İnsanların halden hale girdiği şu günlerde sesiz, sakin, dingin ve kedersizim. Sebebini sormayın. İnanın ben de bilmiyorum.
Bu dinginlik içinde kahvehaneye oturdum. Soba gürül gürül yanıyordu. Camlar soğuk ve sıcağın çarpışmasıyla buğulanmış, dışarısı görünmüyordu. Çok erken gelmiş olmalıyım. Kahveciden başka kimsecikler yok. Etraf akşamdan oynanan okey taşları, ıstakalar, oyun kartlarıyla dolu. Kahveci geç yatıp erken kalkmanın öfkesiyle çay demliyor. Çok suskun. Onun bu hali konuşma isteğimi yok ediyor.
Oturduğum sandalyeden kalkıp, sobanın kenarına kıvrılıyorum. Gereğinden fazla yanan soba ortamı iyice ısıtıyor. Camlar her zamanki halini alıyor. Sobadan çıkan çıtırtılar Farid Farjad’ın unutulmaz esri ‘’keman ağlıyoru’’ hatırlatıyor. Kendimi çıtırtıların ezgisine kaptırıp düşüncelere dalıyorum.
Cama beyaz kristaller yapışmaya başlıyor.’’ Tevekkeli hava soğuktu diyorum’’ kahveciye. Kahveci duymamazlığa gelip masaları topluyor.
Uzun samsun sigarasının külü epeyce uzamış halde bana dönen kahveci:
-Çay.
-Evet.
-Şeker olmasın. Diyorum.
Çayımı yudumlarken kapı gıcırtıyla açılıyor. İçeriye daha önce hiç görmediğimiz iki genç giriyor. Birinin kapkara uzun sakalları, diğerinin arkadan tokayla tutturulmuş uzun saçları var. Ellerinde iki koca çanta, ayaklarında postallar, sırtlarında siyah montları var.
Kahveci onlardan tarafa dönüp:
-Buyurun birader. Birini mi aradınız?
Uzun boylu olan bu soruyu beklermişçesine söze karışıp:
-Balkız köyüne gidiyoruz. Tamamlamamız gereken bir inşaat var. Tabi ya anlatmadım. Bağışlayın. Arkadaşım ve ben mühendisiz. İnşaatı geçen ay başlattık, fakat elde olmayan sebeplerle memlekete geri döndük. Haliyle inşaat ta yarıda kaldı. Dolmuş Balkız köyüne gitmeyecekmiş. O yüzden bizi burada indirdi. Zahmet olmazsa bizi götürecek bir taksi isteyeceğiz.
Kahveci işkilli tavırla kırlaşmış sakalını sıvazlayıp:
-Benim emektar Renault var. Hele oğlan kalksın. Sizi onunla gönderirim. Dedi.
Bu sefer orta boylu tıknaz delikanlı söze girdi:
-Paramız var. O yönden endişeniz olmasın. Dedi.
Kahveci başını iki yana sallayıp cık cık cık yaptı ve iki çay getirdi.
Gençler bir yandan çaylarını yudumluyor bir yandan sabah haberlerine kulak kabartıyorlardı.
Uzun boylu olan çantasını kucağına koyuyor, arada sıcak çaydan yudumluyordu. Diğerinin telaşlı bir hali var. Yüzü bir kırmızıya sonra birden beyaza çalıyor. Kıpırdanarak ayağa kalkıyor. Helayı soruyor. Sarsak adımlarla kıvranarak helaya gidiyor. Ardından diğeri.
Ben yine sesiz, sakin, dingin bir ruh haliyle onları gözlemliyorum. Bir aralık kahveci bana bakıp, kim bunlar der gibi ellerini yana açıyor.
Ben de bilmem anlamında boynumu çekiyorum.
Gençler elleri ıslak halde gelip masalarına oturuyor. Gözleri televizyona takılı, bakışları endişeli…
Bir an son dakika haberi geçiyor.
Haberde Kaklık hapishanesinden kaçan iki katilden bahsediyor. Spiker ekrana katillerin eşkâllerini yansıtıyor.
Deminki sakin halimden eser kalmıyor. Kan ayaklarımdan beynime, beynimden tekrar ayaklarıma hücum ediyor. Ellerim titriyor. Nefesim hızlanıp, kalbim çarpıyor.
Bunlar onlar der gibi kahveciye bakıyorum.
Kahveci oralı değilmişçesine çay dolduruyor.
Ben bozuntuya vermeden oradan kalkmak istiyorum. Uzun boylu olan aniden kalkıp bana yöneliyor.
Ellerimi ardıma kenetliyor. Kısa boylu olanın elinde silah kahveciye doğrultmuş. Bütün bunlar ne ara oluvermişti? Şaşalıyorum.
Kısa boylu olan bağırıyor:
-Arabayı çabuk getir!
Kahveci önde, oğlan arkada dışarı çıkıyor. Ben se korkak gözlerle diğerine bakıyorum.
Bir müddet sonra kahveciyle diğer oğlan giriyor. Oğlan kahveciyi sobadan tarafa itiyor. Diğeri kollarımı bırakıyor. Hızla kahvehaneden çıkıyorlar. Tam arabaya binip uzaklaşacaklar ki jandarma yollarını kesiyor. Ne olduğunu anlayamayan gençler ellerini kaldırıyor. Diğeri silahı yere bırakıyor.
Ortalık bir anda sakinleşti.
Jandarmalar ve katiller köyden uzaklaştı.
Kahveciyle birer soğuk su içip sessizce oturduk. Kalkacak halimiz de yoktu zaten.
O gün bu gündür ne zaman kendimi sakin, dingin hissetsem hep bir şey olacakmış gibi korkar halden hale girerim.