Aydınlanmak için lambanın değil duyguların yakıldığı bir yerden geliyorum. Oradaki insanlar, hüzünleri karşılığında kendilerine tebessüm satabilecek bir tüccarın varlığına inanıyorlar. Ben inanmıyorum. Sanırım onu da, yani inancımı, dün gece yaktığım için. Fakat, “Yarın yarın…” diye sayıklayıp gelecek hezeyanına tutulmadan önce bu fedakârlığı yaptığım için hiç pişman değilim. Kim bilir, belki pişmanlık duygumu da karanlıkta önümü göremediğim bir akşam kullanmışımdır. Gerçi bu “kim bilirler” böylece sürüp gidebilir. Ben asıl şimdiki yolumdan söz edeyim size. Dünden ağır adımlarla uzaklaştığım bu yeni yolda, hayallerime “Dur!” levhası tutan yayaların olmayışı sevindirici görünüyor. Ama sevindirmiyor. Çünkü levhalar kafaların içinde, asıl levhalar yayaların attığı her bir adımın ayak izinde. Levhalar tüccarı bekleyenlerin kalplerinde.
Ve ben ne kadar ilerlesem de, bunun değişmediği her yer için kendimi hep aynı yerde bulmuş sayacağım. Peki, yeniden aynı noktaya varmamak için hangi yönden gitmeliyim? Zihnin değişip fikrin değişmediği yerde sizce sahiden de yolumu bulabilir miyim? Nitekim elimde yalnızca “umut” kaldı ve bence onu iyi muhafaza etmeliyim. Çünkü varacağım yerde beni farklı ve güzel bir şeyler bekliyorsa eğer, zifiri karanlıkta bile olsa umudumu yakmadığıma değer.