Aslında insan uyuyunca her şey kısa süreliğine de olsa geçtiğine inanıyor insan. Ya da en azından bir zamanlar öyle olduğuna inanırdık. Fakat o kadar çok acı birikiyor ki artık rüyalara kadar taşıyor acılar. İnsan en çok kime kırılır diye soruyorum kendime bazen. Buna belki de milyonlarca farklı cevap bulabiliriz. Ancak benim cevabım uzun zamandır hiç değişmiyor. İnsan en çok kendinden olana kırılıyor. Kendi köküne… Kendi toprağında büyüyen diken kanatıyor en çok insanı. İnsanın kökü nedir, peki?
İnsanın kökü ailedir. Aile, en can acıtıcı dikendir aslında. Bazen de bir sofradır aile. Sofralar ise kutsaldır. Etrafına toplanan herkes istese de istemese de birbirine bağlıdır bir sofranın başında. Aynı ekmeğin birer ucunu yemek, aynı tatta buluşmak bağlar insanı. Sofralar insanı aile yapar. Ancak insan aynı duyguyu paylaşamadıktan sonra ne anlamı vardır yan yana olmanın. Böyle bir sofraya oturmuşluğum elbette oldu. Ancak hiçbiri o kadar uzun sürmedi. Bizi bir sofrada bağlayan o bağlar çoğu zaman kopuk ya da paramparça olarak kalktım o sofralardan. Kahkahaların yarım, boğazda düğümlenen lokmaların çokça olduğu o sofralar. O sofraları hiçbir zaman unutmadım. Kaşığıma yansıyan buğulu gözlerimi, yutkunamadığım lokmaları unutmadım. Ve bunlara sebep olanları… Bir insanın ağladığı en son yer olmalıdır bir sofra. Çocukken ısrarla aç olmadığımızı söylediğimiz ve annemizin yememiz gerektiğini söyleyerek bizi o masaya oturttuğu o anlar hariç tabi. Ağlamak iyidir. Gözyaşı gönlün şifasıdır bazen. Ama bir sofrada değil…