Yastığımı dikleştirip sırtımı sağlama aldıktan sonra, bir müddet kitap okumayı çok
seviyorum. Özellikle yükte ağır olanları. Yani yanımda taşıyamadıklarımı …İşe gidip
gelirken, metroda okumak için de ince kitaplar alıyorum yanıma. Nedense Ayşe
bununla alay ediyor.
Evimde en çok beyaz kitaplığımı sevmemi de anlamsız buluyor. Düzeni abartılıymış.
Oysa ki Ayşe’den başka herkes hayran . Yerli ve yabancı yazarlar ayrı raflarda.
Kitaplar konularına göre ayrılmış ve alfabetik sırada. Hangi kitap sorulsa salonda
değilsem bile seslenip tam yerini tarif edebilirim.
Salondaki sehpayı özellikle böyle seçmiştim. Eskiden bizim evde de vardı, gazetelik
gibi. Üstü sehpa, alt rafı dergi, kitap koyma yeri. Eşya seçimimi de eleştirir hep. Eee
boşuna dememişler, zevkler ve renkler tartışılmaz diye. Her neyse…Artık pek gazete
almıyorum. Ama karikatür sevgim hiç bitmediğinden mizah dergilerimden
vazgeçemiyorum. Günün yorgunluğuna bir iki sayfa okumak ilaç gibi geliyor. En çok
delilere gülüyorum. Sadece okurken değil, hatırladığım her yerde. Mesela bugün iş
çıkışı Ayşe ile metroya yürürken, yine aklıma bir şey geldi ve gülümsedim. Anlatırsam
onun da çok güleceğini sanmıştım ama hiç merak etmedi, sormadı da.
Küçümseyerek baktı sadece. Ya da bana öyle geldi. Yine de açıklama yaptım:
“Sokakta giderken”…
Gülümsüyordum hala, o da küçümsemekten vazgeçmiş, dövecek gibi bakıyordu.
“Orhan Veli diyorum.”
“Şiir sevmediğimi unuttun herhalde.”
İnat etmiştim, sözümü tamamlayacaktım.
Oturacak yer yoktu, ayakta dikilirken, onun duyacağı şekilde söyledim şiirimi.
“Sokakta giderken
kendi kendime
gülümsediğimin farkına vardığım zaman
beni deli zannedeceklerini
düşünüp
gülümsüyorum.”
Sonra çantamdan Seçme şiirleri’i çıkarıp ona uzattım.
“Bence kendine de , şiire de bir şans ver.”
Hakaret etmişim gibi hiddetlendi. Ne olduğunu anlayamadım. Kıyamadığım kitabımı
avucunda iyice sıkıştırdı. İneceğim duraktaydım. Gözlerinden ateş püskürüyordu.
Konuşmadık, el sallayıp İndim.
Eve henüz gelmiştim ki kapım çalındı. Gelen Ayşe’ydi. Demek ki yola devam etmeyip
o da inmişti. Tuhaf davranıyordu. Şaşkınlıkla buyur ettim içeriye. Salona geçip az
önce verdiğim kitabımı dergilerin üzerine fırlattı.
“Sen bunları bilerek yapıyorsun.”
“Ne yapıyorum? Ne diyorsun Allah aşkına?”
“Ama başardın, tebrikler.”
Sinirli sinirli alkışlıyordu.
“Ayşe ne başarısı?…ne tebriği…?”
“Geçen akşam herkesi evine çağırdın, benim şiirle romanla işim olmadığını bile bile,
sürekli konuyu kitaplara getirdin. Bütün akşam senin kitaplığını övdük hep beraber.
Dur…Asıl gösteri Yeliz hanım hangi kitabı sorsa salona gelmeden, ta mutfaktan
cevap vermen. Sen kitapla bozmuşsun kafayı. Şansından müdüründe seninle aynı
kafada. Nimet hanım emekli olunca yerine kimin geleceği belli oldu. “
“Ayşe, Yeliz hanım ve tüm ekip sana da yemeğe geldik ya. Çalışanlarının ev düzenini
görmek, prensibiymiş ya. ‘Gelmek istiyoruz’ diyene ‘hayır gelmeyin’ mi deseydim.
Sen niye diyemedin o zaman? Kaldı ki Yeliz hanım şirketin sahibi, canı kimi isterse
Nimet hanım’ın koltuğuna onu oturtur. Seni beni oturtacak değil herhalde?”
“Beni değil ama seni oturtacağı kesin.”
Öfkeden kıpkırmızı olmuştu en yakın arkadaşım. Ya da öyle sandığım. Kolum
kanadım kırılmış gibiydi. Sessizleştim. Onu bile farketmedi, içindekileri boşaltmaya
devam etti. Bunca yıllık dostluğumuza zerrece acımadan.
“Bugün imza için Yeliz hanımın sekreterinin yanındaydım, geldiğimi haber vermek
için odaya girdi. Kapı aralıktı, Nimet hanım hararetle seni övüyor, ara sıra ‘Ayşe
hanımla, Emel hanım da iyi ama Zuhal hanımın düzenini siz de biliyorsunuz ‘diyordu.
O da ağzı kulaklarında ‘evet çok disiplinli. İnsan zihni kitap rafları gibi dağılır bazen,
ama o çabucak derleyip toplayabiliyor‘ Bak bak Zuhal hanım her şeyi toparlayacak bir
kurtarıcıymış meğer. Bitmedi. ‘Mizah zeka işidir, ilgi duyması güzel. Hafızası da iyi. O
raflardaki kitapları ezbere sayabilirdi, biliyorsun değil mi? ‘ diye buyurdu Yeliz cadısı.
Nimet de onayladı tabi.”
“Ayşe otur biraz, lütfen.”
“Hayır oturmayacağım, ne şimdi ne de bundan sonra.”
Gücünü toplayıp son zehrini de akıttı. “Sehpaya fırlattığı kitabı tekrar eline alıp
buruşturdu.
“Şu kitabı bile kasıtlı tutuşturdun elime değil mi? Terfi aldığını çıtlattı sekreter Gizem,
gülümsersin yol boyunca tabi. SEÇME ŞİİRLERmiş. Yeniden alkışlamaya başladı.
Seçildiniz Zuhal hanım, rahat rahat ister gülümseyin, ister kahkaha atın.”
Kitabı raflara doğru fırlatıp bir ateş topu gibi çıkıp gitti evimden.
Raftan birkaç kitap düştü. Ne yaptığımı bilmez bir halde yerine koydum düşenleri.
Birisi raftaki yerini beğenmemiş gibiydi, sinirden ellerim titriyordu. Sığmayanı koltuğa
fırlattım ben de. Sonra da gönlünü almak için yanına çöktüm. Buruş buruş Seçme
Şiirler. Sayfaları iki yana açılmış, koltuğa yüzüstü kapanmış ağlıyor gibiydi. Ayşe
ikimizi de hırpalamıştı. Aşımı, ekmeğimi, sevincimi, hüznümü paylaştığım, kardeşim
dediğim Ayşe. Kitabı aldım, kapatacakken okumaya başladım birden bire.
Ekmek şiiri…
Boğazım düğümlendi. Allahım…
Dilimin ucunda bir eski arkadaş adı…
Devam edemedim, kitabı göğsüme bastırıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.