İlk öykü kitabınız ‘Kirlendik’ i kutlayarak başlayayım. Evvelinde şiir derlemeleri yayımladığınızı
biliyoruz. Bir öykü ve roman yazarı olarak şiirin en zor yazılan edebi tür
olduğu kanaatindeyim. Şiirden başka bir yazı türüne geçmenize ne vesile oldu? Yoksa
hali hazırda bu türde de üretiyor muydunuz?
Şair olmak benim ruhumun yolu. Hali hazırda zaten bir edebiyatseverim. Okumak,
yazmak her zaman hayatımın en özel yerinde olmuştur. Kirlendik benim için şiirin öyküleştirilmiş
halidir. Şiir yazarken bir kelime ile bin kelimeyi anlatırsın. Dediğiniz gibi zor bir
edebi tür lakin o bir kelimeyi geniş geniş yazabilmenin de tatlı bir hazzı varmış, ben bu
eserde onu fark ettim. Şiir ruhumsa öykü kalbim oldu.
Kitabınızda 18 kısa öykü ve en sonda da bir şiir bulunuyor. Kirlendik’teki öyküleri
yazdıran ve bu öyküleri bir araya getiren
sebepler nelerdi, neden bu öyküler bu kitabın
içerisinde yer aldılar? Çok daha temelden
bir soruyla özetlemeye çalışırsam,
öykü sizce neyi anlatmalıdır?
Her bir öykü hayatın içinden kalemime
yansıyanlar. Dediğiniz gibi en sonunda bir
şiir var. Ee bir şairin izi de her yerde şiirinin
var olmasıdır değil mi? Bütünlüğün bozulmaması
için her bir öyküyü ince eleyip sık
dokudum. En nihayetinde son taslak ortaya
çıktığında geri dönüp baktım; o kadar gerçekler
ki, büyümeye niyet etmiş yetişkinlerin
hissettiği her şey var içinde. Şiir bence
birçok kelimenin tek kelimeye yüklenmesi, öykü ise tek bir an’ın birçok kelimeyle anlatılması…
Hani bir şarkı var ya “Bazen küçük bir an için ömür bile verilir.” Öyküyü bu şarkının
bu cümlesiyle çok özdeşleştiriyorum o sebeple paylaşmak istedim.
Kirlendik, pek çok kahramanın yitip gittiği öyküleri barındırıyor. Ölüm teması yoğun
bir şekilde karşımıza çıkıyor. Karakterleriniz neden hayattan bu kadar kolay kayıp gittiler?
Ülkemizde insan hayatının değersizliğine dair bir çıkarım yapmamız yersiz olmaz
sanırım…
Bunun için tabi ki çıkarım yapmaya gerek yok, haberlere bakmanız yeter. Bir spikerin
duygusuzluğundan mı yoksa şairin duygusundan mı bilmek ister insan? İşte tam olarak
117
bu sebeple hiç kimsenin, hiçbir şeyin sonsuz olmadığını yazmak istedim. Ben hep duygudan
yanayım o sebeple herkesi kendim gibi düşünürüm. Hayatımız elbet değerlidir yine
de bitmeyecek gibi kıra döke yaşamak yerine bitecekmiş gibi sonsuz lakin naif yaşamamız
gerektiğini düşünüyorum
Biraz da öykülerinizde kullandığınız mekânlardan bahsetmek istiyorum. Anadolu’nun
kışı sert geçen köylerinden kapıcı dairelerine, camı kırık yoksul evlerinden
hapishane hücrelerine kadar pek çok farklı mekân gözlemliyoruz. Tüm bu mekânları da
toplumun göz önünde olmayan bireyleriyle dolduruyorsunuz. Karakter ve mekân tercihlerinizi
neye göre belirlediniz? Sıradan ve görünmeyen insanları mekânı göstermeden
anlatmak ne denli mümkün olabilir?
Siz söylediniz aslında. “Göz önünde olmayan” dediniz. Yok demediniz. Yani olmayan
bir şeyi, fantastik bir dünyayı yazmıyorum aslında. Olan ama görülmeyen hatta bir ileri
taşıyorum, görmeyi bazılarımızın reddettiği, rahatsız olduğu, gitmek istemediği mekânlar
ve kişileri konu olarak belirledim. Biz ne kadar gözlerimi kapatırsak kapatalım onlar
hemen göz kapağımızın arkasındalar.
Bir diğer yanıyla da ataerkil toplum normlarının kent merkezlerinde unutulduğu,
geçmişte kaldığı düşünülen konular da öykülerinizde işleniyor. Kan davaları, namus cinayetlerini
işleyen; kadınların horlandığı, eziyet edildiği, yok sayıldığı, tecavüze uğradığı
hikâyeleriniz var. Sizce bir yazar gününün koşullarını ne denli metnine yansıtmalıdır?
Sanatın ve edebiyatın tanık olduklarını aktarması ve bugünü geleceğe taşıması
hakkında neler söylemek istersiniz?
Aslında bu soru, edebiyatın işlevi ve toplumdaki rolü hakkında derin düşünce ve tartışmaları
beraberinde getirir. Edebiyatın günümüze tanıklık etme görevi olup olmadığı konusu,
yazarların ve okurların beklentilerine, aynı zamanda edebiyatın amacına dair geniş
perspektifler sunar.
Bir yandan, edebiyatın günümüz olaylarına ve toplumsal meselelere doğrudan tanıklık
etmesi, toplumu şekillendiren kritik olayları belgelemesi ve bu olaylara anlam katması
gerektiği düşünülebilir.
Öte yandan, edebiyatın zamansız olması gerektiği ve sadece güncel olaylara odaklanarak
sınırlanmaması gerektiği argümanı da vardır. Bu görüşe göre, edebiyat daha evrensel
temaları, insan ruhunun derinliklerini keşfetmeli ve bireysel tecrübeleri evrensel bir
bağlamda sunarak her zaman ve her yerde geçerli olabilmelidir.
Sonuç olarak, edebiyatın günümüze tanıklık etme sorumluluğu var mıdır sorusu, hem
yazarın niyetine hem de eserin alıcısına bağlı olarak değişkenlik gösterir. Bazı yazarlar
doğrudan günümüzün sorunlarıyla ilgilenirken, diğerleri daha zamansız sorunları ele almayı
tercih edebilir. Her iki yaklaşım da kendi içinde değerli olup, edebiyatın zenginliğini
ve çeşitliliğini ortaya koyar. Edebiyat, hem anı belgelemek hem de evrensel soruları sor-
118
gulamak için eşsiz bir araçtır.
Kibele Kültür Sanat Dergisi’nin yürütücülerindensiniz. Pek çok insana üretmeleri
için alan sağlıyorsunuz. Edebiyatta görünürlük ve ulaşılabilirlik açısından yaptığınız işi
kıymetli buluyorum. Malum son yıllarda edebiyatımızda çok fazla öykü ve şiir yazılmaya
başlandı. Ülkemizde öykü ve şiir okurluğu hakkında neler söylersiniz?
Ben herkesin içinde bir cevher olduğuna inanıyorum. Bunu fark etmelerini sağlamak
için Yazar Hatice DÖKMEN ile bu yola girdik. İyi ki de böyle bir işe kalkışmışız. Hem çok
güzel işler çıktı hem genç yazarlara alan tanımak ile neler yapılabileceğini gördük. Dergilerimiz
de etkinliklerimiz de çok doyurucu oldu. Biz karnımızı ve ruhumuzu sanatla doyuran
insanlarız. İyi ki sanat var.
Ülkemizde öykü ve şiir okurluğuna gelince; teknolojinin son hızla hayatımıza girişi,
sosyal medya, uyaran fazlalığı gibi etkenlerden eskisi gibi okuma yapıldığını açıkçası düşünmüyorum
yine de hala okuma kültürü ölmüş değil neyse ki. Teknoloji bu kadar hızlı
ilerleyince birden durup ne yapıyorum ben deyip okumaya başlayan, organik yaşamaya
başlayan, teknolojiyle arasına mesafe koyanları da görüyorum son zamanlar. Bu umut
verici. Uyum sağlamak elbette önemli ama uyum ile kendini feda etmeyi karıştırmadan
yapmak lazım bu işi.
Öykü ya da şiirde etkilendiğiniz, deyim yerindeyse başucu kitabı olarak nitelediğiniz
kitaplar hangileri? Bir takım kursanız, hangi yazarları sahaya sürerdiniz?
Benim kadromda kesinlikle Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Ahmet Hamdi Tanpınar,
Cemal Süreya, Turgut Uyar, Rumi, Gabriel Garcia Marquez, Jose Saramago, Matt Haig
olurdu. Başucu kitabım ise “Göğe Bakma Durağı”dır. Son zamanlarda da Mesut Topal
sıkça okuyorum.
Kirlendik’ten sonrasını da sormak isterim. Şu an yazdığınız ya da aklınızı meşgul
eden başka kurmaca çalışmalarınız var mı?
Projeler hep var, nefes varsa düşünce de var. Aklım hep meşguldür benim çok şükür=)
Şu an da yine toplumsal bir roman üzerinde çalışmalarım devam ediyor.