Ben ipsiz sapsız, nerede akşam orada sabah misali sokaklarda koşturup dururdum. En çok da fırıncı İsmail in sıcak ekmek kokuları ile birlikte kapısının tam önündeki ızgarada yatar, uykumun en derin yerinde bir tekme ile bir bakardım yolun ortasındayım. Bazen bir yere sığınıp uyur, genelde o sokak senin bu sokak benim koşar sıcakta dilim dışarı düşene kadar seğirtirdim. Bazen güzel bir kumsal bulunca önce denize girer sonra kumlara yatardım. Denizde ıslandıktan sonra görenler ‘’Aman ne güzel bir köpek tüyleri pırıl pırıl ‘’ der. Bazıları da arada bir başımı okşardı.
Bir gün yüzüp, tüylerim parlamış, keyfim yerinde epeyce yürüdüm, koştum uzaklara gidip yeni yollardan geçtim. Büyük bir bahçe duvarının içerlek demir kapısından bir kişinin hızla çıktığını görüp ürkerek yolun karşısına kendimi atacaktım ki yumuşak ve bir o kadar da kibar bir ses “nereye balım, gel ne güzel şeysin sen” diye seslenmeye başladı. Önce durup önüme baktım, sonra hafifçe gözlerimi, ona doğru çevirip gene de bana seslenip seslenmediğini anlamaya çalıştım. Bir eliyle beni çağırıyor, bir yandan bana doğru geliyordu. Tam bana yaklaştığında eğilip başımı okşadı ve “ kızım sen nereden geldin? Karnın mı aç, nereye gidiyorsun? l” deyip beni sevmeye başladı.
Genelde insanlara güvenmemeyi çok erken zamanlarda öğrenmişken nedense bu yumuşak ses ve çağrı beni yolumdan alıkoydu. O içerlek bahçe kapısından önce ürkek birkaç adım attım biraz bekledim, sağa sola bakındım, beni ısrarla çağırıp başımı okşayan kişi bir yandan kapıyı tutup beni içeri alırken bir yandan da hemen oracıkta bulduğu boş bir kutuya bahçe musluğundan su doldurup verdi. Kendisi evin içine bir telaş ile koşturup biraz sonra yoğurt kabında ıslanmış ekmekler, tavuk parçaları ve kemikle ile dışarı gelip önüme koydu. Bir yandan da kendi kendine konuşup “hıh nerelerden geldin sen? İyi ki de geldin bak, kısmetine akşam yediğim tavukların artanları vardı”,” hay Allah ne kadar da tatlı şeysin sen, keşke benimle kalsan ne güzel olur, sen bahçeye sahip çıkarsın, ben de sana, hem de arkadaş oluruz seninle” diyerek benimle konuştu durdu. Karnımın aç olmasına rağmen çok yol yürüdüğüm için dilim dışarı düşmüştü. Önce hemen suya atlayıp öyle şapırdatarak içtim ki kendime engel olamayıp, kabın etrafını, kendimi hatta kibar ev sahibini bile su içinde bırakmıştım. Biraz sonra tavuk parçalarının gerçekten bana ait olduğunu anlayınca önce kemiklerini çatur çutur kırarak sonra kalanını tek lokmada, en sonunda da ıslak ekmekleri mideme indirip bir güzel karnımı doyurdum. Şimdi artık susuzluğum giderilmiş karnım tok bir o yana bir bu yana koşturup bahçeyi tanımaya çalışıyor bir yandan da demir kapı ne zaman açılıp dışarı atılırım diye bakıyordum. Fakat bu ev sahibinin beni bırakmaya niyeti yoktu. Çünkü bir yandan bir yerlere telefon edip bana bir kulübe hazırlatıyor bir yandan da “dur dur sana bir isim koyalım ” derken bana” Badan” diye seslenmeye başladı. Anladım ki artık ona aittim ve bir adım vardı. İlk defa tekme yeme korkusu olmadan derin bir uykuya dalınca bir sahibinin olması yatacak yerinin bulunması ne güzeldi. Sabah uyandığımda bunların rüya olmadığını anladım.
Günler geçtikçe sahibim bana ben ona daha çok alışıyor, birbirimizi sevmeye başlıyorduk. Biraz geç uyanıp penceresini açmakta gecikse ben çok endişelenip camdan gözümü ayıramıyordum. Onun perdesini açıp camı aralaması ve” Badan” diye seslenmesi ile de hoplayıp zıplamaya başlıyor bahçeyi bir baştan bir başa koşuyordum. Bu arada ev sahibimi çok sahiplendim adeta herkesten kıskandım. Kapıya gelen süt dağıtıcısı ve bahçıvana dakikalarca havlar evin içine girmelerini istemezdim. O kadar ki bazen duvarda yürüyen kertenkele bile benim canımı sıkar sanki sahibimle arama girecekmiş gibi gelirdi. Bütün yaz çok keyifliydi ve artık beni hiç bırakmayacağına inanmıştım. Bahçeye her çıkışında veya dışarı gidip eve her dönüşünde ona koşup iki elimle boynuna atılmaya çok alışmıştım. Üstünün başının kirlenmesine hiç aldırmadan beni sever bir yandan da “dur dur yaramaz gene şımardın” derdi.
Havalar biraz serinlemeye başlarken sahibim de bir yandan çok fazla gidip geliyor bir sürü paketler getiriyordu. Bir sabah erkenden elinde bir bavul bana doğru eğilip “Kızım Badan ben gidiyorum senin mamaların hazır uslu dur olur mu?” deyip başımı sevdi ve kapıyı üzerime kapatıp gitti. Uzunca bir süre bahçede dolaştım. Önceleri her gün suyumu, yiyeceğimi verdiler ama bir kez ellerini uzatıp sevseler ne olurdu? Benim hoplayıp zıplamamı, ağzımı şapırdatıp su içmemi hiç sevmezler hele hele üzerlerine atlamaya kalkınca birkaç keresinde giysileri kirlendi diye sinirlenip hatta iki eliyle beni savurup “Badan, çok şımartılmışsın sen. Yeter” diye bağırıp kapıyı hızla çarpıp gittiler. Konuşmalarından, el kol hareketlerinden bana kızdıklarını anlıyordum. Sahibimi çok özledm. Ama zaman nedir anlamadığımdan gittikçe yem ve suyumun verilmesi de aksamaya uğruyor hatta bazı günler çok susuz kalıyordum. Canım sıkılıyor, bir yolunu bulup bahçe duvarını aşmayı istiyor sokaklarda belki sahibimi bulurum diye kaçmak istiyordum.
Gün geçtikçe aksileşiyordum. O kadar ki bir gün yemek ve suyumu vermeye gelenler bulunduğum yeri temizlemek isterken zincirimi çözdükleri zaman, bahçede dolaşıp, kapının aralık olduğunu fark edip birden dışarı fırladım. Öyle hızlı koşuyordum ki, özgürdüm ya… Ne karnımın açlığı ne de susuzluğum aklıma geliyordu. İlk akşam fırıncı İsmail in ızgarasına kadar koştum. Fakat maalesef bir değil birkaç hemcinsim orayı çoktan parsellemiş bir güzel uyku çekiyorlardı. Benim gelmem ile birlikte hepsi havlayıp sokağın başına kadar beni kovaladılar. Güvendiğim yerimi de kaptırmıştım. Gene sokak köpeği olmuştum ama artık ne bulursam yiyecek ne bulursam içecektim, üstelik güzel sözler duymam imkânsızdı. Havalar gittikçe soğudu yağmura ve rüzgâra önceleri aldırmıyordum ama açlık ve susuzluk özellikle de sevgisiz kalmak çok acıydı. Ne kadar zaman geçti bilemiyorum ama görenler ‘’ Off ne pis bir köpek, üstelik bir deri bir kemik kalmış. ‘’ demelerinden kendimi daha kötü hissediyordum. Kimsenin ilgisini çekmiyor, bazen okul çıkışlarında çocukların yediklerinden arta kalan bir şeyler bulurum diye oralarda dolaşıyordum. Keşke onu tanımasaydım şimdi sokaklar bana çok zordu.
Bir gün yorgun, aç ve bitkin öylece yatarken süslü bir hanım yanında bir kız çocuğu geçerlerken kızın ani çığlığı, annesinin korkması, oradaki diğer insanların çocuğu ısırdığımı zannedip bir tekme ile kendimi bir arabanın altında bulmam bir oldu. ‘’ Zaten sokağa yabancılaşmışken, bir de her fırsatta aksayan ayağımı ısırmaya çalışan, fırıncı İsmail in müdavimleri’’ ile kış zor çok geçiyordu. Zaman zaman uzaklar a gitmeye çalışsam da aksayan ayağımla oracığa çöküp kalırdım. Ne yazık ki artık ulaşamazdım eski evime, sahibime. Havalar ısındı, çiçekler açtı. Her gün biraz daha uzaklar a yürümeye başladım. Aksayan ayağım artık yere basıyor bana zorluk çıkartmıyor. Alabildiğince uzaklara gidip, eski evimin sokağında bir aşağı bir yukarı yürüdüm. Arada uzun duvarın dibinde soluklanıp demir kapıya bakıp voov vooov bağırdım. O ne Demir Kapı açık, bahçe de yemyeşil çimenler, renk renk çiçekler açmış. Kayısı ağacı bile çiçeklenmişti. İçeri doğru başımı uzatınca, bunu hissetmiştim, gelmişti. Oydu evet O…
Hay Allah benim şu iş seyahatlerim bir köpeğe, köpeği bırak herhangi bir canlıya bağlanmama engel oldu. Ben bir köpek ile birlikte yaşayamadım, ne acı… Ne çok özlemiştim, dönüğümde kapıyı açınca bana koşup boynuma atılacağı günü hayal ede ede kışı geçirdim. Şimdi evime kavuştum ama ne yazık ki sahiplendiğim köpeğim kaçmış, çok üzüldüm her yerde aradım, her sabah kalkıp ilk işim pencereleri açıp onun kulübesine bakıp “Badan” diye seslenmekti. Sabah gazetemi almaya yolumu uzatıp gidiyor, her yerde “Badan gel kızım, gel kızım” diye bağırıyordum. Birkaç sokak arkada köpek seven bir çift beni gördüklerinde ilk iş Badan’ı sordular kaçtığını duyunca en az benim kadar üzüldüler. Giysilerimi değiştirdikçe onları Badan’ın kulübesine bırakmamı, eğer yaşıyorsa muhakkak beni kokumdan bulacağını söylediler. Günlerce biriktirdiğim çamaşır ve giysilerimi kulübeye koyup bekledim. Bir sabah pencereden bakarken karşı kaldırımda bir deri bir kemik kalmış ama gözlerindeki ifadeden Badan’a benzettiğim bir köpek sürekli pencereme bakıyordu. ” Badan” diye seslenir seslenmez eve doğru koşup bir sağa bir sola zıplamaya başladı. İyice kafasını kaldırıp gözleriyle konuştu. Gülmekle ağlamak arası sesler çıkarıp devamlı hareket ediyor, arada durup yukarı bakıyordu.”Dur kızım hemen geliyorum “deyip aşağıya inmemle birlikte bir koşu tutturup benden uzaklaşıp gitti. Bir ara geri dönüp bana bir bakış atmıştı ki işte bu hayatımdaki en acı bakış oldu. Gözlerinde ağlamadan hüzünle birlikte düşünceleri çok belliydi. “Terk ettin beni, sen de adam mısın der gibiydi. Ona doğru birkaç adım gidersem nasılsa bana gelir, beni bırakmaz sandım. Önce durdu derin derin baktı ve ani bir kararla dönüp gitti. Ne kadar peşinden koştumsa nafile son kez yokuşun başında bir kere daha durdu şöyle bir geri doğru bakıp hızla uzaklaştı. Bu gidişimin çaresiz dersini almıştım. Günlerce sesini duyar gibi oldum, pencereyi açıp kulübesine doğru baktım, nafile. Bu karar benim dışımda üstelik bir köpek tarafından verilmişti. Boynum büküldü, yine yalnızdım.