KAÇIŞ
Sarıya çalan ela gözleri vardı Gizemin. Uzun ince boynu ona farklı bir hava katıyordu. Gizemi fark eden erkekler etrafından ayrılmıyor, deyim yerindeyse tavaf ediyorlardı. Belli etmese de bu aşırı ilgi Gizemin hoşuna gidiyor, onların bu hali ona narsisçe bir haz veriyordu.
Gizem Ankara Hukuk Fakültesinin üçüncü sınıfındaydı. Sınıflarında İranlı, Afganlı, Suudi öğrenciler vardı. Her bireri Türkçeyi epeyce iyi konuşuyordu. Asef hariç diğerleri okullarını bitirince ülkelerinde hukuk bürosu açıp avukatlık yapmayı planlıyorlardı.
Asef parlak siyah saçlı, geniş alınlı, kemerli burunlu, kara gözleriyle sınıftaki kızların ilgi odağıydı.
Başlarda Gizem oralı değildi. Onun tek bir amacı vardı. O da okulunu bir an önce bitirip savcı olmaktı. Ailesinin ekonomik durumu çok iyi sayılmazdı. Kızlarını dişlerinden tırnaklarından arttırdıklarıyla, oradan buradan buldukları borç paralarla okutmaya çalışıyorlardı. Tüm bunların bilinci olmak kızın omuzlarında ağır bir yüktü.
Gizeme okulun son senesinde bir haller olmuştu. O aklı başında, halim selim kız gitmiş yerine uçarı, hoppa bir kız gelmişti. İşte bu başıbozuk döneminde âşık olmuştu Asef’e. Zaten Asef yıllardır Gizemden hoşlanıyor, ona bir türlü açılamıyordu.
Aşkını ilan eden Gizem olmuştu. İkisi hayatlarının en güzel yıllarını yaşıyorlardı. Hata beraber eve bile çıkmışlar, evli çiftler gibi yaşamaya başlamışlardı.
Asef İran asıllı bir Müslümandı. İslamiyet’i aile mirasıymış gibi bakıyor, dininin gereklerini yerine getirmiyordu. Gizem de Müslümandı. O da Asef gibiydi. Anlayacağınız epey uyumlu bir çiftlerdi.
Bir sabah Gizem Asef’e:
-İstanbul’da çalışmak istediğine emin misin? Diye sordu.
Asef Gizemin sorusuna afallamışçasına yanıt verdi:
-Ben taa başından beri İstanbul’da avukatlık yapacağımı söyleyip duruyorum. Soru mu bu şimdi diyerek tersledi.
Gizem alıngan bir edayla:
-Kızma canım. Sadece sana bir daha onaylatmak istedim.
Asef hiç oralı olmamış, kahvaltısını sessizce yapıp evden çıkmıştı.
İlişkilerinde ilk gerginliği o zaman yaşamışlardı. İkisi de üzerinde durmamış, aşklarını doludizgin yaşıyorlardı.
Okullar bitti. Sıra ailelerle tanışmaktaydı. Gizem Asefi aile evine davet etti. Asef hemen kabul etti. Genç, sevgilisinin ailesinden epey hoşlanmıştı. Anne ve baba da oğlanı yadırgamamış, sevmişlerdi.
Asef’in ailesi ülke dışında olduğundan Gizem onlarla tanışamamıştı.
Evlenmek için ikisi de acele ediyor, Asef’in ailesini beklemek istemiyorlardı.
İki deli âşık, o ay, tuttukları bir nikâh dairesinde apar topar evlendiler.
Evlenir evlenmez Asef Hukuk bürosunu açmış, deliler gibi çalışıyordu. Gizem ise savcılık sınavlarına hazırlanıyordu. Başlarda her şey olağan üstüydü. İkisi de evli olmaktan öylesine keyif alıyorlardı ki dünya yansa umurlarında değildi.
Bir sabah zırıl zırıl çalan telefonla uyandı Asef. Telefonun öbür ucunda babası vardı. Babasının gür sesi Asef’te bir kendine gelmişlik, bir silkinişe neden olmuştu. Zaten oldum olası ondan korkar, çekinirdi.
Baba hızlı hızlı anlatıyor. Ardından cevap beklemediği anlamsız sorular soruyordu. Sonunda arama sebebini bir çırpıda söyleyiverdi.
Haftaya güzel gelinlerini görmeye geleceklerdi. Bu haber Asefi hiç mutlu etmemişti. Gizem ise merakla onların gelmesini bekledi. Gelecekleri gün sarmalar sardı, tatlılar yaptı. Masayı adeta donattı.
Beklenen misafirler o gün Atatürk havalimanına inmişlerdi. Onları oğulları karşıladı. Gizem evde kalıp son hazırlıkları yapacaktı.
Kapı zili acı acı çaldı. Gizem bir koşu kapıyı açtı. Kapıdakiler kocasının ailesiydi. Gizem onları görmekten mutlu bir şekilde:
-Hoş geldiniz dedi.
Karı koca Gizemi görür görmez burun kıvırıp, bu mu bize gelin diye aldığın kız, der gibi oğullarına bakıp iç geçirdiler.
Asef anne ve babasının bu tavrına aldırmaz görünüp Gizemi yanaklarından öptü ve:
-Yemek hazır mı aşkım, diye sordu?
Gizem misafirlere zoraki bir gülümseme fırlatıp:
-Tabi canım. Hele bir soyunup dökünün. Gerisi kolay deyip masaya yöneldi.
O gece ve diğer geceler, evde adeta kuzey rüzgârları deli deli esti. Ardan bir hafta geçti.
Nihayet kayın valide ve kayınpederinin ülkelerine dönme vakitleri gelmişti.
Gizem’in içi içine sığmıyordu. Tersine Asef’te bir tutukluk, bir gerginlik, kabına sığamamazlık vardı. Gizem kocasının tavrına aldırış etmedi. Ne de olsa bu gün onlardan kurtulacaktı.
Bir sabah yine telefon çaldı. Arayan yine Asef’in babasıydı. Gelecek ay onları İran’a bekliyorlardı.
Asef bu durumu Gizeme korka korka açtı. Gizem hiç bozuntuya vermeden ‘’olur. Kocamın doğup büyüdüğü ülkeye gitmekten zevk duyarım deyince Asef derin bir ohh çekti.
Mutlu çiftler telaş içinde hazırlıklarını yapıp Atatürk Hava Limanından Tahran Hava Limanına uçtu.
Onları Baba Reza karşıladı.
Ev, Tahranın epey dışında sessiz, sakin bir çiftlik eviydi.
Başlarda Gizem buraya bayıldı. Kayın validesi Efruz Hanımla meyve ağaçlarındaki meyveleri topluyor, ufak tefek çapa işleri yapıyor, kalan zamanla da eve çeki düzen veriyordu.
Günler geçiyor Asef bir türlü gidecekleri günü Gizeme söylemiyordu.
Gizem bir gün dayanamayıp sordu:
-Canım Türkiye’ye ne zaman döneceğiz. Benim ders çalışmam lazım. Malum sınava az bir zaman kaldı.
Deyince öfkelenen Asef:
-Kes sesini. Türkiye’ye gidilmeyecek. Sen artık buralısın. Bir İran gelini gibi davran. O başını da bir an önce kapat!
Gizem’in kocasından hiç beklemediği tavırlardı bunlar. Şaşkın bir halde gözlerinden yaşlar boşaldı. Karısının ağladığını gören Asef:
-Kes zırlamayı da hazırlan. Yarın kendi evimize taşınacağız. Dedi.
Gizem öfkeyle:
-Burada yaşamak planlarımız arasında yoktu. Hani sen İstanbul’u seviyordun? İşini orada yapacaktın. Üstelik büro bile açtın. Bu da ne demek oluyor? Hepsi beni evliliğe ikna etmek için uydurduğun yalanlar mıydı? Ben bu cehennemde bir dakika bile durmam.
Asef:
-Her şey hazır… Burada da bir büro açtım. İstanbul’dakini dayıoğlum kapatacak. Ben her şeyi ayarladım. Üstelik sen de çalışmayacak evinin kadını olacaksın. Deyince Gizem:
-Sen delirdin mi? Ben burada nasıl yaşarım. Buranın gelenekleri, dili, yaşam şekli hiç bana göre değil. Burada yapamam. Üstelik çalışmadan duramam. Bunun için mi okudum, bunun için mi ailemi onca masrafa soktum?
Asef karısını dinlemiyor, sakin sakin çayını yudumluyordu. Kocasının bu umursamaz tavrına öfkelenen Gizem masada duran ne varsa hepsini teker teker yere fırlattı.
Gizem o gece ilk defa kocasından dayak yedi.
Kızcağız kısacık sürede yaşadıklarına inanamıyor, rüyada olduğunu ikna etmeye çalışıyordu. Ne olmuşta kocası bu kadar değişmişti. O zaten hep böyle miydi? Kafasında deli sorular dolanıp duruyordu.
Gün boyu yataktan çıkmayan Gizem o gün oradan kaçma kararı aldı. Yapabilirdi. Bu cehennemden kurtulabilirdi. Günlerce plan yaptı. Öncelikle buraya ayak uydurmuş gibi yapacak, kocasının her dediğine evet diyecek, suyuna gidecekti.
Ertesi sabah kocasını tatlı tatlı yataktan kaldırdı. Ona güzel bir kahvaltı hazırladı. Başına eşarbını takıp feracesini de kocasının görebileceği yere koydu.
Tüm bu değişiklikler Asef’i şaşırtmış, bir o kadar da sevindirmişti.
Gizem kurallara uyduğu müddetçe evde hiç sıkıntı çıkmaz, her şey ilk zamanlar ki gibi yolunda giderdi.
Bu sırada Gizem boş durmuyor kaçış yolları arıyordu. Bir gün yemeğe Asef’in konsoloslukta çalışan arkadaşı Emre geldi.
Başta gelenekler gereği kendini göstermeyen Gizem, usul usul sokulup aynı sofrada yemeğe Asaf’i ikna etti. Böylelikle muhabbeti arttırıp yardım alabileceğini düşünmüştü Gizem.
Yemekten sonra kahveler içildi, meyveler yenildi. Derken Emre kalkmak için müsaade istedi. Asef Emre’nin montunu ve ayakkabılarını hazır etmeye gittiğinde Gizem Emre’den telefon numarasını istedi. Emre gayri ihtiyari numarayı verdi.
Emre gittikten sonra Gizem kocasına çaktırmadan yatağa girdi.
Ertesi sabah Gizem’in ilk işi Emre’yi aramak oldu. Tüm yaşadıklarını hızlıca anlattı. İran’dan nasıl gidebileceğini ayrıntılarıyla öğrendi. Emre’den bu konuda yardım dahi istedi. Başta kabul etmeyen Emre Gizemin yaşadıklarına bakıp kabul etti.
Asef karısının İran’a alıştığını, her şeyin yolunda olduğunu düşünüyor, gönül rahatlığıyla işe gidip geliyordu.
Gizemin istediği de bu değil miydi? Böyle giderse işler daha da kolay olacaktı.
O sabah sıradan bir güne uyandığını düşünüyordu Asef. Her şeyden bir haber, iş yerine gitti.
Kocasının gitmesini fırsat bilen Gizem vakit kaybetmeksizin Emre’yi aradı. Gidiş için gerekli olan her şeyi halletmişti Emre. İş Gizemin konsolosluğa gelmesine kalmıştı. Sonra da ver elini Türkiye.
Her şey tam planlandığı gibi gitmişti Gizemin. Gece yarısı Atatürk Hava Limanındaydı. Onu kuzeni karşıladı. Memleketinin havasını solumak ona çok iyi gelmişti. Artık kafesinden kaçmış bir kuş gibi özgürdü. İçi içine sığmıyordu. O akşam ona her şey, ama her şey çok güzel göründü.
Akşam eve gelen Asef Gizemi evde bulamayınca endişeye kapıldı. Polisi aradı. Hastanelere baktı. En sonunda çalan telefonla gerçeği öğrendi.
Boşanalım diyordu karısı. Olacak iş miydi? Nasıl böyle bir şeye yeltenirdi. Üstelik kocasından habersiz nasıl Türkiye’ye giderdi. Kendini ne sanıyordu bu kız? Öfkeden kudurmuş deliye dönmüştü.
İnanamıyordu. Gizem gitmişti. Deliler gibi âşık olduğu kız gitmişti. Hem de ne uğruna? O gece sabaha kadar içti. İçtikçe ağladı. Tüm bunların rüya olmasını diledi.
Günler Gizem olmadan ser sefil geçiyordu. Gizem’e telefonda geri dönmesi için yalvardı. Bir daha aynısını yaşatmayacağına dair yeminler etti. Fakat kız Nuh deyip peygamber demedi.
Zaman içinde ikisi de başka başka kişilerle evlenip çocuk yaptılar.
Zaman tüm acıların ilacıydı işte. Yaşananlar sonbahar yaprakları gibi birer birer yok oldu. Kayboldu, unutuldu.