Rüzgarsız havada uçurtma uçurmaya kalkıştık. Yaprak kımıldamıyordu dışarıda belki ama ne bileyim çocukluk iişte. Bakışlarımızda bir muammâ, ceplerimizde cırcır böcekleri, sıcaklık yirmibeş derece belki, belki otuzbeş.Kalplerimizin olduğu yer de ise kurtlu birer kayısı tanesi atıyor, vıcır vıcır, kıpır kıpır!
Kuşluk vakti en garip tenhalığında sokağın, fakat bildik bir tenhalık bu. Yaptığımız uçurtma da uçurtma olsa hani. Ne kasnağı kasnak, ne kuyruğu kuyruk. İp desen ip değil. Birimiz makarayı tutup koşmaya başlıyor, öbürü de sal denince salıveriyor kasnağı, hoop küüt! Tevekkeli değil nereden baksan yirmi defa denedik, denedik denemesinede fakat yirmi defa daha denesek nafile. Temelli fiyasko.
Uyandığımda beni birileri bir yerlere götürüyordu. Her iki yanımda fıçı gibi iri, suratları desen bir karış, kara kaş kara bıyık, tek hatırladığım yılbaşı gecesi ve alabildiğine içmiş olmamdı. “Bu kişiler de polis olmalı” dedi içimden bir ses.
Dedem geldi aklıma nedense. Onunlada ovaya giderdik sabıhın beş buçuğunda. Yaşım belki yedi, belki sekiz. Elim de bir çıkın, dedemin bir elin de dizgin, bir atın isteksizce çektiği tahtadan bir arabada öyle gacır gucur, tıngır mıngır! Tozlu yollarında kaybolup gittik zamanın.
On katlı apartmanların, kaldırım boyunca uzanan ağaçların, yanıp sönen vitrin ışıklarının arasından süzülüyor arka koltuğunda oturduğum otomobil. Işıklar camdan yansıyor ve yüzüm bir aydınlanıp bir kararıyor durmadan. Uykuya direnemiyorum.
Bir kadının kucağına yaslanmışım, kumral saçlarımı okşuyor ince, narin elleri. Yaşım üç falan o sıralar. Diğer memurlar da ismimi soruyorlar karakolda. “Mehmet” diyorum. Annen baban var mı? dediklerinde ise “bilmiyorum” deyip ağlamaya başlıyorum.
Eve vardığımda saat oniki buçuk civarıydı. Aslında daha erken varacaktım ama yürümek geldi içimden. Hiç yürümediğim yerlerde yürümek, hiç görmediğim şeyler görmek geldi, hiç duymadığım sesler duymak . Öyle tenha bir yer olmalıydı ki o yer, parçalayıp, ufalayıp, savurabileyim içimdeki seslerini kalabalıkların.
Sabah uyandım, saat kaçtı bilmiyorum. Sabah diyorum da belki de sabah değildi de herhangi bir vaktiydi günün. Kafam bir temiz bir temiz, adeta yeni doğmuş bebekler gibiydim. Bir gece önceki yaşadıklarımdan hatırladığım, ağaçlı yolda kayıp giderken altımdaki zemin, sağlı-sollu aprtmanlar ve pencerelerinden uzanıp yüzümü okşayarak ardından beni derin hayalere salan renkli renksiz savklarıydı o pencerelerin. Hayal mi, gerçek mi bilmiyorum, belki ikisi de değildir. Ya da ikisi de birdendir.
Akıntıya kapılmış küçük bir sandal gibi geçiyorum ara sokaklardan kenar mahallelere ve oradan da yürüyerek daha içerilere doğru. Şehrin yaralı kalbine iniyorum. Seslerini duyuyorum ağlarcasına havlayan köpeklerin, köpeklere eşlik ediyor kurbağalar. Bir de çocuklar var ağlayıp duran. Kocaman lastik çizmeleriyle şaşkın, esmer yüzleri kirli, kimsesiz görünen. Usulca akan suyun sesi geliyor kulaklarıma ve yosun kokusu. Hafif bir esinti kazağımdan giriyor yavaşça. Bir eliyle okşayıp tenimi, gıdıklıyor. Diğeri eli ile de saçlarımı savurup hızla sürtünerek selvi yapraklarına, bir hışırtıı uçup gidiyor. Bir yanık ot kokusu alıyor burnum.
Bekçinin teki durduruyor gece üç gibi, postaneyi geçince az ileride, otoparkın orada. “Ne işin var senin bu saatte burada?” diyerek sokuluyor yanıma. Belli ki pusu kurmuş önceden. “Hırsız mısın yoksa?” (sanki bilmezmiş gibi soruyor, nasıl görünür hırsızlar). Kimliğimi istiyor, veriyorum. Ağzı pis pis bira kokuyor resmen.
Komser emri verince karakolda, gözleri parlıyor bekçinin bir an da. On beş jop darbesi indiriyor avucuma, bir emir üzere, hem de en sertinden. Bence ömrü boyunca hiç o kadar özenli ve öyle vakitlice yapmamıştır ödevini. Ellerimi hissedemiyorum.
Bir duraktayım, gün doğmaya yakın. İşlerine koyuluyor insanlar yavaştan. Otobüsler geçiyor, şehir içi, şehirler arası. Ben de gideceğim bu şehirden. Evime döneceğim en sonunda. Kapkara, upuzun bir yılan gibi kıvrılla kıvrıla giden bir yolun yuttuğu çelikten bir otobüsün içinde hızla yol alacağım. Sonra tükürecek o yılan beni, üç katlı bir apartmanın demir kapısı önünde. Orada ineceğim, o en güvendiğim durakta.
Yaşayan insanların toplu mezarıdır evler, huzuru bulmak mesele. Açılacak ağzı ve gözleri evimin. Bekliyor olacak beni orada, benim gibi birileri. Evimiz de buluşacağız yine. Bakacağız birlikte gelecek günlere.