GERÇEKTEN BEN KİMİM?
Buğulu gözlerimi cama dikmiş, başımdan geçenleri beynimde yoğuruyordum. Zaman zaman ben kimim demekten alıkoyamıyordum kendimi. Bu soruyu bana bu aralar defalarca sorduran olaya gelince:
Bir sabah bilmediğim bir mezbelelikte ellerime kan bulaşmış halde uyandım. Burası neresi? Ellerimdeki kan da neyin nesiydi?
O gün normal bir durummuşçasına oradan kalkıp evime gittim. Evimde her şey normaldi. Hani insan hatırlamak istemediği ya da korktuğu şeyleri bilinçaltına iter de o şeyi gerçekten hatırlamaz, bana da öyle bir şey olmuştu sanırım.
Normal bir günde, her zaman yaptığım gibi işe gitmek için telaşla otobüs durağına koşuyordum. Arkamdan bir adam avazı çıktığı kadar bağırıyordu:
-Pelin, Pelin!
-Bana bakar mısın? Neden benden kaçıyorsun?
Arkama döndüm:
-Bana mı dediniz diye sordum?
-Evet, sana diyorum.
-Beyefendi ben Pelin değilim Nevin’im. Beni birine benzettiniz sanırım dedim ve kaçarcasına gelen otobüse atladım.
Kafam epey karışmıştı. Kimdi, neydi? Bir tek şey biliyorum, yaşananlar çok saçma ve anlamsızdı.
O gün yorgun argın işten döndüğümü hatırlıyorum. Sanırım aşırı yorgunlukla uyuyakaldım.
Korkunç bir rüya gördüm:
Sarışın, uzun boylu, bakımlı bir kadın peşimden koşturuyor. Koşarken de bırak yakamızı. Biz sana ne yaptık. Kocam seni istemiyor. Yeter artık, çık git hayatımızdan. Sen nasıl bir orospusun? Defol git!
Bu kadını daha önce gördüm sanki. Ama onunla ya da kocam dediği kişiyle, bir şey yaşadığımızı hatırlayamadı.
Her rüyada olduğu gibi o kadından da ardıma bakmaksızın kaçtım.
Uykudan kan ter içinde uyandığımı sandım. Rüyaydı bu emindim bundan. Ama ne zaman üstümü giymiştim? Yine üzerinde durmak istemedim.
O gün hafta sonu tatiliydi. Mutfağa gidip kendime güzel bir çay demledim. Ekmekleri tereyağında kızarttım. Kileri açıp bu yıl yaptığım çilek reçelini çıkardım. Habibe ablanın iş yerine getirdiği gezen tavuk yumurtalarından beş tane kırdım. Çay demlenince oturup bir güzel yedim. Bu ne iştah böyle dedim kendime?
Yavaşça ayağa kalktım. Başım birden deli gibi dönmeye başladı. Sanırım bayıldım. Bilmiyorum. Bilmiyorum bu ara bana neler oluyor. Biri çıksa karşıma Nevin telaş etme her şey geçti. Hepsi bir rüyaydı dese. Beni teselli etse… O kadar çok ihtiyacım var ki. Anne karnına dönmek istiyorum. Benim için herkes gibi en güvenli yer orası. Kafayı mı yiyorum acaba. Yok, yok kendi kendini telaşlandırma.
Bu seferde gözlerimi kocaman bir evde açıyorum. Evin mobilyaları altın varaklı. Kim bilir hangi zenginin evi? Elimde ağır bir çanta… Çantayı açıyorum. İçinden altın bilezik, kolye, yüzük, broş, yakut bir set… Gözlerime inanamıyorum. Bunlar benim mi? Benim burada, bilmediğim bir evde ne işim var. Yine o anlamsız rüyalardan birini görüyorum sanki.
Elimdeki çantayı usulca yere bırakıyorum. Hızlı adımlarla kapıya yöneliyorum. Kapı içeriden kilitli… Anahtarı üç defa döndürüp açıyorum. Hızla merdivenlerden inmeye başlıyorum. Arkamdan bir dairenin kapısı açılıyor:
-Bakar mısınız? Siz kimsiniz. Apartmanda ne işiniz var?
Sorulara aldırış etmeksizin hızla merdivenleri iniyorum. Apartman kapısını gıcırtıyla açıp kendimi sokağa atıyorum.
Uyandığımda evimdeyim. Yine üstümde kıyafetler var. Oysa bugün tatil değil miydi?
Bileklerimde bir ağırlık hissediyorum. Bakıyorum tamı tamına sekiz koca bilezik. Üstelik altın. Parmağımda pırlanta bir yüzük…
Yok, bunlar benim değil. Bu yaşadıklarım rüya değil. Ben uyurgezerim. Apar topar kalkıp telefonumun arama motorunu açıyorum. Amacım iyi bir psikiyatrist bulmak. Birini bulup hızla çıkıyorum. Beynim uğulduyor. Kulaklarım çınlıyor. Ayaklarım yürümek istemiyor.
Bir saat sonra doktorun odasındayım.
Doktor:
-Anlat bakalım.
Ben:
-Kendimi tanıyamıyorum doktor bey! Sanırım uyurgezerim. Bir gün bir yerde öbür gün başka bir yerde uyanıyorum. Garip garip rüyalar görüyorum. Yalvarırım söyleyin ben kimim?
Bunu üzerine doktor kaşlarını çatıp, düşünceli bir tavırla:
-Bir takım tahliller yapacağız. Sekreterime gidin. O gerekli olanları size söyleyecek. Diyor.
O gün kan vermedir, idrardır, tahlildir derken akşam oluyor. Yorgun argın eve giriyorum. Sıcak bir duştan sonra yatıyorum.
Bu kez gözlerimi iki polisin arasında kelepçeli bir halde açıyorum. Adamlara soruyorum:
-Hey memur Bey! Ben ne yaptım? Niçin tutukluyum?
Uzun boylu polis bana tepeden bakıp:
-Hırsızlıktan. Hatırlamıyormuş numarası yapma bize. Yemezler.
Polisin öfkeli cevabından sonra susuyorum. Kendi kendime ‘’yapmışta olabilirim. Son zamanlar yaşadıklarım rüya olmayabilir.’’ Diyorum.
Karakola girince aklıma doktorum geliyor. Numarayı tıknaz olan polise veriyorum.
-Bu numara doktorumun… Lütfen onu arayın. Benimle ilgili şeyleri o biliyor sanırım.
Polis başını iki yana sallayıp numarayı tuşluyor.
Doktorla epeyce konuşuyorlar.
Ne dedi diye soruyorum:
Polis:
-Anlayacağız. Kişilik bölünmesi dedi doktorunuz.
Ben:
-O da ne?
Hapishanenin nemli duvarlarının ardında öğreniyorum tüm gerçeği.
Meğer ben sadece Nevin değil, Semra, Pelin ve susanmışım.
Nevin işten eve, evden işe gidip gelen bir hasta bakıcı, Semra azılı bir katil, Pelin evli erkeklerin peşinde saplantılı bir orospu, Suzan ise usta bir hırsız.
Bunların hepsi benmişim meğer.
Tekrar soruyorum’’ gerçekte ben hangisiyim?’’