‘Belki sevdiğim adama okurum diye tuttum günümün son sözlerini dört duvar içinde dağınık bir yatakta yazıyorum. Kader ne kadar ironik, çocukken ağlamamak için kendime söz verirken şimdi her gece yastığımı gözyaşlarımla ıslatıyordum. İleride çok güzel bir hayatımın olacağına inandığım için sosyalleşmekten uzak sadece ders çalışan birine dönüşmüştüm. Ah aptal kafam, nasıl da inandı çok çalışınca mutlu bir hayata sahip olabileceğine. Fakirdim, açtım; test kitaplarını alabilmek için babamın harçlık olarak verdi üç kuruşu harcamaktansa biriktirmeye çalışan küçük bir aptaldım. Sınavlara aç girmeme rağmen nasıl yüksek alıyordum hala hayret ediyorum. Peki değdi mi buna?
Bak küçük çocuk ben hâlâ açım, çektiğin cefanın sefası yok. Sevdiğin çocuktan sırf ileride güzel bir mesleğin olsun diye vazgeçtin. Vazgeçme, işler sandığın gibi gitmiyor. Keşke bunları geçmişe gelip de sana söyleyebilseydim. Çocukken de dört duvar arasındaydım şimdi de dört duvar arasındayım. Hayat umut ettiğim gibi gitmedi‘
Son cümleleri yazdıktan sonra günlüğümü kapattım. Kendime söz vermiştim, eğer yarın akşama kadar karşıma bir mucize çıkmazsa hayallerimin içinde olduğumu defter tüm umutlarımla beraber çöpe gidecekti. Bu mucizenin ne olacağını tam olarak ben de bilmiyordum ama önce umut etmeyi bırakmalıyım çünkü biliyorum ki hayatta güzel şeyler umutlanmayı bırakınca geliyor sana.
Saat 06.45’te uyanmak için on dakika önceden kurduğum alarmdan üçüncüsünü kapattığımda henüz yataktan çıkmak istemeyen duygularıma karşı koymaya çalışıyordum. Beynimden sürekli “Kalksan ne olacak ki?” diye geçmesi bana hiç yardımcı olmuyordu. Bu hale nasıl geldim ben, nasıl çıkacağım bu karanlıktan? Her günümün aynı olması artık yataktan çıkmama engel oluyordu çünkü günün nasıl biteceğini biliyordum. Debelenmelerimin sonunda ayaklarımın üşümesi kalkmama yardımcı oldu, önce çıplak ayağımla kaybolan çorabın tekini yatakta aramaya çalıştım, ayağım bu konuda başarısız olunca mecburen yatağın üzerindeki kıyafetleri yere atıp içerisindekileri didikledim. Neredeyse geç kalacağımı anlayınca bir ayağımın çıplak kalmasına göz yumarak sürüne sürüne banyoya girdim. Yarım saatten fazla bir sürede cilt bakımını yaptıktan sonra ne giyeceği konusunda kararsız beynim önüme ne gelirse giymemi önerince kolayca kabul edip elime gelenleri üzerine geçirdim. Ayağımda tek kalan çorabı çıkarıp yatağın üzerine attım ve çekmeceden hızlıca yenilerini aldım.
Hiç beklemeksizin evden çıkıp otobüs durağına kadar koşmaya başladım. Kafamda sürekli yetişemediğimi canlandırmaya çalıştım çünkü sadece bir şeyin tersini hayal edince istediğim şekilde oluyordu, örneğin, otobüse yetişeceğimi düşünürsem yetişemezdim ama tersine düşündüğümde tam da dakikasında yetişebiliyordum. Zihnimde sürekli başaramayacağımı hayal etmek istesem de içimde bir umut başarırsın demekte ısrar edince elimde olmadan ona inandım ve tabii ki de otobüsü kaçırdım. Harika, güne ne güzel bir başlangıç! Diğer otobüs 1 saat sonraydı ve bekleyecek olursam okula geç kalacaktım. Tabana kuvvet deyip okula kadar yürümeye başladım, yarım saat süren yolun sayesinde soğuk havada terlemeyi başarmıştım.
Odama girer girmez çekmeceden parfümümü çıkarıp boynuma ve bileklerime sıkıp masama geçtim, sandalyeme oturup derin bir nefes almaya çalıştım, sanki nefes almam gittikçe zorlaşıyor gibiydi. Rehber odasından çıktıktan sonra yüzüme bir gülümseme yerleştirip öğrencilere “Günaydın.” demeye başladım. Bunu sevdiğim için mi yapıyorum yoksa görev icabı olduğu için mi tam olarak ben de bilmiyordum. Öğrenciler derse girdikten sonra tekrar odama geçip masamı düzenlemeye koyuldum. Okuldan her çıktığımda burayı nasıl bu kadar dağınık bıraktığımı anlayamıyordum, ne kadar uğraşsam da dağınık biri olmaktan kurtulamıyordum. Etrafı toparladıktan sonra koltuğa oturdum ve dün verdiğim söz hakkında düşündüm. Günlüğü; hayallerimi yazdığım günlüğümü, eğer bugün bir mucize olmasa çöpe atacaktım ve bu konuda kararlıydım. Ona yazdığım hiçbir hayalim gerçekleşmemişti, ya umut edip hayal kırıklığına uğrayacaktım ya da tamamen hayallerimden vazgeçip hayattan bir şey beklemeyecektim ve bana göre ilki daha çok canımı yakıyordu.
Defterimi elime aldım ve son kez incelemeye başladım. Süslemek için çizdiğim desenler, hayal ettiğim çizimler ve çirkin görünmesin diye dikkatlice yazdım cümlelerim… Hayattaki tek kötü olan şey fiziksel açlık değildi, aynı şekilde ruhsal açtık da bir insanı öldürebilirdi ve ben her gün yavaş yavaş ölüyordum. İçimdeki bu karamsarlıkla savaşmanın sonunda hep mağlubiyete uğruyordum. Ne zaman iyi bir şeyler olacağını düşünmek istesem günün sonunda umduğum olmayınca kendimi yatakta ağlar vaziyette buluyordum. Bu dayanabileceğim bir acı değil. Yine nefes almakta zorluk çekince defteri kapatıp çekmeceye attım ve bu düşünceleri kafandan atmaya çalıştım, düşünmeyince canım acımıyordu; belki de bu sebeple akşam erken uyuyordum.
Bütün gün okulda gelecek olan mucizeyi bekledim ama bir yandan da içimdeki umudun ölmesini diledim. Belki ummayı bırakınca veya düşünmeyi bırakınca olacaktı güzel şeyler. Okulun bitme zili beynimde yankılanıyordu. Kaskatı kesilmiş bir haldeydim, yerimden kalmaya mecalim yoktu. Ne olur biraz daha kalalım diye içimden yalvarıyordum. Süre geçtikçe gerginliğim artıyordu, sebepsizce terlediğimi hissedebiliyordum. Okuldaki herkes çıkana kadar bekledim, terleyen avuçlarımı ceketimle kurulamaya çalıştım, kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Artık bekleyişim anlamsızlaşmaya başlıyordu, daha fazla dayanamayarak “Sadece bir mucize, ne olursun.” diye bağırdım. Neden? Ben bu evrene ne yaptım da beni bu şekilde cezalandırıyordu?
“Ezgi hanım, iyi misiniz?” diye sordu güvenlik görevlisi
Ağlamamak için kendini zor tutan gözlerimin kızardığını hissedebiliyordum, iyi değilim ve iyi olamayacaktım.
“İyiyim.”
“Herkes çıktı, artık okulu kilitlemem lazım.”
“Tamamdır çıkıyorum.” dedim neredeyse kırılacak kadar sıktığım dişlerimin arasından.
Elimi yumruk yapıp okuldan çıktım. Şu an gideceğim tek yer çöp kutusuydu. Gözlerimden yaşlarının akmasına izin verdim. Burnumu çeke çeke titreyen ellerimde çantamdaki günlüğümü çıkardım. Birkaç saniye içimden dua etsem de artık geri dönüşün olmayacağını biliyordum. İstediğin hiçbir şeyin olmamasından dolayı bitkin ve yorgun olmayı nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama şunu söyleyebilirim ki sanki ruhun ölmesi gibiydi. Sadece var olmaya çalışan bir beden vardı artık geriye kalan. Sadece beynin emirlerini yerine getiren bir beden. Çöp kutusunu açtım ve içine baktım, hayallerim birazdan önemsizce burada olacaktı ve ben asla bu anı unutmayacaktım. Defteri sağ elime aldım ve çöpe yaklaştım.
“Hocam siz misiniz?”
Yavaşça arkamdaki sese döndüm, bir süre çocuğu tanımak için süzdükten sonra dört yıl önce mezun ettim öğrencilerden biri olduğunu hatırladım.
“Beni hatırlamadınız mı yoksa?” diye şaşkınlıkla sordu
“Hatırladım tabii ki nasılsın nasıl gidiyor?”
“Güzel gidiyor hocam, sizi görünce hemen geleyim dedim çok özledim sizi.”
“Ben de sizi çok özlemişim, hepiniz harika çocuklardınız.” dedim gülümseme ve ağlama arasında giden dudaklarımı titreterek.
Bana doğru bir adım attı ve sol elimi tutup öptü ve alnına götürdü. Bunu yaşımdan dolayı değil de saygısından dolayı yaptığını biliyordum. Küçük bir tebessümle gözlerime baktı. “Sizde harikaydınız, zaten sizin sayenizde şu an buradayım. Babam öldükten sonra artık hayat benim için bitmişti.” Bir süre sessizce yutkundu. “Hiçbir şeyi başaramayacağımı düşünürken siz benimle konuşmuştunuz, bana hayatın mucizelerinden bahsettiniz, umut verdiniz. Ben size inandım ve şu an sayenizde bir tıp öğrencisiyim.” diyerek bana sarıldı.
Neye uğradığımı şaşırmıştım. Öğrencim bana sarılırken içimde bir şey oluştu, tarif edebilmem imkânsız bir şey. Ben hayatımda mucize olsun diye dua ederken umudun tam kendisi olmuştum, en baştan istediğim şey hayatın bana umut vermesiyken şimdi anladım ki ben insanlara umut veriyordum. Elimdeki deftere gülümseyerek baktım ve çantamı geri koydum.
Yazan: Elif KAHRİMAN