Alize rüzgârları, okyanusun üzerinden bir şarkı fısıltısı edasıyla geçip minik ve bir o kadar da titrek dalgalar oluşturuyordu. Dalgaların ritmi, dans eden insanları çağrıştırırken, bu durumu kıskanan güneş, kavurucu sıcaklığıyla suyun üzerine altın pırıltılar işliyordu. Üzeri güneşle ışıyan okyanusun altı, bilinmezliklerle dolu olan rengârenk bir bahçeydi adeta. Güneş ışığıyla fotosentez yapan yeşil ve kahverengi planktonlar; deniz tabanına kök salmış deniz otları; sarı, kırmızı, yeşil ve mavi renklerle süslenmiş mercan resifleri; denizanaları, yunuslar, köpekbalıkları… Her biri, devasa okyanusun ormanında varlığını idame ettiren ihtişamlı varlıklardı. Bu ihtişamlı varlıklardan biri de -kendisi öyle olduğunu düşünmese de- temizlik balığı Mia’ydı.
Mia, ismi gibi tatlı ve sevgi doluydu, aynı zamanda işini sahiplenmeyi severdi. Görevi, vatoz ve köpekbalığı gibi diğer balıkların vücudunda bulunan parazitleri temizlemekti. Çoğu zaman onlara yem olmaktan korkar, görevini tamamlamak için ihtiyatla hareket ederdi.
“Saf olmayı bırak, Mia.” diye homurdanarak yattığı yerden kıpırdandı deniz kaplumbağası Sam. Okyanusun en yaşlı canlısı olmasına karşın, kalın, pullu derisiyle gençlere taş çıkartırdı. Kürek biçimindeki yüzgeç ayaklarıyla rahatsız olmuşçasına, bir zırh gibi duran siyah ve sarımsı kabuğunu hareket ettirdi. “Seni kullandıklarının farkına varman için daha ne yapmaları gerekiyor?”
Mia, şeffaf kuyruğunu küçük bir sitemle havaya kaldırdı. “Beni anlamıyorsunuz.” Kimsenin onu anlamadığını düşünüyordu. Yaptığı şey göreviydi ve yapmalıydı. Parazitleri nazikçe toplayan hassas ağzını, bu sefer kendini savunmak için açtı. “Onlar yanlış bir şey istemiyorlar, sadece elimden gelenin en iyisini yapmamı istiyorlar. Deneyimli olmak için ve en önemlisi işimde en iyisi olmak için.”
O sırada, beyaz benekleriyle göz yanılsaması oluşturacak hızla yanlarından geçen papaz balığı Liko’yu zar zor görebildi. Yanından hızla kaçarcasına geçtiğine göre, mercan resiflerindeki yosunları temizleme görevinden kaytarmıştı, yine. Liko, Mia’dan iki santim kısaydı ama keskin kuyruk yüzgeciyle Mia’dan çok daha güçlüydü; ayrıca doğası gereği daha saldırgandı. Bu sebeple, onu uyarmak için atağa geçtiği her hamlede, ezilip büzülüp geri adım atmak zorunda kalıyordu Mia.
Sırtını kütletmek istercesine kollarını ve bacaklarını iki yana açarak esnedi Sam. Acıkmış olmalı ki, hemen sağındaki deniz otlarını çiğnemeye koyuldu. Göz çevresindeki derisi pörsümüştü. Liko’nun hızla geçtiğini fark etmemişti bile.
“Yine.” diye söylendi Mia. Birinin Liko’yu uyarmaması canını sıkıyordu; her defasında yaptığı yanına kalıyordu.
“Hey, Mia.” diye arkasından baloncuklu bir ses duydu. Seslenen leşçil balık Alani’ydi. “Sen burada ne yapıyorsun? Faraz her yerde seni arıyor.”
Mia şaşırdı. Okyanus’un en güçlü köpekbalığı olan Faraz’ın onu araması için hiçbir sebep yoktu. Daha bir saat önce hem onun hem de arkadaşlarının ağızlarını temizlemişti. Buna rağmen, sanki bir şeyleri eksik yapmış gibi tedirgin oldu. Yine de bunu Alani’ye belli etmedi; ne de olsa Alani, Faraz’ın en büyük pohpohçusuydu.
Etrafına bakındı ve “Neden soruyor ki?” diye sordu, tereddütlü bir ses tonuyla.
Alani nedensizce öfkelenip bağırdı. “Ben nereden bileyim? Gidip ona sorsana.” Sabrı her zamankinden çok daha kısaydı. –
“Sen neden buradasın?” diye karşıt tepki gösterdi Mia. “Aşağıda bir sürü leş görmüştüm.” Diğer büyük balıkların ağızlarını temizlerken görmüştü onları. Yem olma korkusu sebebiyle genellikle en diplere durmazdı, fakat çoğu zaman görevi gereği oraya inmek zorundaydı.
Alani’nin görevi, ölü balıkları ve su altındaki organik atıkları yemekti; böylece ekosistemin sağlıklı kalmasını sağlardı. Gözleri zayıftı. Koku alma duyusu, gözlerine oranla daha kuvvetliydi; öyle ki her ölü balığın nefesini hissederdi. Genelde suyun en dibinde, ışığın ulaşamadığı yerlerde yaşardı ve yalnız takılırdı.
“Leş yemekten sıkıldım.” Etrafından geçen rengârenk balık cümbüşünü seyretti. “Tazeleri dururken…”
“Ama bunu yapamazsın.” diye istemsizce önde atıldı Mia. “Okyanusun temizlenmesi lazım.”
Koyu renkli vücudunu gerdikçe gerdi ve güçlü çenesini aşağıya kaydırıp sivri dişlerini ortaya çıkarttı. “Bu neden benim görevim oluyormuş? Okyanusu temizlemeye çok meraklıysan, git sen yap.”
Mia, korkuyla Sam’ın kabuğunun üzerine tünedi. Alani’nin sinirlenince neye dönüşebileceğinin farkına henüz varmıştı. Dilini yutmuş bir bülbül gibi öylece kalakaldı. Bir taraftan karşındaki zebellaha hak vermişti; kocaman okyanusta hesap sormak ona mı kalmıştı? En az kendisi kadar korkan Sam’ın kabuğu titriyordu; zırhının onu yeteri kadar koruyamayacağından emindi. Mia, arkadaşına daha fazla yük olmak istemedi, içinde ıssız bir kaygıyla havalandı. Yaşlı arkadaşına üzgün bakışlar attıktan sonra içinde kötü bir his oluşmasına rağmen Faraz’a doğru yüzmeye koyuldu.
Faraz, okyanusun kralıydı ya da efendisi gibi bir şeydi. Tabii bunu ilan eden kendisiydi ama diğerleri de korkudan pek karşı çıkmamışlardı. Sert ve pütürlü bir deriye sahipti, güçlü kuyruğu ve büyük sivri dişleri vardı. Avının kokusunu çok uzak bir mesafeden bile alırdı. Hava karardığında bile gözleri iyi görürdü. Bu sebeple okyanusta olup biten her şey onun kontrolündeydi. Lakin zayıf bir yanı vardı: yalakacılara inanmak.
“Neredesin sen?” diye kükredi. Ağzından yukarıya doğru baloncuklar kabararak uzaklaştı.
Mia korkuyla irkildi. “Buradayım.” Sesi duyulamayacak kadar cılız çıkmıştı.
Faraz’ın etrafındaki hizmetkârları karşılarındaki korkağa kıs kıs güldüler ancak efendilerinin delici bakışlarını üzerlerinde hisseder hissetmez birbirlerinin arkasına saklandılar.
“Bir şeyi eksik mi yaptım?” diye sordu Mia, titrek bir o kadarda kırılgan bir edayla.
“Neyi tam yaptın ki?” diye dalga geçti geniş ağızlı köpek balığı. Dişleri kar gibi beyazdı. Belli ki sorun dişlerinde değildi ama neydeydi?
Okyanusun yazılı olmayan bir kanunu vardır; güçlü olan hayatta kalır. Fitoplanktonları zooplanktonlar, zooplanktonları ringalar, ringaları orkinoslar, orkinosları balinalar yerdi. Küçük balığı yutacak daha büyük bir balık her zaman vardı yani. Bazı balıklar görevlerini yerine getirdiği sürece hayatta kalabilme şansına sahipti. Mia da o balıklardan biriydi. Faraz’ın dişlerini her temizlediğinde yüreği ağzına gelirdi; lakin Faraz’ın ona ihtiyacı olduğunu biliyordu, yoksa o koca kan kokulu dişleri kim temizleyecekti?
Faraz, hantal bir şekilde devasa vücudunu hareket ettirdi. Mia’nın burnunun dibine kadar yaklaşıp, “Mercan resiflerindeki yosunlar temizlenmemiş, daha kötüsü aşağıdaki leşler hâlâ yerlerinde duruyor.” diye kükredi.
“Ama onlar benim görevim değil ki. Benim görevim…”
“Kes.” Sesi adeta okyanusu sallamaya yetmişti. “Sen temizlik balığı değil misin? Onları da sen yapacaksın. Burada kanun var, nizam var. Kanun kim peki?” diye hizmetkârlarına yöneldi.
Hizmetkârlar hep bir ağızdan “Siz.” dediler.
Mia, Sam’ın ne kadar haklı olduğunu anlamıştı. Görevini yerine getirmek yetmiyordu. Görevini kusursuz yaptıkça hep daha fazlasını isteyeceklerdi. Kimse ona aferin demeyecek ve kimse hakkı olan övgüyü vermeyecekti. Çok iyi biri olmanız veya çok başarılı olmanız hiçbir şey ifade etmiyordu. Her zaman sizi, göreviniz olmayan şeylerden sorumlu tutacaklardı.
Mia öfke ve keder karışımı bir duyguyla köpekbalığına yaklaştı ve kendini, henüz bir saat önce temizlemiş olduğu sivri dişlerden birine sapladı.