1973 İstanbul doğumlu Tarık Tufan’ın yaklaşık on yedi yıl önce temellerini attım, dediği romanı “Gece Açan Çiçekler” bu yılın en çok konuşulan romanları arasına girdi.
“Kekeme Çocuklar Korosu” adlı kitabıyla edebiyat dünyasına merhaba diyen Tufan’ın on iki adet basılmış kitabı bulunuyor.
“Şanzelize Düğün Salonu” adlı kitabının da senaryosunu yazan yazar, eserini dizi formatında dijital bir kanalda yayına sundu. Yazarın ünü bu diziyle biraz daha artacak gibi görünüyor.
Yirmi beş yıldır edebiyat dünyasında var olan yazarın son kitabı Gece Açan Çiçekler, bir aile dramını anlatıyor. Yüzyıl öncesi ve şimdiki zaman arasında geçişlerle yazılmış olan kitap Osmanlı İmparatorluğu’ndan bize ulaşan karakterleriyle bugünün sırlarını açığa çıkarırken, aynı zamanda aile ve insanın hakkındaki olumsuz gerçekleri de göz önüne seriyor.
“İnsan sakladıklarıyla insan, insan kaybettikleriyle insan, insan susuşlarıyla insandır.“diyor bir söyleşisinde Tarık Tufan ve kitabında bu tanımladığı insanı ustalıkla tasvir ediyor.
“Kıyametin bir müziği olsaydı keşke.” dedim kendi kendime. Gökyüzü üzerimize yıkılırken ve biz tam ortasından bir mezar gibi açılan toprağın içine yuvarlanırken, gözlerimizi kapatıp ölümün şiddetinden biraz olsun kaçabilmek için kendimizi müziğe bırakırdık.
Oturduğum koltuktan kalkıp üst kata çıkan merdivenleri aheste adımlarla tırmanırken daracık, tekdüze dünyamda Yedinci Senfoni’yi kıyametin müziği olarak ilan ettim.”
Böyle başlıyor Halide’nin hikâyesi, İstanbul’un bozasıyla meşhur Vefa semtinde her nasılsa zamana direnebilmiş, satılmaktan ve ruhsuz bir otele, pastaneye ya da bir apartmana dönüşmekten kurtulmuş olan konakta. Canfeda Konağı ya da halkın yakıştırdığı isimle Uğursuz Konak.
Annelerinin ölümü nedeniyle konağı satışa çıkaran kardeşler, yıllar sonra bir araya gelecekler ve ablaları Halide ile birlikte geçmişin tozlu odalarında gezerek yüzleşecekler. Bütün kırgınlıklar, kızgınlıklar, sitemler, kalpte ukde kalmış hevesler dökülecek ortaya.
Nihal küçücük bir çocukken yatılı okula yollanmanın hesabını soracak, Zeliha sakat ayağının tedavisinin yapılmayışını hatırlatacak, Cihangir sevdiği kadının kabul görmeyişinden yakınacak ama kimse Halide’ye dönüp senin derdin neydi, kendini neden konağa kapattın, sevdin mi sevildin mi, neler vardı iç dünyanda demeyecek.
İstanbul küçük kıyametini yaşarken, televizyonlar bugün dışarı çıkmayın çok tehlikeli diye anons geçerken, kardeşler yıllardır içlerinde biriken öfkeyi biraz konuşarak, biraz bağırarak döker ortaya ve nihayet biri cesaret eder kilitli kapıyı açmaya. Halide ablalarının odası açılacak ve yıllardır konuşulmayan sır konuşulacak.
Roman iki zamanlı olarak yazılmış, İki binli yıllar Halide’nin ağzından anlatılırken, yüzyıl öncesini ise Derviş Ali anlatıyor.
Kardeşlerin konakta buluştukları gece İstanbul için uğursuz bir gecedir, boğazda infilak eden bir tanker göğe yükselen alevler ve dumanlarıyla küçük kıyametin ön izlemesi gibidir.
“Şehri mahşer yerine döndüren infilakın ve karanlık göğü kızıla boyayan yangının, kıyametten değil de İstanbul Boğazı’na doğru yol alan dev tankerin Sarayburnu açıklarında bir gemiyle çarpışmasından kaynaklandığı ortaya çıktı. Bazıları bunu duyunca rahat bir nefes alıp başlarını secdeden kaldırdıysa da dışarı taşan kalabalık kaza haberinin yalan olduğunu, gerçeğin halktan gizlendiğini, büyük ve esrarlı bir saldırı yaşandığını iddia etti. Bir cinnet ve delilik halinin ortasında salınıyorlardı. Bütün umursamazlığıma rağmen beynime bir yılan gibi sokulan boğuk sesler, ruhuma huzursuzluk bulaştırıyordu. İki elimle kulaklarımı kapadım, bir süre bekledim. Kahverengi fısıltılar çoktan içime doluşmuştu. Keşke insan, ruhunu istila eden kelimeleri kusarak dışarı atabilseydi.”
İkinci Meşrutiyet dönemindeki gecede İstanbul için uğursuz bir gecedir, tüm şehri yangınlar sarmıştır. Derviş Ali bir zabiti öldürme suçlamasıyla zindanda idamını beklemektedir. Tüm mahkûmlar burada yanarak öleceğiz diye feryat ederken, Derviş Ali’nin aklında ve kalbinde sadece sevdiği kadın Handan vardır. Meşhur saray ressamı Fausto Zonaro gelecek ve saraya onun masum olduğunu ispat edecektir. Bu inanç ve Handan’ın aşkı, tek düşündüğü budur.
Yüzyıl arayla iki kişi yani Halide ve Derviş Ali o meşum gecede hikâyelerini anlatmaya başlarlar biz okurlara, hikâyelerinin başlangıcının onları birbirine bağlayacağını bilmeden.
İkisinin de onları yaralayan ve felaketle biten bir aşk hikâyesi vardır, ölümleriyle nihayete eren.
Halide evin en büyük çocuğudur. En küçük kardeşleri Nihal’in doğumuyla annesi lohusa depresyonuna girer. O günlerde babaları da evi terk edince annesi Nihal’in bakımını tamamen Halide’ye bırakarak kendi dünyasına kapanır. Nihal’i, Halide büyütür, bir nevi annesi olur onun. Annesi, Nihal’i zorla yatılı okula verene kadar Halide’nin dünyası Nihal’dir.
Nihal’in okula gitmesiyle konakta geçen günler hep aynıdır artık, gelen misafirler, sonrasında annesinin çıkardığı kavgalar, küsen ahbaplar, tekrar barışmalar. Bir de düzenli gelen bir falcı vardır, hep annesinin duymak istediklerini söyleyen bu kadın nasılsa bir gün Halide’ye “Gel sana da bir fal bakalım.“ der. Annesinin onayıyla Halide fal kapatır. Falcı kadın fincana bakar ama hiç yorum yapmaz, suratını ekşitir, bozulmuş bu fal der.
Falcının gördüğü kaderi bilseler konağın halkının yaşamı bambaşka olur belki ama yazı yazılmış, yol çizilmiştir. Vuslata ermeyen aşklar ve ölüm bu ailenin yazgısıdır.
Halide’nin kaderi ya da kaderinin celladı bir tiyatro çıkışında bulur onu. Annesinin arkadaşlarından birinin, oğlu Nedim. Birbirlerini uzaktan tanırlar ama bu karşılaşma başka bir yakınlaşma doğurur. İlk izledikleri oyun “Anton Çehov -Vişne Bahçesi-“ olur. Hatta Nedim bunun anısına oyunun kitabını hediye eder Halide’ye.
Sürekli buluşmalar, sinemaya tiyatroya gitmeler, pastanelerde limonata içmeler derken aşk bacayı sarar. Halide çok mutludur bu aşktan ama içinde bir de korku vardır, belki de bu yüzden herkesten saklar bu ilişkiyi özellikle annesinden. Annesi zaten son derece kuralcı, kimseyle geçinemeyen, sert ve kibirli bir kadındır, bir de bu aşkı duysa kesin karşı çıkar.
Halide bu aşkın sarhoşluğu içinde gezinirken içinde küçücük bir korku vardır. Nedim neden evlilikle ilgili konuşmaya yanaşmıyordur? Bu korkusu çok geçmeden onu haklı çıkarır, Nedim sessiz sedasız ortadan kaybolur ve aramalara, mesajlara dönmez.
Geçen haftalar Halide acı ve kaygı içinde kıvranır, annesine olayları anlatmak ister ama cesaret edemez. Aylar sonra annesi ona acıların en büyüğünü yaşatacak olan haberi verir. Arkadaşının oğlu Nedim’le kardeşi Nihal evlenmeye karar vermişlerdir. Üstelik tüm aile bu hayırlı ve paralı kısmete çok sevinmiş, Nedim’in Nihal’den yaşça çok büyük olması sorun sayılmamış, herkes ağızbirliği içinde Nihal’e baskıya başlamıştır. Halide bu dünyada cehennemi yaşıyordur ama kimse onun farkında değildir. Nasıl olmuştur bu, sadece bir kere izin gününde karşılaşan kardeşi ve Nedim ne ara bu kadar samimi olmuş, yetmemiş evlilik kararı almıştır. Kendisine bu kadar ümit veren adam tek kelime açıklama yapmadan nasıl kardeşiyle evlenmeye kalkmıştır. Çok hızlı gelişir olaylar ve Halide sahte gülüşlerle geçirir tüm bu zamanı. Kardeşinin düğününden hemen sonra intihar ederek hayatına son verir. Konaktan gelinliğe sarılı tabutu çıkarken annesi kilitler odasının kapısını ve felaket gecesinde kardeşler buluşana kadar açılmaz bir daha o kapı.
“Annem kilitledi odanın kapısını. Konağın bir parçasını unutulmanın ve suskunluğun izbe karanlığına terk etti. Ailemizin birbirine dolanıp da bir türlü ayıramadığımız hatıra yumağını oraya tıkıştırdı. Kabahatlerimizi, günahlarımızı, sırlarımızı kullanılmayan eşyalar gibi odaya yığdı. Kapıyı kilitleyince zamanın geriye döneceğini, iç ağrılarının dineceğini, ölü mevsimlerin bahara döneceğini hayal etti. Kilitli kapılar simsiyah akan hatıra nehrini engelleyemedi. Şimdi birisi o kapıyı açmalı ve o derin yarada biriken bütün irinlerin akmasını göze almalı.
Bu gece Canfeda Konağı’nın kilitli odasının açılma vakti geldi. Annem artık yok, o bedeli ödemek bize düştü. Bana ve kardeşlerime.”
Sonu ölümle biten diğer aşkın sahibi ise Derviş Ali’dir. Gerçekten bir tekkede derviştir Ali. Gündüzleri mücellid olarak çalışır, yani kitap ciltler. Akşamları tekkeye gider. İşlediğine emin olduğu büyük günahın kefaretini böyle ödemeye çalışır. Onu aşka düşüren olaylar tekkeye gelen saray ressamının yardımcısı olmasıyla başlar. Fausto Zonaro sarayda görevlidir. Osmanlı kültürüne büyük ilgi duyan ressamın en büyük arzusu zikir çeken dervişlerin resmini yapmaktır. Bu yüzden günde bir saat Derviş Ali onunla sohbet etsin, yol göstersin ister. Bu ziyaretlerde görür ilk kez Handan’ı Derviş Ali ve görür görmez âşık olur. Handan, Zonaro’nun öğrencisi ve ünlü bir paşanın tek kızıdır. İmkânsız bir sevdadır bu, gariban bir derviş ve koskoca paşa kızı Handan. Ama aşk makam mevki bilmez, Handan da âşık olur Derviş’e ve tüm itirazlara, hor görüşlere yok sayılmalara rağmen evlenirler. Evlilikle her şey yoluna girer, paşa baba onları affeder zannederler ama hayatın planları bambaşkadır. İkinci Meşrutiyet’in ilanı sırasında çıkan karışıklıkta bir zabiti öldürmek suçlamasıyla tutuklanır Derviş Ali ve çabucak idama mahkûm edilir.
Sırlar içinde sırlar vardır Canfeda Konağı’nın hikâyesinde hepsi tek tek soyulur, açığa çıkarılır. Konağın duvarında hep asılı olan resmin ressamı kimdir?
Sorunun cevabı bulunur, kardeşler eteklerindeki taşları dökerler, hepsi vedalaşıp kendi yollarına giderler. En son Derviş Ali gelir ve Halide’ye uzatır ellerini. “Gel, bu esaret bitsin artık, özgür olalım.”
Dört kardeş ve anneleri, babaları üzerinden, Derviş Ali, sevdiği kadın Handan, onun paşa babası ve bir ressam üzerinden; aile kader midir, kaderi değiştirmek mümkün müdür, insanın bu denklemlerde hiç hatası yok mudur, aşk için ölmeli aşk o zaman aşk mı gibi soruları sorarak, okuru derin sorgulamalara sevk eden roman, bazı belirsiz noktaları olsa da okuyanların zihninde yer edecektir.
Yunus Emre’nin dediği gibi;
“Gelin Tanış Olalım
İşi Kolay Kılalım
Sevelim Sevilelim
Dünya Kimseye Kalmaz.”



