kırık saatler topluyorum geceden,
her biri seni bir başka yerinden anlatıyor;
galina,
bir ismin var ki, suskunluğun üstünde bir yelken gibi,
tutunduğum her rüyayı darmadağın ediyor.
seninle başlıyor sabah,
adını bilmeden çağırdığım sokaklarda —
ağır bir yalnızlıkla,
bir mendil gibi cebimde katlıyorum sesini.
bir kış yolculuğunun içindeyim şimdi,
adım attığım her yerde başka bir eksilti var,
başka bir soğuk.
galina,
sen ellerini uzatsan,
dağılacak bütün bu yorgun kentler üzerimden.
bazı geceler,
kanayan bir sözcüğün altına sığınıyorum;
orada sen varsın,
yüzün,
gözlerin,
ve uzun, ürkek suskunlukların.
o suskunluklar ki,
bir zamanlar gülüşlerinle tamir ettiğim duvarların çatlaklarında
hala yankılanıyor.
galina,
bir gülü solarken yakaladım kendimi geçen gün,
hâlâ adını unutmamak için
defter kenarlarına notlar düşüyorum:
“bir ağırlıktır galina,
bir uyumsuzluk,
bir yerde beklenmeyen yağmur gibi.”
bütün eski defterler açılıyor içimde,
bütün kırık camlar ışığına dönüyor adının.
ve sen,
ne zaman düşünsem,
en çok susarak büyüyorsun içimde.
çünkü biliyorum,
bütün gerçek aşklar,
yarım kalan cümlelerde saklıdır.
galina,
sana seslenmek demek,
kendime dönmek demek,
bir kurumuş nehir yatağında ıslak taşlar aramak gibi;
ve her taşta
biraz daha kendimden eksilmek demek.
yine de gel
yine de sığın bu kırık omuzlarıma,
çünkü birinin unuttuğu yeri
ancak başka bir eksik tamamlar.
galina,
adını ne zaman ansam
bir eski yaz mektubu gibi çözülüyor kalbimden ipler;
bir avuç toprak gibi ufalanıyor günler,
bir kuş sürüsü gibi dağılıyor umutlar,
ve ben hâlâ sana doğru eksiliyorum —
eksile eksile
çoğalarak.