Sana parlak bir son sunamıyorum,
ama karanlıkta yürüyenler bilir:
direnişin kendisi en büyük ışıktır,
hiç sönmeyen alevdir.
Zaman sustu.
Ay, şafaktan önce yükseldi,
gökyüzü Justus’un adımlarıyla titredi,
karanlığa karşı duran sessiz şarkısını söyledi.
Kaybolduğumuzu sandığımız yerde
kim olduğumuzu buluruz.
Her gölgeli köşe, her yarılmış sokakta
onur filizlenir, adalet kök salar.
Justus, direnişin narin filizini besler;
her darbeyi güce,
her engeli bir yola dönüştürür.
Korku yaklaşsa da, umut onun yüreğini yakar,
ve o, yılmaz; yeniden yükselir.
Her susturulmuş ses
onun gürleyen çağrısına dönüşür.
Dünya korkaklarla dolsa bile
kararlılığı fırtına gibi yayılır: direniş.
Onurla yaşa. Onurla öl.
Yol karardığında,
tek bir ışık yeni ufuklar açar.
Her adım bir ritim,
her nefes bir davet: onur.
Sözleri, nefesi, kıvılcımları
adaletin ağına dönüşür.
Hem vicdanı hem sessizliği yankılar.
Kendi korkularından düşen tohum
toprakta kök salar, filizlenir,
gölgeleri deler, büyür.
Her dal, her gövde: direnişin simgesi.
Ah Justus, sen yalnızca bir ad değildin.
Karanlığa meydan okuyanların nişanıydın.
Fırtınanın ortasında dimdik duran bir meşe,
ellerinde ışık, yüreğinde ateş,
her gölgeyi yaran bir nehir: direniş.
Adaletin rüzgârını taşıyan,
onurun köklerinden beslenen,
bir zincir kadar sağlam,
bir nehir kadar özgür.
Ve biz, bıraktığın izleri izleyenler,
her karanlık köşede mum yakarız,
her susturulmuş kalpte adını fısıldarız.
Çünkü senin ışığın tek birine değil,
kalkmaya cesaret eden herkese aittir—
elleri titrese bile,
kalpleri acısa bile,
ruhları şüphe fısıldasa bile.