, uygulama demek kadınları birtakım alanlarda birtakım yönlerden,
erkeklerle eşit olabilmeleri için erkeklerle eşit bulunasıya, kayırma gerçekten gerekmektedir. Ancak iş
bunun tersine yol açmaya varırsa, demek erkekler, kadınların yalnızca kadın olmalarından ötürü
görmedikleri dokuncaları, salt erkek oldukları için görmeye başlarlarsa söz konusu ayırımcılık, olumlu
bulunmaktan çıkıp olumsuzlaşır. Doğrusu, yapılması gereken iş, kadın ile erkek arasındaki düzey ile
konum eşitliğini “eşitçilik” ya da “eşitleştirmecilik” adı altında, iki yana da hiçbir dokunca vermeyerek
sağlamadır. Bir aşırılıktan kurtulmaya çalışılırken başka bir aşırılık yaratılmamalıdır.
Gerçekte sözü edilegelip istenegiden “kadın-erkek eşitliği”; çalışma koşulları, emeğinin
karşılığını alma, kişilerarası ilişkiler, ekin düzeyi, (toplumun bırakıldığı, demek kötücül bir
yığışıma dönüştürülmediği ülkelerde, öyle ülkeler kaldıysa,) toplumsal konum, türe/yasalar
vb. gibi bakımlardan söz konusu edilip yaşama geçirilmesi gereken bir gerekliktir. Yoksa
kadınlar ile erkekler arasında bulunan birtakım ayrımlar yaşamı boyamlı, tatlı, varsıl kılan,
güzelleştiren, böylece sürülesi duruma getiren öğelerdendir. Örneğin, kadınlar erkeklerden
duyar olmasalar ya da erkekler kadınlar denli duyar bulunsalar da kadının duyarlığı
erkeğinkinden ayrımlıdır. Bunun böyle olması kimseyi gocundurmamalıdır da. Demek bu
olumlu bir nendir. Peki, iyilik işlerinde kadınların baş çekmelerini ya da örneğin etyemezlerin,
yılkı tüketmezlerin çoğunun kadın olmasını, kadınların doğurma yetilerinden, ök olabilme
özelliklerinden kaynaklanan sevecenliklerine mi bağlamalı, yoksa bu gene ekinsel, demek
yetiştirilişle ilintili bir olgu mudur? Başka bir deyişle erkekler çoğunlukla acımasız, kıyıcı olalar
diye yetiştirildikleri, kadınlarsa bu bakımdan kendi durumlarına bırakıldıkları için mi kadınlar
erkeklere göre kişinin gerçek doğasına daha yakın bulunarak daha çok sevecenlik
gösterebilmektedirler?
Bence ikinci açıklama yordamı usa uygundur. Öbür türlü olsaydı bütün erkeklerin alabildiğine
yavuz bulunmaları, kadınların hepsinin birer iyicillik anıtı olması gerekirdi. Oysa ince,
sevecen, yufka-yürekli erkeklerin de var olmaları, buna karşılık olarak son kerte tinsiz,
saldırgan kadınlara da düş gelinmesi, kadınların erkeklerden doğal olarak acımalı, giderek
sevecen bulunmadıklarını tanımlamaktadır.
Gerçekte kadınlarla ilgili sorunların çoğu, kadının eşeysel bir nesne olarak görülüp kişi
eşeyselliğinin aşırı abartılarak ya da bu konuda aşırılığa kaçılarak gövdece daha güçsüz
bulunan kadınların erkeklerden büsbütün aşağı sayılmaları, böylece erkeklerin iyi oldukları
olanaklardan yoksun tutulmaları, giderek türlü acımasızlıklara, kıyıcılıklara, sömürülere
uğratılmaları konusunda düğümleniyor. Buysa eşeyselliğin de eşeysel yaşamın da hem
kadın hem erkek için sağlıklı dayantılara oturtulması gereğini ortaya koymaktadır. Doğal
olarak, bu doğru düzgün bir “eğitim”in sağladığı bilgilenmeyle, bilinçlenmeyle başarılabilecek
bir iştir. Ancak böyle bir eğitim ne yazık ki (!) yoktur. Dahası çoğu var olan kötülükleri daha
kötü kılıp çoğaltacak biçimde davranmaktadır. Öyleyse ne yapılmalıdır?
Eylemsizlik bu alanda da kuşkusuz onanamaz. Kişilerin kendi başlarına, kullandıkları dilden
kadınlara yönelik davranışlarına varasıya çeşitli alanlarda, yapabileceklerinin, yapmaları
gerekenlerin yanında “örgütlü savaşım” yoluyla yapılması gerekenler vardır. Nitekim birtakım
“yönetke-dışı örgütler” kadın ülevleri bakımından ülkemizde de uzunca bir süredir savaş
veriyor. Gelgelelim bütün alanlarda olduğu gibi bu alanda yönetke-dışı örgütlerin çabaları,
büsbütün yararsız olmamakla ve çok gerekli bulunmakla birlikte, yeterli yararı sağlayamıyor.
Şundan ötürü: İşin geneli ilgilendiren boyutları bulunduğu gibi tek tek kişilerin göstermeleri
gereken çabalarla yoluna konabilecek yönleri var. Gene tümden çabalanarak gerçekte bir
sorun olmayan, çözümün bir çıngısı olması gereken kadının, hepten sorunsuzlaştırılması
gerekiyor. “Dile kolay!” diyeceksiniz. Ancak düş bulunmayınca, iş olmaz. Önce; sorunu
saptamalı, sonra sorunun çözülmesini istemeli, sorunsuzluğu imgelemeli, derken sorunu
çözmek üzere eylemde bulunmalı anlayacağınız.
Kadınlar; ök, nine, bacı, eş ve teyze oldukları gibi kişinin çetin mi çetin yaşam savaşımında
başlangıçtan beri, çoğunun geri düzlemde bırakılmalarına karşın, kişi varoluşunun asal
besleyicileri, yaşamın şaşmaz yaratıcıları, Doğa Ök’ün yeryüzündeki doğurgan dirim
üreticileri, handiyse yumuşacık, gelgelelim erdirici elleri oldular. Bu arada, kendilerinden
gövdece ya da kas bakımından güçlü olan erkeklerin türlü türlü acımasızlığına, kıyıcılığına,
sömürüsüne uğradılar, şimdi bile uğruyorlar. Kuşkusuz kadın sorununun çözülmesi demek,
kadınların erkeklerle -bu bağlamda olanaklı, olası, gerekli, yararlı bulunan bütün eşitlikler
sağlanarak- eşit kılınmaları gerekmektedir. Ancak, salt kadınları göz önünde tutarak onları
kurtaramayız. Demek bu sorun da birimcilik ile tekçilik güdülerek çözülemez. “Bütüncülük” gütmeyi, dahası, bütün kişilerin eşgüdüm, görevdeşlik ile iş birliği içinde bulunarak
davranadurmalarını gerektirir. Üstelik kadın sorunu şimdi, başakçacılığın bütün yeryüzünde
egemenlik kurmuş olmasından ötürü, çok daha karmaşık bir duruma gelmiş bulunuyor;
başakçacılığın yarattığı ya da büyüttüğü bütün o sorunlardan ayrı olarak ele alınıp
çözülebilecek bir sorun değil de.
Şöyle anlatayım: Hepimiz özdeş gemide bulunuyoruz, gemiyse hızla batı(rıl)yor. Bu denli
ivedi bir durumda kadın ya da erkek olmanız, şucu ya da bucu bulunmanız, burada ya da
orada yaşamanız, hiçbir önem taşımıyor. Önem taşıyan tek nen şu: İyi biriyseniz yaşamın
öldürülmesini önlemek üzere durmaksızın savaşım verme baskısındasınız, dahası bunu tek
başınıza değil; başkalarıyla, başka iyilerle salt kendi yaşamınız için değil, bütün yaşam için,
yalnızca belirli bir çıkar kümesinin ya da kıygın topluluğunun değil, iyilerin hepsinin yarar
görmesi için yapmalısınız. Sorunu böyle kavrayıp ortaya koyduktan sonra çözüm yolunda
ilerleme enikonu kolaylaşır. Üstüne üstlük bana-necilikle ya da boş-vermişlikle tükel
karayıkıma varılacağı, bağnazlığın gelişmeyi engelleyip gerilemeye yol açtığı, dar kapsamlı
savunmalarlaysa savunulan dilev gerçekleştirilemeyeceği gibi öbür alanlarda savaşım
verenlerin büyük ölçüde dayanaksız kalacakları açıklık kazanır. Kadınları kurtarmak
istiyorsanız erkekleri de kurtarma baskısındasınız; eğer hepsini kurtarmak istiyorsanız
yaşamı kurtarmalısınız, yaşamı kurtarmak içinse bütüncülük güdüp özgür-düşünceli bir kişi
olarak gönlünüzden kopanları gene gönlünüzü kurtarmak üzere uygulama alanına koymanız
gerektir. Şundan ötürü: Tek-kişilik yaşam da yoktur, tek-kişilik kurtuluş da. Eşdeyişle, ağaç
dalıyla, yaprağıyla gürler. Kim bilir, çocukken bize terli terli soğuk su içmememiz, ellerle
konuşmamamız, akımda kalıp üşütmememiz gerektiğini öğütleyen öklerimizin; o özgecil,
özverili, giderek özgecili kadınların, çocukluklarında kendilerine de söylenmediği için, bize
söyle(ye)medikleri yalınç mı yalınç, gelgelelim alabildiğine önemli “gerçek” buydu. Dahası,
olan bütün kötülükler bundan ötürü oldu.