Karnımı doyurup sigaramı da içtikten sonra üzerime yağmurluğumu, tulumumu,
ayaklarıma da sarı çizmelerimi giydim. Yağmur başlamamıştı ama tecrübeliydim, işimi riske
atamazdım. On saniye yeter külotunuza kadar ıslanmanız için. Bir kere ıslandıktan sonra
üzerinize üç kat yağmurluk da giyseniz ne fayda… Eve gidene kadar kurumazdınız. Kötüsü
ıslak kıyafetlerin üzerine yağmurluğu giymeniz, kuruyacak elbise de kurumuyor. İçerideki
suyun buharlaşıp dışarı çıkmasına izin vermediğinden, ılık su bacaklarınızın arasında gezip
duruyor. Başka yolu da yok, ıslak kıyafetlerle yağmurluk giymeden motora binmeye kalksanız
mesai bitmeden zatürreeden geberip gidersiniz. Başıma geldiğinden biliyorum, bir kere de
değil üstelik. O yüzden isterse hiç ağmasın yağmur, ben akşama kadar sarı çizmelerle paket
atarım.
Gün boyu bir damla yağmur düşmedi, işler sakindi. Saat beş gibi yemeğe çıktım.
Yemeği bitirmiş, sigaramı yakmıştım ki bir fırtına çıktı. Hemen fırtınanın ardından yağmur
hınçla yağmaya başladı. Bu haliyle sadece yağmur yağıyormuş gibi durmuyordu, sanki birisi
bağıra çağıra bir şeyler anlatmaya çalıyordu. Üç tane sipariş düşmüştü bile. Can abi de
yağmurluğunu giymişti. Yağmur yağdı mı hiç durmazdık, motoru daha yavaş sürdüğümüzden
bir siparişi bırakıp diğerini alırdık. Kendimi yola bıraktığımda motoru temkinli sürüyordum.
Arka frene biraz sert asılmaya gelmiyordu. Yoksa motosikleti buz pistinde sürüyormuş gibi
arka teker sağa sola kayıp giderdi. Yağmur yeni başlamıştı ama çoktan kaldırımlara kadar
sular yükselmişti. Bazı yerlerde neredeyse motosikletin yarısı suya gömülüyordu, Allah’tan
stop ettiği olmamıştı hiç. Yine de her şeyin bir ilki vardır. Suyun en sığ olduğu yerlerden
gidiyordum, tekne değil bu batar kalırız. Ezbere bilsem de unuttuğum bir çukur defterimi
dürmeye yeter. Paketi hızlı götürme gibi bir sorumluluğumuz yoktu, tek sorumluluğumuz her
paketten sonra dükkâna canlı dönebilmekti.
Al işte! Daha şimdi çıktım yola, ilk siparişi bile vermedim. Son model, diğer arabaların
iki katı bir siyah Audi sokaktan caddeye bir rallide yarışıyormuş gibi yanlayarak daldı.
Refleksle abandım frene. Arka teker hemen yanımdaydı, solumda… Kırmızı paket çantamla yan
yana gidiyorduk caddede. Tam düştüm derken soldan sağa geçti arka teker, tekrar sola… İki
ayağımı yere bastım düşmemek için. Yirmi metre kayarak mücadele ettim, devrilmediğime
şaştım. Siyah Audi pati çekerek uzaklaştı. Kim takar yağmuru, nabzım öyle yükseldi ki
korkudan sinirlenemedim bile. Umurumda değildi siyah Audi ve içindeki. Düşmedim ya,
ileride benden uzakta geberirse sevinirim.
Kasaba Sitesi’nin önünde durdum. Site demeye bin şahit gerek, vilayet… Gerçekten
kendi içinde başka bir kasaba.
Bloğa bakmamıştım, güvenliğin gözünün içine bakıp “Sipariş G Blok’a ağabey.” dedim.
“Tamam geçebilirsin. Motoru şöyle park et istersen, yağmur gelmesin.”
“Tabi ağabey, yağmur gelmesin. Ben koşarak gitsem mahsuru var mı? Bu şelalenin altında
boğulup gitmeyeyim. Hem G alfabenin biraz ilerisinde. C değil ki D var, D’den sonra E var.
E’den sonra bile gelmiyor, F var. Ben sizin insanlığınıza sokayım!”
Güvenliğe teşekkür edip koşar adım yoluma devam ettim. Adamın ne suçu var, ne
diyorlarsa onu yapıyor. Hiç sevmezdim bu siteyi, ilk defa buraya sipariş çıktığında çok
methetmişlerdi. Şaşıracağımı düşünmüşlerdi. Evet, şaşırdım ama bu kadar paranın nasıl
vizyonsuzca çarçur edildiğine.
Bahşişi düşünüyordum, paket sağlamdı. Sekiz yüz otuz liralık sipariş vermişlerdi, hem de nakit…
Yirmi lira kesindi. Benim gözüm yetmiş liradaydı. Belki dokuz yüz elli lira uzatırlardı, para üstünü uzattığımda yüz
lirayı alıp gerisini bana bırakırlardı. Belki de bin lira verip teşekkür ederek kapıyı
kaparlardı.
Zile bastım, on yaşlarında bir erkek çocuğu kapıyı açtı. Ev kalabalıktı. Çocuk, paketi
elimden alıp hiçbir şey demeden kapıyı açık bırakarak tam karşımda başka bir açık kapıdan
içeriye girdi. Büyükçe bir masanın üzerine bıraktı. Ellerinde kolalar, başka yemeklerin olduğu
tabaklarla şık giyimli erkekler, mayhoş kokulu kadınlar geçip duruyordu. Neyse ki birisi fark
etti beni, az önceki çocuğun eline bir şeyler verip beni işaret etti. Çocuk sekiz yüz elli lira getirmişti,
paranın üstünü alıp kapıyı suratıma kapadı. Metro duraklarındaki gofretlerin, meyve sularının
olduğu otomatlar gibi hissettim kendimi. Ya da öyle bir şey ama kesinlikle insan gibi değil.
Sinirli adımlarla sitenin içinde blokları aşıyordum, tüm binanın temeline dinamit
döşeyip kökünden bu işi halledebilirdim içindeki herkesle birlikte. Bahşişinde değilim,
yağmurun çamurun içinde çürümüş midelerini doyurmak için bin bir eziyetle getiriyorum o
hamburgerleri. “İnsan bir teşekkür eder, hayvan bunlar hayvan!”
Yağmur hız kesmeden yağıyordu. Trafik tıkanmıştı, bir an önce yakalandıkları kırmızı ışıktan
kurtulmak için insanlar kornalara abanıyordu. Öküzün biri direksiyonu kırıp beni devirmesin
diye ağır ağır arabaların arasından ilerliyordum. Dükkâna döndüğümde paketlenmiş siparişler
tezgâhın üzerinde hazır bekliyordu. Akşam dokuza kadar ne sipariş durdu, ne yağmur.
Söyleyecek başka bir şeyim yok, eve gittiğimde kendime söz vermiştim. “Bugünü
yaşanmamış sayacağım. Silip atacağım, hatırlamayacağım bugünü.” Sözümün bu kadarını
bozdum, saat dokuzdan sonrasını hatırlamıyorum. Motordan düşmüştüm galiba, küçük bir
ırmaktaydım sanki. İçgüdüsel olarak kulaç atasım gelmişti, donuma kadar ıs… Yok,
hatırlamıyorum. İyi geceler.
Hatirlayamiyor. Arka fonda paganini çalıyor..