İşten çıkmış yürüyordu Hazal boş sokaklarında şehrin. Kalbi süratle çarpıyor, adeta göğüs kafesinden kaçıp gitmek istiyordu. Nefesi sıkışıyordu. Ruhu kadar karanlık olan bu yollar mıydı yüreğini korkuyla sarmalayan yoksa geçmişi miydi peşinden kovalayan?
Ne zaman hızlandırdığını bile bilmediği adımlarını yavaşlattı. Gözlerini sımsıkı kapattı. Derin, titrek bir solukla doldurdu yanan ciğerlerini. Yanağından süzülen tek damla yaşı elinin tersiyle sildi. O esnada ilişti kulağına hıçkırıklar. Kendinin olup olmadığını anlayamadığı bu acı kokan sesi dinledi bir müddet kıpırdamadan. Bir sesin kokusu nasıl olabilirdi? Peki, hangi ses bu denli keder kokabilirdi? Gözlerini açtı yavaşça. Yutkundu güçlükle. Boğazındaki düğümlere alışmıştı artık neticede. O hiç gitmeyen, asla ama asla nefes aldırmayan düğümlere…
Kaldırımın ortasında öylece duran kadın, az biraz daha toparlanmıştı ancak o sakinleştikçe şiddetleniyordu sanki işittiği ızdırap dolu yakarışlar. Ürkek bakışlarını gezdirdi etrafta. Gözleri tek bir noktada sabit kaldı. Adeta Hazal, o kasvetli ara sokakta tutuklu kaldı. Soğuktan uyuşmakta olan ayaklarını hareket ettirdi zorla. Kendi ıssızlığı kadar korkutucu olan yere giremediğinden bir türlü; bağırdı gür çıkmasına özen gösterdiği sesiyle: “Merhaba?”. Kolundan sarkan evrak çantasını düzeltti. Montunun önünü sımsıkı kapattı. Kıpkırmızı kalmış burnunu kırıştırdı. Bir adım daha attı: “İyi misiniz?”. Sesler yavaş yavaş gecenin ürkütücü sukunetine karşırken, kulak kabarttı genç kadın iyice. İnce ince iç çekişler yankılanmaktaydı hala sokakta. Güçlükle çantasından telefonunu çıkardı, flaşını açtı. Masum yüreği korkuyla çarparken derin bir nefes aldı. Gözlerini kapattı. Yutkundu. Bir anda sokağa daldı.
Usul usul kulaklarına dolan melodik solukları dinleye dinleye etrafına bakındı. En sonunda ise iki çöp konteyneri arasında, duvara sırtını yaslamış ağlamasını durdurmaya çalışan küçük kızı gördü. Daha topu topu beş-altı yaşlarında görünen çocuğun yanına koştu hemen. Küçük kızın önüne geçti. Eğildi. Bastıramadığı endişesiyle sordu: “Tatlım, neyin var? İyi misin?”. Kız başını kaldırdı kendine çektiği dizlerinden. Kafasını iki yana salladı. Tabiki iyi değildi! Bu ne gereksiz bir sualdi böyle! Nasıl olabilirdi ki zaten? Kaşı patlamıştı. Dudakları kabuk kaplıydı. Bütün kolları, bacakları, yüzünün her bir ayrıntısı morluklarla kaplıydı. Kışın ortasında üzerindeki tişört ve şort onu soğuktan korumuyor olacaktı ki tir tir titriyordu. Hazal hızla ayağa kalktı. Küçüğün bakışlarını bir hayal kırıklığı esir alacaktı ki omuzlarına ilişen montla umutsuzluğu ilk defa terk etti gönlünü. İlk defa yandı o “umut” denilen sıcacık ateş içinde. Fazlasıyla güçsüzdü ancak yetiyordu. Zavallı çocuğa o saniyelerde bu kadarı bile yetiyordu. Çok yeniydi bu tür duygular ona. Çok yabancıydı şevkat ona…
Genç kadın, bedeni rengarenk yaralarla kaplanmış bu kıza yardım etmeyi her şeyden çok istiyordu, ancak bunu nasıl yapacağına dair tek bir fikir dahi yoktu kafasında. İkiside birbirlerine baktılar, hiç kıpırdamadan dakikalarca. Hazal gülümsedi. Bir eliyle kızın ellerini sarmalarken gözünden süzülen yaşla beraber sordu: “Seni buradan götürmemi ister misin?”. Küçük kız bir süre bakmakla yetindi yalnızca. Karşısında bu hiç tanımadığı kişiye güvenmeli miydi? Aile diye bildiği o insanlardan daha korkutucu olabilir miydi? Bu kadın ona verilenden daha ne kadar büyük bir zarar verebilirdi ki zaten? Hem güvenmemek gibi bir seçeneği var mıydı? Uzun suallerinin sonucunda yukarı aşağı salladı bu defa başını. Kadın ayağa kalktı. Çantasını çapraz bir şekilde sarkıttı omzundan. Montuna sarmaladığı kızı elinden geldiğince yumuşak hamlelerle kucağına aldı.
Senelerdir hayat amacı edindiği felsefesi geldi aklına, daha doğrusu yankılandı o aşık olduğu seslendirmeyle kukalsarında bir tokat misali: “İyilik gücün olsun.”. Gördüğü, yaşadığı onca şeyden sonra tek hedefi başkalarının acılarına merhem olmak olmuştu. Ona kimse yardım etmediğindendi herhalde bu başkalarını mutlu etme arzusu. Tabii bir kişi etmeyi çalışmıştı fakat onu da kendi kovmuştu saçma sapan tavırlarıyla hikayesinden. Zaten bu güzide motto da ondan; o her gün yeniden ve yeniden hayallerinde, rüyalarında işittiği sesin sahibinden; miras kalmamış mıydı özlemiyle tutuşan gence?
Kadın, o gece yalnızca küçük kızı değil, kendini de iyileştirmeye başlamıştı farkında dahi olmadan. Belki de yıllar sonra ilk defa o gün başlamıştı bir gün yeniden mutlu olabileceğine inanmaya…