Yeni aldığı ispanyol paça pantolonunun üzerine itinayla giydiği keskin ütülü, geniş
yakalı beyaz gömleği ile aynaya bakınca, karşısında yine Tarık Akan’ı gördü. Yeşilçam’da
film çekimine hazırlanmış olmalıydı.
Ayna Tarık Akan’ı göstermeyi alışkanlık haline getirmiş olmalı ki, Ferit kendi
yüzünde ki dünden, önceki günden hatta çocukluğundan kalma şımarıklığı, umursamazlığı
görmezdi. Aynanın gösterdiği gözler sevecen, yüz güleç, saçlar uysaldı.
Kapının kapanıp kapanmadığına aldırış etmeden savrulup giderken, dizleri parlar
parlamaz anız yığını üzerine fırlatıp attığı gökmavi ispanyol paça pantolonunun Serap gelinin
başına açacağı işlerden bihaberdi.
Pantolon anız yığının üzerinde kedi ölüsü gibi yatarken, o köyün çıkışına varmıştı.
Şimdi bir arabaya atlar şehre inerdi. İspanyol paça giymenin gururuyla geniş geniş
adımlayarak gezerdi. Paçaları üğründükçe yoldaki tozlar ürperir, sonra ardından usulca yine
yere konarlardı.
Hayat en tatlı öpücüğünü Ferit’in alnına, en acısını da Serap gelinin gözbebeğine
kondurmuştu sanki. O acıyla, Burcu öğretmenin evlerinin önünden akıp gitmesini
seyrediyordu şimdi. Serap’ın aynası Burcu öğretmene aşıktı. Yürürken taşlar kenara çekilip,
selama duruyorlardı. Ağaçların dalları önünde eğiliyor, traktör geçse saçının bir teline toz
konmuyordu. Yol en çok ona yakışıyordu.
Okulunu bırakıp erkenden evlenmenin, öğretmen olma hayallerinden bir çırpıda
vazgeçmenin hesabını ömründen kalan diğer günlere yayarak sormaya devam edebilirdi artık.
Bu günkü acının dozu çocukların uyanmasıyla tamamlanmıştı çünkü. Onların bir gülüşüne
can kurbandı. Bundan büyük teselli olmazdı, olamazdı.
İçinden bu sabah çocukların babalarını sormamasını diledi. Öyle içten dilemiş olmalı
ki, çocuklar ilk defa sormadılar. Böylece Almanya’ya giderken, kocasını heveslendirip
peşinden sürükleyen Parlak Ahmet’te bir ah daha almaktan kurtulmuş oldu.
Çocuklar kahvaltılarını yaparken bahçeye çıktı. Çayını sedirde yudumlarken bir
çocuğu babasız büyütmek mi, parasız büyütmek mi daha zor acaba diye düşündü. Ama
içinden değil. Kendi sesini duyunca sağa sola bakındı, biri duysa çok utanırdı. Zaten neyi
sorguluyordu ki, onun çocukları hem babasız, hem parasızdı.
Çayını bitirince anız yığınının başına gitti ve pantolonu alıp silkeledi. Katlayıp
koltuğunun altına kıstırdı ve evine girdi. Böyle bir şeyi daha önce de bir defa yapmış, kimse
fark etmemişti. Şimdi de bir şey olmazdı. En azından Serap öyle umuyordu.
Ertesi gün köy tarlasını tapanını unutmuş, Serap’ı iş edinmişti. Bundan sadece
kendisinin haberi yoktu. Akşam üstü Fikret’in annesi kapıya gelene kadar. Köyü terk etmesini
istiyordu Serap’tan. Hiçbir sebep sunmadan. Sadece onu edepsizlikle suçluyordu. Serap
şaşkın ve üzgün bir şekilde gidecek yeri olmadığını, kaçarak evlendiği için de ailesinin yanına
dönemeyeceğini söylüyor ancak kadın ikna olmuyordu. Sabah erkenden gitmesini salık
veriyor, yoksa çok kötü şeyler olacağını söylüyordu. Gözlerinden ateş fışkırıyordu.
Serap neler olduğunu çözemedi. Ancak sahibinden sıyrılmış gökmavi ispanyol paça
pantolonla bir ilgisi olduğu da hiç aklına gelmedi.
Kadın gidince çocuklarını uygun bir dille sakinleştirdi. Çorbalarını içirip uyuttu. İlk
defa masal anlatmadı çocuklarına. Sonunun kötü bitmesinden korktu belki de.
Uyuyamayınca işinin başına oturdu. Kızının istediği eteği kaldığı yerden tamamlamaya
koyuldu. Yakılacak anızın üzerinden aldığı pantolonu, parlamış diz altlarından kesip, her bir
paçanın bir tarafındaki dikişlerini açıp bırakmıştı. Şimdi onları birleştirecek kloş bir etek
şeklini verdikten sonra kemeri ile arkadan çaprazlama askı yaparak ön tarafı göğsüne kadar
uzatacaktı. Uzattığı yerin ortasına da şeker cebi koyacaktı. Çocuk belki bayramda da giyerdi.
Eskiyen tülbentinden çıkardığı beyaz oyayı etek uçlarına dikince fistosu da tamam olan
etek az önce mağazadan alınmış gibi olmuştu. Beyaz fistolu gökmavi etek. Tam kızının
istediği gibi. Pembe seven yaşıtlarının aksine her şeyini mavi isteyen kızının istediği gibi.
Uyudukça yanakları al al olmuş kızı uyandığında eteği baş ucunda görünce çok mutlu
olacaktı. Belki onun sevinci ile akşam yaşadıklarını da hep birlikte unutacaklardı.
Umut böyle bir şeydi. Hele bir kadının umudu, bir annenin umudu. Hiçbir şeyle
ölçülmez hiçbir şeyle tartılmazdı. Mutlaka bir yanlış anlaşılma vardı ve kadın gelip ondan
özür dileyecek o da bunca zaman yaptıkları komşuluk hatırına hemen unutuverecekti.
Sabah kadın yanına birkaç kişi daha alarak kapıya dayanınca Serap çareyi kapıyı
açmamakta buldu. Pencerenin önünde durdu. Ne yapacağını düşünürken bir kadının telaşla
yaklaştığını gördü. Kadın kapıya yanaşınca sesler biraz hafifledi. Az sonra Burcu öğretmenin
de aynı telaşla geldiğini gördü. Serap halen titriyordu.
Kapı tıklandı. Misafirce tıklandı. Serap cesaretlenince kapıyı açtı. Kadın ile Burcu
öğretmen içeriye girdiler. Diğerleri dışarıda beklediler. Uzun uzun konuştular.
Az sonra Serap, akşamdan sabaha uğraşıp bitirdiği etek elinde dışarıya çıktı. Fikret’in
annesinin eline tutuşturdu. Daha önce alıp kullandığı pantolon için de helallik istedi. O kadar
mahcup olmuştu ki, çocukları olmasa kendini dağa taşa vurur kaybolur giderdi.
Kadının utancı boyunu aşmış defalarca özür dilediyse de Serap’ın kalbi çok
yaralanmıştı. İçi boş bir pantolonla gelen iftira, en çok ta kocası yanında olmadığı içindi.
İnsanların bakış açısı ne kadar da acımasızdı. İki çocukla bekar oğlanı ayartmaya çalışmak…
Serap, kendisi için üzgün olduğu kadar zor durumda kalan her kadın için de üzgündü.
En küçük olaylara kurban gitmek bu kadar kolay olmamalıydı. Kadına ve öğretmene defalarca
teşekkür etti. Onlar gidince, çocuklarını alıp ilçeye postaneye gitmek üzere yola çıktı. Onu
kimsenin tanımadığı yerlerde haykıracaktı içinde biriktirdiklerini. Yüklerinden kurtulacak,
hafifleyecek, aldığı kararları uygulamaya geçecekti. Kendisine ve çocuklarına asla söz
söyletmeyecek, susmak, çekilmek yerine dimdik duracaktı. Hakkını başkalarının savunmasına
ihtiyaç duymayacak, adaleti başkasının sağlamasını beklemeyecekti. Kendi sözü, kendi bakışı,
kendi duruşu yeterdi.
Telefonun ucundakine söyleyeceklerini unutmamak için defalarca gezdirdi zihninde.
Köydeki cimri Zülfiye teyzenin gelini kaynanasından gizli gizli çocuklara yiyecek
getiriyor. Asker arkadaşın Mustafa, bizim için arada bir bakkaldan alışveriş yapıyor. Eve
yaklaşmaya çekindiği için aldıklarını orada bırakıp bana çocuklarla haber gönderiyor. Çok
utanıyorum ama alıyorum çünkü çocuklar küçük çalışamıyorum. Kimseye de emanet etmek
istemiyorum bu yaşlarında. Babasızlar bir de anasızlık hissetmesinler diye. Şükür ki aç ve
çıplak değiliz.
Dün içi boş ispanyol paça bir pantolonun iftirasına uğradım. Sıcağı sıcağına
temizlemesek, dünyanın bütün leke sökücülerini kullansan çıkmayacak bir leke. İftira lekesi.
Çocuklarımın baba deme haklarını ellerinden alamazsın. Benim insan olduğum
gerçeğini görmezden gelip insanca, kadınca yaşama hakkıma kastedemezsin.
Ana baba olmak sorumlulukların en gerçeği, en büyüğü, en kutsalı. Ben yerimi iyi
biliyorum ve onlara iyi bir anne olmaya çalışıyorum. Yarın köyden çıkıp kardeşime Bursa’ya
gidiyorum. İşe ara verdi çocuğunu büyütüyor. Kendi çocuğu ile birlikte benimkilere de
bakacak. Çalışıp çocuklarıma kol kanat gereceğim…
Ancak ahizeyi eline alınca zihnindeki tüm sesler sustu.
Karşı taraftan gelen alo sesine keskin ve kararlı bir cümle ile noktayı koydu. Herkesin
ispanyol paçası kendine.
Sağ elinde kızı, sol elinde oğlu biraz gezdiler. Kıza gökmavi etek, oğlana lacivert
pantolon aldılar ama ispanyol paça değil.
Ertesi sabah kadının kapısını tıklattı. Kadın, Ferit’in dün gezmelerde buruşturduğu
pantolonunu ütülemekle meşguldü. Serap eteği istedi. Kadın gözleri ışıldayarak verdi.
Barıştığını sanmıştı. Serap eteği anızın başında ateşe verdi. Eve gidip çocuklarını aldı. Üçü
birlikte göğe baktılar. Kızın yeni eteği gibi masmaviydi.
Cevriye Oymak