• Destek
  • Üye Ol
  • Yazar Girişi
  • Abone Ol
0 553 423 00 17 kibelekulturs@gmail.com
Kibele Kültür Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
Kibele Kültür Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
No Result
View All Result
Home Öykü

Elif Öğretmen / Yıldız Karaca

Yıldız Karaca by Yıldız Karaca
5 Kasım 2025
in Öykü
0
Elif Öğretmen / Yıldız Karaca
0
SHARES
34
VIEWS
Share on FacebookShare on Twitter

 

Elif öğretmen dört ay önce boğazlı köyüne atanmış henüz çiçeği burnunda mesleğine ilk adımlarını atmanın heyecanıyla dolu; Atatürk ilke inkılaplarıyla yürümeye ant içmiş, insanlığa   faydalı  olmak isteyen bir eğitim neferi olarak yarınlara  güneşin doğması ve  insanın gerçeğe ulaşmasının  tek ve doğru yol olan bilimle donatılmış bir  eğitim yöntemiyle ve  kadın erkek demeden herkesin okumasıyla mümkün olacağına inanan bir insandır.

Elif öğretmen boğazlı köyüne geldiği gündendir köylülerin evlerini tek tek ziyaret edip, köylülere çocuklarını okula göndermelerini, onları hayvanların peşine göndermemelerini telkin etmektedir. En önemlisi çocukların okumayı yazmayı öğrenmeden, henüz kendilerini tanımadan okula gider gibi camiye, cami hocasının sohbetlerini dinlemeye gönderilmesinin çocuklara yarardan çok zarar vereceğini defalarca söyleyerek, çocukların okuması için elinden geleni yapmaktadır. Bu arada üç yıl önce boğazlı köyüne gelip yerleşmiş olan ve kendisini köylüye şeyh diye tanıtıp ve  köy camisinin hocası öldükten sonra da kimseye hiçbir şey sormadan kendisini hoca ilan eden ve köyün camisinde de geçici olarak hocalık yapan Dündar efendi, kendi menfaatleri için köylüyü kullanmaktadır. Bu durum da köyün öğretmenlerini zor durumda bırakmaktadır.

  • Cemşir :Şeyh efendimiz! Şeyh efendimiz !
  • Fesih: Ne var ne oldu? Yine dellal gibi bağırıyorsun? Şeyh efendimizin işi var müsait değil. Ee ne söyleyeceksen bana söyle, bugüne bugün ben şeyhimizin sağ koluyum.
  • Cemşir : Çekil önümden Fesih! Zaten duyduklarım beni deli etti; şimdi ezmeyeyim seni ayağımın altında.
  • Fesih: Yav niye anlamıyorsun? Şeyh efendimiz köyün erkek çocuklarını toplattı, onlarla önemli mevzuları konuşuyor..?
  • Cemşir : Sana çekil dedim önümden! Şeyh efendimiz! Şeyh efendimiz! Yav bırak yakamı.
  • Fesih : Dur! Nereye? Şeyh efendimizi rahatsız etme. Dur dedim sana! Şeyh efendimiz senin yüzünden kızacak bana dur! Vay namussuz beni yere düşürdü.
  • Şeyh Efendi: Siz artık dokuz, on yaşlarında er adamlarsınız, her biriniz evlenme çağına geldiniz. Dinimiz ne diyor? “Dört evlilik hak diyor.” Peki bunu yasaklayan kim? M. Kemal. Yine dinimiz ne diyor? “Kız çocukları okuyamaz;  kadınlar çalışamaz, kadınlar çarşaf giyecek diyor.”Yine ayeti kerimde dinimiz ne diyor? “Kız çocukları mal beyanında bulunamaz; siyaset yapamaz, başı açık olamaz diyor.” Peki kadınlara hak verip, biz erkeklerinin sözünü dinlememelerine sebep olan kimdir? Yine  bu düzeni var edendir. Şimdi ben sizlere soruyorum, köyümüzün namusu dini kimden sorulur kimdir bekçileri? Ee tabi ki önce köyün hocası, şeyhi olan  benden sonrada sizin babalarınızdan ve sizden sorulur. Dediklerimi iyi anladınız değil mi ? Şimdi bilmem nerelerden çıkıp köyümüze kadın başına utanmadan, arsızca gelmiş olan şu adı neydi musibetin ağzıma almakta istemiyorum, tövbe estağfurullah Elif denen kadın kendisi Allah”ın yolundan çıktığı yetmiyormuş gibi bir de sizlerin bacılarınızı, analarınızı yoldan çıkarmaya çalışıyor; yok neymiş “kız çocuklarınızı okula göndermek zorundaymışsınız; göndermeyen ailelere ceza verecekmiş, yok bilmem kız çocuklarının da hakkıymış okumak bak bak iblise! Nasılda bizim içimize şeytanın yollarını sokmaya çalışıyor ama o iblis görecek ve bilecek bizim Allahın yolundan giden erkekler olarak, kızlarımızı okula göndermeyeceğimizi.  Biz bu iblis şeytan karının gitmiş olduğu yoldan katiyen gitmiyoruz, katiyen bu iblisin söylemiş olduklarını kabul etmiyoruz..
  • Cemşir: Alkış alkış. Şeyh efendimiz Allah sizi bizim için göndermiş. Sen ne mübarek adamsın. Allah senden razı olsun şeyh efendimiz. İstemeden senin değerli sohbetini niyazını önemli bir husus için böldüm, yoksa ne haddime senin dergahına böyle izinsiz girmek.
  • Şeyh: Gel hele yanıma Cemşir, söyle nedir ne oldu ?
  • Cemşir : Vallahi nasıl anlatayım bilmiyorum başımıza taş yağacak taş!
  • Şeyh : Cemşir Efendi ne oldu ağzında geveleme söyle?
  • Cemşir : Şeyhim çocukların yanında mı söyleyeyim ?
  • Şeyh: Cemşir onlar çocuk değiller, onlar namuslarını, dinlerini koruyacak, evlenecek buluğ çağına gelmiş birer er birer erkektirler. Evet erlerimin yanında söyle. Ben şeyhleri olarak onlardan hiçbir şeyi saklamadım. Haydi durma! Ne bekliyorsun söyle? Er adamlarım da
  • Cemşir : Şeyhim ben bizim oğlanla hayvanları otlatmak için köyün ortasından geçiyordum, bir de ne göreyim. Köye gelen şu başı açık karı yanında da o yoldan çıkmış erkek öğretmen bir de bir iki adam ev ev kapı kapı geziyorlar. Ben ne oluyor diye aralarına sokuldum. Elinde defter kalem olan adamlardan birine “hayırdır ne oluyor,  köyde kötü bir vaziyet mi var, nedir bu elinizdeki kağıtlar ne yazıyorsunuz?” diye sordum. Adam da  bana: “ yok yok köyde kötü bir şey şok Allaha şükür; köyünüzde bayram var, şenlik var. İnşallah bundan böyle öğretmenleriniz Elif Hanım ve Zafer Bey bütün çocuklarınızı okur yazar yapacak hatta büyük adam olmalarını sağlayacaklar” dedi. Şeyhim ben biraz daha yanlarında durdum. Hani bizim köyün dik kafalısı Ömer Efendiyle ne konuşuyorlar diye.  O dinsiz karı Ömer Efendiye  “kaç çocuğun var; kaçı kız ,kaçı oğlan diye soruyordu. Kız çocuklarını okula göndereceksiniz diyordu.  Ömer efendi de o dinsiz karıya vallahide göndereceğim, billahi de göndereceğim Allah senden razı olsun diyordu.” Şeyhim ben dışarı çıkmaya korkuyorum, vallahi bu yoldan çıkmış kafirler yüzünden başımıza taş yağacak, hububatlarımız kuruyacak, topraklarımız çoraklaşacak.

Şeyh efendi Cemşir’in anlatmış olduklarını dinledikten sonra çocuklara döndü.

“ Duydunuz mu! Bizleri kafirleştirmek için nasıl da köyümüzü kapı kapı geziyorlar? Sizin analarınızı, bacılarınızı hatta yarın evinizin kadınları, çocuklarınızın anaları  olacak mümin kızlarımızı yoldan çıkarmak için nasıl da şeytan yuvası okullarına  gitmeye zorluyorlar? Bu da yetmezmiş gibi kendilerinin yolunda gitmeyenleri  devlet demiş oldukları Allah’ın şaşmış kullarına şikayet edip ceza vereceklerini söyleyip, korkutmaya çalışıyorlar. Sizlere benim emrimdir: Bacılarınızı ,analarınızı bu gafletin içine düşürmeyin, gerekirse canınızdan olun ama bacılarınızı  bu şeytan düzenin okullarına  göndermeyin. Bu okullarda kızlarımız doğru yoldan sapıyor,  evine, eşiğine, kocasına yararlı olmak yerine erkeğin yaptığı işleri yapıyor. Çocuk doğurmak yok, ev temizlemek yok, kocaya itaat etmek yok. Bakın görüyor musunuz düşmanlarımız nasıl da tehlikeli? Köyümüze bir iblis göndermişler, adını da Allah’ın ayetinden bırakmışlar ki sizleri daha çabuk yoldan  çıkarmak,  saptırmak için. Sakın sakın bu hainlere inanmayın!” dedi.

Yaşları yedi  ile on üç arasındaki köyün erkek çocukları, başlarında beyaz, siyah, yeşil renklerde elde örülmüş namaz külahları üstlerinde koyunların ineklerin peşinden koşarken çamurdan, tozdan hatta hayvan dışkılarından kirlenmiş kazak ve gömlekleri, altlarında yine aynı şekilde kirlenmiş şalvar ve sökükleri kumaşın renginden farklı renk ipliklerle dikilmiş yamanmış kumaş pantolonları sağ ellerini havaya kaldırarak :

“ şeyhimiz çok yaşa! şeyhimiz çok yaşa! diye bağırıyorlardı.”

Tıpkı başlarında miğfer, bellerinde kılıçları kuşanmış eski çağ  savaşçılarının  komutanlarını dinlerken attığı naralar  gibi. O küçük yaştaki o küçük akılları, temiz yürekleri kendi karanlığının bekçisi yapan din taciri bir örümceğin ağ yaptığı gibi kötü zihniyetini çocuklara aşılıyor, çocukların temiz saf duygularının yerine ölümün karanlığının tohumlarını ekiyordu.

Şeyh, çocukların naralarıyla başındaki siyah fesini düzeltiyor, göğsüne kadar uzatmış olduğu uzun sakallarını ellerinin arasında bir aşağı bir yukarı okşayarak tekrar Cemşir’e dönüp

“git bana Fesih’i ve Rüstem’i çağır  hemen  yanıma gelsinler ”dedi.

Şeyhe köyde gördüklerini anlatmakla dine ve şeyhe büyük bir hizmet yapmış ve bunun karşılığında şeyhten büyük bir görev almışçasına övünen Cemşir ellerini birbirinin üstüne bırakmış, başını  sağ omzundan aşağıya doğru eğerek:

“ Şeyh Efendimiz emrinizi hemen yerine getireceğim. Allah sizi başımızdan eksik etmesin” diyerek geri geri yürüyüp dışarıya çıktı. Dergâh demiş oldukları yerin bekçilik görevini yapmakta olan ve az önce kendisini şeyhin huzuruna gitmesini engellemeye çalışan Fesih’e:  şeyh efendimiz “bana git hemen Rüstem ve Fesih’i çağır huzuruma gelsinler” dedi.

Fesih öfkeli bir şekilde Cemşir’in düğmeleri boğazına kadar kapalı gömleğinin yakasına yapıştı ve ..

  • Fesih : Şeyh beni çağırdığı zaman bana çocuklarla haber gönderirdi. Neden seninle bana haber gönderdi ki, ulan Cemşir yoksa sen benim yerime göz mü koydun? Şeyhin sağ kolu olmak için ona   para mı verdin? Öyle bir şey hele olsun yemin ederim a ha da bu köy üzerine seni, senin sülaleni yok edeceğim bilesin.
  • Cemşir: Çek ellerini üstümden! Ne parası, ne hali? Şeyhimiz yüce insandır; parayla pulla işi olmaz Ben az önce  şeyhimizin haberi olmadan içeri girdim ya Allah yukarıda şahittir, şeyh efendimiz köyün çocuklarına çok  güzel şeyler anlatıyordu. diyordu ki: “Bu şeytan düzenin’ okullarına bacılarınızı, kızlarınızı göndermeyin; kızlarımız okumasın, kadınların işi ev işleri çocuk doğurmak kocalarına itaat etmektir.” Vallahi de billahi de şeyhimizin yeri cennettir cennet. Onun gözü para pul görmez, bu köye geldiğindendir hep aynı elbiseleri giyen bir zat neylesin parayı.
  • Fesih : Ee tamam o zaman sen git kendi işinle uğraş. Bende Rüstem’i alıp şeyhimizin huzuruna gideyim.

Fesih Şeyhin sağ kolu görevinden atılacağı korkusuyla öfkeyle kendi kendine

“ulan sahte hoca, ulan sahte şeyh senin çevirdiğin bütün dolapları ben biliyorum, sen hele beni görevimden atıp başka birini sağ kolun olması için  göreve  al bak ben sana ne yapacağım.”diye söylenerek Rüstemin evinin kapısını hızlı hızlı çaldı. Kapıya çıkan Rüstem:

“ Fesih kapıyı kıracaksın ne bu alacaklılar gibi çalıyorsun? diye sordu.

Fesih : Leş gibi içki kokuyorsun ulan! Ben sana demedim mi gündüzleri içmeyeceksin, şeyhin izin verdiği günlerde içeceksin diye?  Bakma mal mal yüzüme, konuşma! Çabuk üstünü giyin, şeyh çağırdı acilmiş.

  • Rüstem : Ne oldu fesih şeyhin içkisi de mi bitti yoksa? Vallahi bende de bir iki şişe kalmış bak bana oyun yapıyorsan benim şişelerimi  almak için  başta söylüyorum vermem bilesin!
  • Fesih: Tövbe tövbe. Ayakkabılarını giyin, şeyh ikimizi birden çağırttı önemliymiş. Hele bil bakalım kiminle bana haber etti bizi çağırdığını?
  • Rüstem :Kiminle ?
  • Fesih: Hani babası anasını tarlada dövüyor diye gülüp, eğlenip, alay ediyorduk ya.  Yav hatırla adamın adı şeydi dilimin ucunda getiremiyorum Muzaffer’in oğlu Cemşirle.
  • Rüstem :Cemşir’i şeyh nerede görmüş ki ?
  • Fesih: Yav biraz önce  Cemşir deli gibi dergaha geldi, şeyhi  göreceğim diye tutturdu.Ben bırakmadım şeyhi görsün, beni yere atıp, zorla içeri girdi. O zaman şeyhte köyün erkek çocuklarını toplamış konuşuyordu.
  • Rüstem :Ee Cemşir’le ne konuştu?
  • Fesih: Rüstem sanırsam Cemşir şeyhin sağ kolu olmak için ona çok para verdi. Şeyhte Cemşir’e -git Fesih’le, Rüstem’i bana çağır gelsinler, onlara artık sağ kolumun senin olduğunu söyleşeceğim demiştir.-diye düşünüyorum. Aha senin yanında da tekrar ediyorum Cemşir’e söylediğim sözümü:  “ köyün üstüne yemin ederim ki; eğer şeyh beni sağ kolu görevinden atar, Cemşiri sağ kolu yaparsa onun yalancı hoca olduğunu, dergah dediği yerde içki içtiğini, köyün karılarının g..tlerinin  güzel olduğunu söylediğini ve küçük kız çocuklarının bir yerlerini ellediğini, erkek çocuklarına cinsel içerikli şeyler anlattığını söylerim. Vallahıma billahıma onu köylüye rezil ederim.
  • Rüstem : Sus Fesih birileri duyacak! Sahi bu adam bizi yanından uzaklaştırıp başkalarını alır mı dersin? Yani paraları yanına yeni alacağı adamlarla yiyecek mi diyorsun?
  • Fesih: Bilmiyorum, gidip göreceğiz.

Şeyh caminin önünde bir sandalyede köyün erkeklerinin, çocuklarının göreceği bir yerde oturmuş elinde uzun yeşil bir tespih, başında beyaz sarık, üstünde her zaman ki gibi şalvar ve uzun cübbesi yine köylünün duyacağı bir sesle “Allah Allah”  diyerek başını bir aşağı bir yukarı sallıyordu. Fesih ve Rüstem’in “ Dündar efendi bizi emretmişsiniz” diyen seslerine bir hışımla ayağa fırlayarak:

“Susun ulan! ben kaç kere size dışarıda bana adımla hitap etmeyeceksiniz dedim eşek herifler? Ee hadi  bağırın bağırın köylü duysun siz de ben de beş parasız topraksız kalalım ister misiniz?” diyerek Fesih ve Rüstem’i bir avuç suda boğmak isteyen yüz ifadesi ve Allah belanızı versin ne belaydınız da ben başıma aldım düşüncesiyle onlara bakmaktaydı.  Şeyhin azarlamalarına rağmen hala şeyhin en güvendiği adamlar olduklarını anlayan Fesih ve Rüstem şeyhin önünde eğilerek “bizi affediniz efendimiz, bir daha sizi üzecek bir hareketimiz olmayacak” deyip sonrada tekrar “bizi emretmiştiniz buyurun.” dediler.

  • Şeyh :İçeri geçin acil konuşacaklarım var.Şimdi dinleyin beni! Yarın erkenden bütün köylünün, zenginin, fakirinin kapısına gidecek diyeceksiniz ki: Şeyhimiz bizi gönderdi dedi ki: Cuma namazı sonrası toplantı var herkes gelecek. Ve yarın gittiğiniz her evden yüzer lira para alacaksınız, parayı neden topluyorsunuz diye soracak olsalar, onlara camiye yeni cüzler, kuranlar,seccadeler alınacak diyeceksiniz anlaşıldı mı?
  • Fesih : Geçen defa para toplarken de aynı şeyi söylemiştik çakmazlar mı?
  • Şeyh :Siz merak etmeyin. Köylü çakmaz, bunlara caminin eksikleri var dediğinizde bunlar cennete gideceklerini sanıp birbirleriyle yarışırlar,  caminin eksiklerini tamamlamak için.
  • Fesih : Haklısın efendimiz.
  • Şeyh :Ee hadi göreyim sizi.

 

  • Muhtar Bekir: Elif öğretmen hanım müjdemi isterim! müjdemi isterim!
  • Elif öğretmen: Bekir bey güzel haberleriniz, müjdeleriniz çok olsun inşallah hadi söyleyin de hep beraber sevinelim.
  • Muhtar Bekir: Elif hanım köylünün tarlalarından su kanalları geçsin diye dilekçe vermiştiniz ya, bugün beni DSİ’den aradılar. Haftaya pazartesi günü bizim köyümüzde olacaklarının haberini verdiler. Elif öğretmen, bu köyde güzel şeyler siz öğretmenlerimiz sayesinde olacak. Biz cahil kaldık, yol yordam bilmediğimizden yıllardır tarlalarımızın yakınından gürül gürül sular geçmesine rağmen biz tarlalarımıza o suları getiremedik. Tarlalarımızda ekinlerimiz kurudu gitti ama bugün sizin sayenizde hem çocuklarımız okuyabilecek hem de ekinlerimiz kurumayacak. Okumak ne güzel şeymiş insan akıllı oluyor; ben senin baban yaşındayım ama senin gibi akıllı değilim. Bizim zamanımızda köyümüzde okul yoktu, öğretmen yoktu, olsaydı ben okumak için her şeyi yapardım.
  • Elif Öğretmen: Bekir bey lütfen kendinize haksızlık yapmayın! Güzel olan bir şey varsa bunu sizin gibi iyi kalpli insanların biz öğretmenlere yardımcı olmasıyla başarıyoruz. Evet haklısınız okumak, insanın aklını deniz derya yapıyor, insanları sevmeyi anlamayı öğretiyor. Okumak çok güzel doğru, benim sizden yine bir ricam olacak hazır buradayken.
  • Muhtar Bekir: Buyurun Öğretmen Hanım!
  • Elif Öğretmen: Biliyorsunuz ben neredeyse her gün köylülerin evlerine gidip çocuklarını okula göndermelerini, çocuklara hayvanları otlattırmamalarını ya da okula gönderir gibi cami hocasının sohbetlerine göndermemeleri için yalvarıyorum; fakat bu hoca köylüyü çok etkiliyor, köylüler kız çocuklarını okula göndermedikleri gibi erkek çocuklarını da okula göndermiyorlar.Sizden isteğim köyün bütün erkeklerinin pazar günü okuldaki toplantıya gelmelerini sağlamanızdır.
  • Zafer öğretmen: Merhaba Bekir bey.Dersteydim pencereden geldiğinizi gördüm geldim ve konuşmalarınıza kulak kabarttım,elif hanımın söylediklerine bizzat bende katılıyorum. Bu köy hocasının artık çizmeyi aştığını düşünüyorum. Aslında ben şöyle düşünüyorum: Bu hocayı ne diyanet göndermiş ne de bu hocanın cami hocalığı yapabilir bir belgesi var, yani kimdir nedir kimse bilmiyor, bilmiyoruz. Köylünün yakasından düşmesi için bu adamı köyden atalım.
  • Muhtar Bekir: Zafer öğretmen siz gelmeden elif hanıma okumanın çok güzel olduğunu ve okumuş insanların akıllı olduğunu söyledim, yani siz öğretmenlerimiz ne söylerseniz ben onu seve seve köy halkının çocukların geleceği için yapmaya hazırım ve yaparım.
  • Elif öğretmen: Evet çocuklarımızın geleceği için bu adamın bu köyden gitmesi gerekli fakat bunu hukuk çerçevesinde yapmalıyız. Diyanet İşleri Başkanlığı’na köyümüzün camisinin imamı olmadığını ve bir imam göndermelerini diğer taraftan da  bu hocanın  köylüye çocuklarını okula göndermemeleri için baskı yaptığından hakkında suç duyurusunda bulunmalıyız. Böylelikle biz de bu adamın kim olduğunu bütün ayrıntılarıyla bilmiş oluruz. Kaba kuvvetle köyden atacak olursak, bu cahil hoca köylünün gözünde kahraman olur.
  • Zafer öğretmen: Haklısınız Elif öğretmenim. Her şeyi hukuk çerçevesinde yapmalıyız. Affedersiniz az önceki sözlerimden dolayı inanın bu hocaya o kadar kızgınım ne dediğimin farkına bile varamadım.
  • Muhtar Bekir: Elif hanım siz çok haklısınız aynı zamanda akıllı bir kardeşimiz, öğretmenimizsiniz. O zaman biz, sizin söylemiş olduğunuz doğru yolu hukuk yolunu seçiyoruz. Peki bunu nasıl yapacağız ne gerekiyor?
  • Elif öğretmen: Bekir bey siz bu konu hakkında kimseye şimdilik herhangi bir şey söylemeyin, bu durumu biz üç kişinin bilmesi gerekir. Siz her zaman ki gibi köyün işleriyle uğraşın. Biz zafer Bey’le gereken ne varsa yapacağız. Bu arada toplantı işini unutmayın.
  • Muhtar Bekir: Peki Elif öğretmenim.

Köylünün tek tek kapısına gidip hem para toplayan, hem de cuma namazı sonrası şeyhin toplantısı olduğunu herkesin, hatta ölüm döşeğinde olanın bile Azrailden izin alıp gelmesi gerektiğini söyleyen, şeyhin sağ kolu olan Fesih ve Rüstem toplamış oldukları paraların bir kısmını şeyhten habersiz aralarında paylaştılar. Geri kalan parayı da şeyhe teslim ettiler.

Köyün ortasında öğretmen Elif Hanım’la şeyh karşılaştılar. Elif Hanım şeyhe:

“ Hoca efendi! Hoca efendi! bir dakika bakar mısınız?” diye seslendi.

Köylünün kendisini izlediğini, yapacağı hareketle köylüden büyük taktir alacağını, köylünün yanında yerini daha da sağlamlaştıracağını bilen şeyh Elif Öğretmen’e bakmadan yüksek sesle:

“ tövbe estağfurullah tövbe tövbe iblis yüzü,başı açık utanmadan benimle konuşmak istiyor şeytan.” diyerek koşar adımlarla uzaklaştı.

Öğretmen Elif Hanım neye uğradığını şaşırırken şeyhin bu hareketini gören köylülerden birkaçı hocayı alkışlayarak:

“helal olsun sana” diye hocayı desteklediklerini gösterdiler.

Cuma günü gelip çatmıştı. Köyün aklı başında bir iki erkeği dışında geri kalan bütün erkekleri Cuma namazı kılmaktan çok hocanın sohbetini dinlemek için erkenden camiye  gelmiştiler. Cuma namazı bittikten sonra köyün muhtarı Bekir Bey köyün -dik başlısı- diye adlandırdıkları kış aylarında İstanbul’a gidip inşaat işlerinde çalışan Ömer Bey  ve annesini rahim kanserinden yitiren Kazım Bey  tam camiden çıkacakken,  şeyh camide kendisinin sohbetini dinlemek için gelen köylüye onları işaret edip,

“Bakın bakın bizim sohbetimize katılmamak için nasılda gidiyor Müslümanım diye geçinenler.”dedi.

Şeyhin kendini bilmez konuşmasına dayanamayan Ömer:

“Benim kimsenin sohbetine mohbetine ihtiyacım yok.  Allah şahittir senin yüzünden bu camiye gelmek istemiyorum. Hem sen nedir ikide bir köylüyü ayağına çağırıyorsun, ikide bir adamlarını kapımıza gönderip para istiyorsun.?” diye sordu şeyhe.

Ömer’in bu sözlerine önce şaşırmış sonra da hemen kendini toplayarak oturmakta olan cemaate  seslenen şeyh

  • “Ey köy ahali bugüne kadar bu caminin ihtiyaçları dışında ben kimden beş kuruş para aldım? Ben ne yapıyorsam dinimiz için yapıyorum, aksini düşünen varsa çıksın karşıma konuşsun” diyerek çıkıştı.

Köylülerin hiç birinden ses çıkmayınca; şeyh bu kez güzel, yumuşak bir üslupla gitmekte olan Muhtar Bekir, Ömer ve Kazım’a

  • “ beni sevmemiş olsanız da Allah rızası dinimizin hakkı için sohbetimi dinleyin” dedi.

Köylüyü tamamen kendi yanına çekmek için sinsice davranan şeyhin planını bozmak adına köyün muhtarı Bekir Bey, Ömer ve Kazım’a

  • “hadi geçin bizde oturalım” dedi.

Şeyh sohbete başlamadan önce “El-Fatiha” dedi ve devam etti.

  • “Cuma günlerinde İslam dinine emeği geçen herkesin ruhuna bir Fatiha okuyarak sohbete başlamak sevaptır”.

Şeyhin sohbeti ne din konuları ne köyün eksikleri ne de fakirlere yardımcı olmak gibi konular değildi. Şeyhin sohbetinin tek konusu vardı: O da kendi karanlığının, yalanlarının önünde duran bilim yuvası okul ve okulun öğretmenleriydi. Şeyh köylüye:

  • “cehalet yuvası olan Mustafa Kemal’in okullarına kız çocuklarınızı, erkek çocuklarınızı göndermeniz günahtır. Şimdi başı yüzü açık bir kadının o haliyle kocası, babası, erkek kardeşi başında, yanında olmadan köyümüze gelmiş olması  o açık saçık haliyle utanmadan kapı kapı gezip kızlarınızı okula gönderin, yok erken evlendirmeyin, yok cahillik kız çocuklarının okumasıyla ortadan kalkacakmış demesi hem büyük günah hem de yasaktır dinimizce. Bakın ahali sizler çocuklarınızı hele ki kız çocuklarınızı dinimizin düşmanı olan yere göndermeyin! Hem o karı bizim çocuklarımıza ne öğretebilir? Tabi ki hiçbir şey. O karı bizim kadınlarımızı çocuklarımızı yoldan, dinden çıkarmaktan başka hiçbir şey yapamaz. Onu ne ilgilendirir sizin kızlarınızı on üç on dört yaşlarında evlendiriyor olmanız o kim ki ? Bakınız İslam kardeşlerim böyle gidecek olsa yarın kadınlarınız, kızlarınız sizleri dinlemeyecek, çocuk doğurmayacak, siz kocalarına itaat etmeyecek kız çocuklarınız evlenmeyecekler. Bu karıyı evinize eşiğinize sokmayın! Kadın ve kızlarınızla görüştürmeyin! Biliniz ki: Kadınlarınızın kızlarınızın dışarı çıkmaları günahtır, sizlerle çıktıkları zaman da dine yakışır bir giyimle yani çarşafla çıkarmalısınız. Şimdi benim bu söylediklerimi dinledikten sonra kızlarını okula gönderen Bekir, Ömer,Kazım kardeşlerim hala  yapmış olduğunuz yanlışa devam ederek kızlarınızı okula göndermeye devam edecek misiniz? Diye sormak istiyorum” dedi.

Ömer sinirden parmaklarının nasırlaşmış derilerini ısırıp, sonra da eliyle dilinin ucuna gelen nasırlaşmış deri parçalarını kopardıktan sonra şeyhe:

  • “şeyh misin hoca mısın ben anlamam? Allah’ın kitabında kızlarınızı okutmayın! diye bir ayet yoktur. Senin görüşün sana, benim görüşüm bana. Sen kızlarını okula göndermeyerek  cennete gideceğini,  biz kızlarımızı okula gönderdik diye de bizim cehenneme gideceğimizi söylüyorsun ya asıl büyük yanlış içinde olan sensin. Evet benim kızlarım okuyacak öğretmen, doktor olacaklar. Allah bunun için beni cehennemine atacak, yakacaksa da bu da o büyük mevlanın bileceği iştir. Kızlarımı bana veren odur; bende en iyi şekilde onlara davranacak, yaşatacağım. Benim adım da bundan dolayı Ömer’dir. Cahiliye devrinde hata yapan Ömer, cahilliği gittikten sonra kızına yaptığı zulümden dolayı içi yanıyordu. Ben o cahilliğe düşmeyeceğim, sende bunu o kafana yazasın”.
  • Kazım : Ömer gardaşımın söylediklerine bende katılıyorum. Bizim büyüklerimizin zamanında köyümüzde okul yoktu. Babalarımız, analarımız okumayı yazmayı öğrenemediler, cahil kaldılar, bizi de kendileri gibi cahil bıraktılar Kulaktan duyma sözlere inandılar, öyle ki; bir gün benim askerlik arkadaşım beni ziyarete köye geldi. Hediye olarak bana kuranın Türkçe açıklamasını getirmişti. Babam arkadaşımı evden kovdu.Neymiş Kuran
    ‘ın  Arapça dışında bir dilde okunması, yazılması günahmış Allah felaket gönderip, o yeri batırır insanlarını kahır eder diye biliyordu. Oysa kuranda Allahın kullarına söylemiş olduğunu anlamanın neresi günah olabilir?  Babam çok cahildi. Doktor erkektir diye, anamı doktora götürüp muayene ettirmedi; sonrada anam fenalaşınca dayım gelip şehre doktora götürdü. Geç kalmıştık anam kanserden ölüp gitti, ben ve gardaşlarım küçük yaşta üvey ana eline kaldık.Ben okumanın günah olmadığını çok iyi biliyorum. İşte bunun için kızlarımı okutacağım. Hem kendilerinin hem de başka kadınların ,anaların hayatlarını kurtarsınlar. Hoca efendi senin sözünün  bende bir hükmü yoktur bilesin. Hocasın camiyle ilgilen, milletin karısı, kızıyla ne yaptığıyla değil!

Ömer ve Kazımı’n şeyhe vermiş oldukları güzel cevap karşısında sevinçten içi içine sığmayan köyün muhtarı Bekir Bey şeyhe:

“Benim de size bir sorum olacak hoca efendi. Siz kadınlarınız dışarı çıkmasın diyorsunuz. Peki bu köyün bütün işini yoğurt, peynir yapmak, tarlada çalışmak, yün eğirmek gibi işleri kim yapacak siz mi?  Hem bizim bütün kahrımızı çeken, evimizi, eşiğimizi, işimizi yapan çocuk doğurup, bakan, büyüten, bize kadınlık yapan, düştüğümüzde elimizi tutup kaldıran, kısacası bize bu kadar iyilik yapan kadınlarımıza biz neden kötülük yapalım, neden dışarıya çıkartmayalım,  okutmayalım, insan gibi davranmayalım ee hadi söyle ?” dedi.

Şeyh köylünün önünde kendisini yerin dibine sokan bu üç adama sesini yükselterek :

  • “siz din düşmanısınız din düşmanısınız! diye bağırmaya başladı.

Şeyhin bu sözü Muhtar Bekir’i deliye döndürmüştü; elleri titreyerek:

  • “e kızlarımızı okutmayalım, öğretmen, doktor olmasınlar da peki kadınlarını, kızlarını erkek doktora muayene ettirmeyenlerin kadınları, kızları ölsün mü?” Tamamen köşeye sıkışan şeyh yaydan fırlayan zehirli bir ok gibi karşısındakileri öldürmek istercesine “eskiden doktor mu vardı ? Hasta olduğu vakit  evinde iyileşsin; iyileşmese de ölsün. Nihayetinde size karı çok, Allaha da  canını alacak kul çok.”   yerinden fırlayıp şeyhi dövecek duruma gelmiş olan  Ömer şeyh’e “vallahide billahi de sen hakiki Allah’ın dinini bilen, uygulayan hoca değilsin, a ha da benim diyeceklerim bu kadar. Sen daha çok konuşacak olursan benim deli Ömer’liğim tuttu bilesin. Ben gidiyorum.” dedi ve gitmek için ayağa kalktı. Onunla birlikte Kazım ve Muhtar Bekir de ayağa kalktılar. Muhtar Bekir kendilerine gözünü dikmiş olan şeyh’e  “sen üç yıl oldu bu camidesin, ben bir güne bir gün senin Allah’ın bir ayetini okuduğunu ne gördüm ne de duydum; hep kendinden yalan dolan  insanları birbirine düşürecek şeyler söyledin söylüyorsun. Böyle yapma bu günahtır yazıktır. Hz Muhammed kızlarına nasıl davrandı oku öğren. Ayrıca Mustafa Kemal’in kadınlarımıza vermiş olduğu haklar insanın insana verdiği değer ve haktır, insan olmayı öğretiyor.  Ben kızlarımı okutacağım, okusunlar kendi hayatlarını kendileri kursunlar. Hoca senin sözlerinin hükmü aklı çalışmayanların yanında yeri olur; aklı başında olanlarda değil bilesin.” Sözlerini söyledikten sonra Ömer ve Kazım’ın koluna girip hadi gidelim burası çok pis kokuyor diyerek çekip gittiler. Muhtar Bekir, Ömer ve Kazım’ın arkasından iyice sinirlenen şeyh, kendisini ağzı açık dinleyen, her söylediği sözde kendisini alkışlayan, Allah seni bizim başımızdan eksik etmesin diyen köylüye “bakın gördünüz mü şeytanın yolları için nasılda Allahın evinde, Allahın dinine bekçi olan şeyhlerine hocalarına karşı geldiler? Din kardeşlerim inanın çok korkuyorum; bu şeytanın yolundan gidenlerin yüzünden rabbim bizi cezalandıracak, toprağımız kısırlaşacak, sularımız kuruyacak hatta ve hatta  Allahu teala büyük bir deprem gönderecek ve kurunun yanında biz yaşları da yerle yeksan edecek diye. Allah rızası için siz bunlara uymayın! İnanın cennet benim ve sizlerindir”diyerek sohbetini bitirdi. Köylüler şeyhe “yolumuz senin yolundur” diyerek hocaya olan bağlılıklarını gösterdiler.

Nisan ayının on ikisi günlerden pazar, dışarıda mavi, bulutsuz bir hava, güneş insanın içini ısıtıyor. Havanın cıvıl cıvıl olmasına rağmen evlerin, sınıfların içi soğuktu. Öğretmen Elif hanım ve Zafer bey, köylü toplantıya gelecek diye köy okulunun bahçesine öğrencileri gelmediğinden boş duvarların içinde yalnızlıktan sıkılan ve öğrencilerin gelip oturacağı günü bekleyen sıraları getirip okulun bahçesine  bıraktılar ve çocukların velileri olan köylüleri beklemeye başladılar.Toplantıya okula çocuklarını gönderen üç köylünün ve köylerinde okulları olmadığı için çocuklarını Boğazlı Köyün’e gönderen üç dört köylünün dışında hiç kimse gelmedi. Elif ve Zafer öğretmen toplantıya gelen velilerle çocuklarının sorunlarını, burslu sınav için öğrencilerle birlikte İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne  gideceklerini, 23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk  Bayramı’nın hazırlıklarını, köye bir kütüphane açacaklarını çocukların gelip burada boş zamanlarında ders çalışabileceklerini, çocukların hayvanların peşinde çoban diye gönderilmemeleri gibi konuları konuştular. Okulun öğretmenleri konuşurken dikkatle onları dinleyen köylülerden bir tanesi  “öğretmen hanım sen doğru söylüyorsun, bizim çocuklarımızı düşünüyorsun. Allah senden razı olsun. Ben hayvanların peşinden tek koşturamıyorum, iki oğlum var ikisini de okula göndermek istiyordum, olmadı. Ben de hayvanlara biri baksın, biri okusun dedim tek Ahmet’i okula gönderebildim.” derken köyün muhtarı Bekir Bey  öğretmenlere “müsaadenizle ben bu konu hakkında bir iki kelam etmek istiyorum” dedi. “Elif Hanım buyurun Bekir Bey tabiî ki.” dedi. Muhtar Bekir Bey ayağa kalkıp köylülere “gardaşlarım! köyümüzde yıllardır okul olmasına rağmen biz çocuklarımızı okula göndermedik, okutmadık. Daha önce gelen öğretmenler de çocuklarımızı okula göndermemizi istediler, biz göndermeyince onlar uğraşmadılar. Fakat şimdi Allah razı olsun bizim çocuklarımız okusun diye her gün yılmadan kapı kapı gezip çocuklarımızı okula gönderelim diye uğraşan, pes etmeyen öğretmenlerimiz var. Ben şahidim Elif Hanım, Zafer Bey öğretmenlerimiz nasıl da çırpınıyorlar bizim çocuklarımızın yarınları için. Yahu biz daha ne istiyoruz ha? Vallahi de billahi de evdeki anaları, babaları bile aha şu öğretmenleri kadar çocukları düşünmüyoruz. Ben karar verdim. Köye birkaç rençper tutacağım, bu rençperlerin parasını biz köy halkı hep beraber vereceğiz. Hem aramızda durumu iyi olmayan bir iki gardaşımız ekmek sahibi olur, hem de çocuklarımız rahat okullarına giderler. Muhtarın bu güzel fikrini alkışladı öğretmenler.

Öğretmen Elif Hanım köylülerin toplantıya katılmamasına çok kızmış, morali bozulmuş olmasına rağmen Muhtar Bekir Bey’in bu güzel fikrine sevinmiş biraz da olsa morali yerine gelmişti. Toplantı sonrası öğretmenlerle muhtar bey baş başa verip köylünün çocuklarını okula göndermeleri için nasıl razı edeceklerini konuştular. Muhtar öğretmenlere geçen  cuma namazı sonrası olup bitenleri anlattı ve  ekledi. “Ne vakit bu  hoca  köyümüzden gidecek olsa o gün bütün köylü, çocuklarını okula gönderecek dedi.” Öğretmenler Bekir Bey’e haklısınız dediler. Elif öğretmen geçen çarşamba günü ilçeye gittiğini, kaymakamlığa dilekçe verip hocanın hakkında suç duyurusunda bulunduğunu, ayrıca diyanet işlerine de bir dilekçe yazıp köyün camisine bir imam gönderilmesini bildirdiğini, umudumuzu yitirmeyip çabalamaları gerektiğini söyledi.

Zafer Öğretmen de muhtara “ birlikte köyün içinde dolaşalım, çocuklara futbol topu aldığımı, okulun yanındaki tarlada onları saat üçte beklediğimi söyleyeceğim. Bugün üçü beşi yarın hepsi gelirler.” dedi. Muhtar da “çok güzel düşünmüşsünüz Öğretmen Bey o vakit hemen gidelim. Var mı bana bir emriniz elif hanım?” dedi. Elif Hanım da “rica ederim sağ olun” dedi.

Pazartesi günü öğlen saat birde devlet su işlerinden bir ekip iş makineleriyle köye geldi. Köy  kahvesinin önünde iş makinelerini durdurup, kahveciden köyün muhtarını çağırmalarını istediler. On dakika sonra köy kahvesine gelen Muhtar Bekir Bey gözleri ışıl ışıl görevlilere “hoş gelmişsiniz  ben köyün muhtarı Bekir ASLAN diyerek gelen görevlilere elini uzatıp, merhaba söyledi.” Şaşırmıştı, şaşkınlığını saklayamayıp kendisine eline uzatan görevliye “ne yalan söyleyeyim geçen gün beni sizin daireden aradılar, pazartesi köyünüzde olacak ekibimiz dediler. Ama ben inanmadım, umutsuzdum geleceğinizden.” dedi.

-DSİ Görevli Şef: Merhaba. Ben DSİ’den personel Şefi Mehmet Bey. Bekir Bey neden umutsuzdunuz köyünüze geleceğimizden? Siz daha önce  köyünüze gelmemiz için bir istekte bulundunuz mu DSİ’den?  Bulundunuz da  biz mi gelmedik? Öyle bir şey söz konusuysa size tavsiyem  yetkili makamlara bir dilekçe yazın,  kim, kimler sizin dilekçenize cevap vermemiş; sorunlarınızı göz ardı etmişse onların hakkında şikayette bulunun. Tabi bunu yaparken daha önce yazmış olduğunuz dilekçenizi de ek yapın o sizin şahidiniz olacak.

–  Muhtar Bekir: Yok biz daha önce ne sözlü ne de yazılı bir talepte bulunmadık. Allah razı olsun yeni gelen öğretmen hanımdan o sizlerin gelmesini sağladı; yoksa biz anlamayız öyle devletin kurumlarına dilekçe yazmaktan,  işleyişi bilmekten. Bir yazıyla adamlar köye mi gelecekler diyordum kendi kendime ondan şaşkınlığım bağışlayın.

-DSİ Görevli Şef : Sorun yok Bekir Bey. Köyünüzde cami var mı? Önce biz bir namaz kılalım, ekip hep beraber sonra sizinle birlikte sizin tarlalarınıza gidelim.

-DSİ İdris Bey: Merhaba ben de  şantiye şef yardımcısı “İdris Bey” diyerek yanında bulunan diğer arkadaşlarını  tek tek muhtar beyle tanıştırdı.

– Muhtar Bekir : Şefim buyurun! Benim ev hemen burası geçelim. Önce bir yemek yiyin, sonra namaz ekılarsınız, ezan yeni okundu sayılır. Sonra da tarlalarımızın olduğu yere gideriz.

–   DSİ Şef : Sağ olun muhtar bey arkadaşlar namazlarını camide kılsınlar, hemen işe koyulalım. Biz yolda bir şeyler atıştırdık, karanlığa kalmadan ilçeye gideceğiz. Sabah erkenden yine geleceğiz.

Köyün ortasında iş makineleriyle görevlileri uzaktan gören şeyh, bir telaşla hızlıca camiye gitti, sağ kolu olan Fesih’e “ ben camiye gelirken köyün ortasında bir kalabalık, kepçe ve dozer gördüm neyin nesidir? diye sordu.

  • Fesih : Vallahi neyin nesi olduğunu bilmiyorum.Ben camiye sizin huzurunuza gelirken muhtarın çevresinde kalabalık toplanmış, bir şeyler konuşuyorlardı. İş makineleri de kahvenin önünde durmuştu.Benim okumam yazmam olmadığı için arabaların üstündeki yazıları okuyamadım.
  • Şeyh: Ben sana ne için tomar tomar para ödüyorum, vallahi bilmiyorum demen için mi ? Git hemen iş makinelerinin neden geldiğini öğren asabımı bozma tükürtme sıfatına!
  • Emredersin şeyhim!

Fesih bir solukta köyün kahvesine gitti. Kahvenin önündeki iş makinelerinin neden geldiklerini ve olup biteni  anlamak için de bir iskemle çekip oturdu. Konuşmakta olan muhtar ve DSİ’den gelen ekibin şefi Mehmet Bey’in neler konuştuğunu dinlemeye başladı. Şef muhtara “arkadaşlar camiden gelsinler hemen yola koyulalım” diyordu. Fesih şefin sözünden hiçbir şey anlamadığı gibi bunların kim olduğunu, neden köye geldiklerini de anlaşamamıştı. Fakat neler olup bittiğini şeyhe söyleyemezse de şeyhin sağ kolu görevinden atılacağını düşünerek, Kahveci İsmail’in yanına sokulup ona “ İsmail bu ne kalabalık nedir bu iş makineleri?” diye sordu. İsmail de  bir yıl önce iki  günlüğüne kendisinden borç aldığı parayı hala ödemeyen  Fesih’e  köye gelen  adamların yollarını kaybettiğini, muhtarında onlara yol göstereceğini diyerek dalavereci Fesih’ten daha gözü açık olduğunu göstermeye çalıştı. Kahveciden  almış olduğu haberi olduğu gibi şeyhine söylemek için bir koşu giden Fesih tam şeyhe seslenecekken, köye gelen adamlardan bir tanesinin şeyhe  “ooo Dündar hayırdır ulan bu ne hal, sakal, cübbe, fes.. ne ayaksın?” diye sorduğunu ve  elleri titreşen kara yüzü kırmızı olmuş başkaları duymasın diye adamın kolundan tutup  caminin arka tarafına çekip götüren şeyhi gördü ve onlara görünmeden duvarın köşesinde durup adamın kim olduğunu, ne konuştuklarını dinlemeye başladı. Şeyh dünya başına yıkılmış, göçük altından çıkarılmış gibi elleri, vücudu titreşerek “ Halis Allah aşkına kimseye beni tanıdığından, benim kim olduğumdan bahsetme. Ben yeni bir hayat kurdum, onu yaşamaya çalışıyorum.”diye yalvarıyordu. Şeyhin bu davranışına bir anlam veremeyen DSİ görevlisi Halis Bey şeyhe “Dündar, bana olup biteni hemen dürüstçe anlatırsan, gerçi sen de dürüstlük yok o ayrı mesele ben de kimseye seni tanıdığımı söylemem!.” dedi. Bir eli yağda, bir eli balda olan kendisine Şeyh maskesi takan Dündar, oluşturduğu yalan dünyasını kaybetmemek için hala elleri dizleri yaprak misali titreyerek “ Halis beni DSİ’den işten attılar, sen biliyorsun zaten. Ben günlerce aç kaldım. Ne yapayım, ne edeyim derken, aklıma çok çok uzak bir köye gidip, hocayım diyerek hayatımı devam ettirmek geldi.Şeyh konuştukça şaşkınlıktan dilini yutacak duruma gelen Halis “ Dündar sen sabah akşam içki içip, kumar oynayan, milletin parasını cebine indiren birisin.Neyse ben kimseye seni tanıdığımdan söz etmeyeceğim sen de madem tövbe etmişsin haydi görüşürüz.” diyerek caminin içine tekrar girdi.  Arkadaşları gitmişti Halis Bey tek başına kalmıştı. Koşar adım yürümeye başladı, karşılaştığı köyün çocuklarına  köy kahvesinin nerede olduğunu sordu. Sonunda bir çocuk onu köyün kahvesine götürdü.Kahvede çay içen arkadaşları Halis Bey’e “sen nereye gittin? Biz baktık, sen camide yoktun. Bekledik bir iki dakika seni göremeyince kahveye dönmüş olacağını düşündük. Sinirleri bozulan Halis bir an önce şefle konuşmak için muhtarın uzaklaşmasını bekledi fakat personel şefi muhtarın koluna girerek “hadi gidiyoruz toplanın arkadaşlar.” dedi. Halis Bey dairede kendisinin ve arkadaşlarının maaş bordroların da hile yapan, kurumun yemekhanesinin ihalesini anlaşmalı yemek şirketlerine verip devletin ve arkadaşlarının haklarını yiyen, yine kuruma yedek lastik, yağ makine parçalarını liste yapıp almış gibi gösterip ama malzemeyi hiç almayıp cebine parasını atan kumarbaz, içkici bu adamın köylünün başına musallat olmasına bir dakika bile göz yummaması gerektiğini düşünerek, DSİ Şef’i  Mehmet Bey’e yola çıkmadan olup biteni anlattı. Şef Muhtar Bekir Bey’i bir köşeye çekti ve  hoca kılığına bürünmüş Dündar’ın kendi dairelerinde yapmış olduğu hırsızlıklardan, yanlış evrak düzenlemelerinden dolayı işten atılan, kumarcı, içkici birinin olduğunu anlattı, muhtarın hemen jandarmayı arayıp gerekeni yapmasını söyledi. Muhtar, duyduklarına bayram çocukları gibi şen ve mutlu olmuştu. Şef’e “şefim sizin yanınıza bir adam vereyim, ben de bu sahte hocanın defterini düreyim” dedi.

Şef  “çok iyi olur” dedi. Muhtar kendi kardeşini şefin yanına verdi ve şeften durumla alakalı kimseye bir şey söylememesini rica etti.  Muhtar köyün tozlu, çamurlu yollarında sanki elli beş yaşında değil de on iki yaşlarında bir çocuk ya da çevik bir genç, deli kanlıymış gibi koşarak; Elif öğretmenle konuşmak için Okulun paslanmış ama halen kale duvarlarını koruyan kapılar gibi güçlüymüş izlenimi veren demir kapısından nefes nefese kalmış olarak giriş yaptı. Elif öğretmen dersteydi. Sınıfın kapısını çalıp  içeri girdi, sınıfta altı, yedi çocuğa ders anlatan Elif öğretmenin yanına kadar gitti. Muhtar’ın hızlı hızlı nefes alıp verdiğini gören Elif öğretmen korkuyla . “Bekir Bey iyi misiniz?” diye sordu. Bekir Bey sevinçten delirmiş bir halde Elif öğretmenin sorusuna karşısındaki öğretmenin elini tutarak halay çekmeye başladı. Elif öğretmen bu kez şaşkın ve kaygılı bir şekilde “Bekir bey ne oldu bu heyecan, sevinç düğün mü var?  Neler oluyor lütfen anlatır mısın?” dedi. Bekir bey şeyhten kurtulacağının mutluluğunu iyice yaşadıktan sonra “Elif öğretmen bugün düğün var, doğru bildiniz hem de köyün düğünü hey hey hey daha canlı!” sınıftaki çocukların, muhtarın Elif öğretmenlerinin elini tutup, halay çekmelerine gülmeleri, bağırmaları yan sınıfta iki erkek öğrenciye matematik dersi veren Zafer öğretmenin sınıfa gelmesini neden olmuştu. Gördükleri karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Biri köyün Muhtarı Bekir Bey, diğeri okulunda mesai arkadaşı olan Elif Öğretmen el ele tutuşmuş, öğrencilerin karşısında halaya benzer çılgınca hareketler yapıyorlardı.  Zafer Öğretmen daha fazla dayanamayarak “Burada neler oluyor, bu sevincin sebebi nedir?” diye sordu. Bu mutluluğun nedenini iyice merak eden öğretmenlere Muhtar olup biten her şeyi anlattı ve kendisinin jandarmayı aradığını, birazdan gelip yalancı hocayı alacaklarını söyledi. Sonra “hadi dersi bırakın muhtarlığa geçelim!” diye ekledi. Duyduklarına sevinen öğretmenler, çocukları evlerine gönderdiler, muhtarla birlikte muhtarlığa geçtiler.

Olayın jandarmaya bildirilmesinden bir saat sonra,  jandarma köye geldi. Camiye giderek kendisini köylüye şeyh, büyük zat diye tanıtmış olan yalancı hoca Dündar’ tutukladı. Camide ve hocanın evinde arama yapan jandarma, camiden ve hocanın evinden çıkan içki şişeleri ile belli bir miktar para ve altın, bazı köylülerin şeyhe vermiş oldukları tarlalarının tapularına el koydu. Dündar elleri kelepçeli, yanında jandarmalar, başı yerde köyün meydanının içinden yürütülerek, köy muhtarının resmi işleri yapıyor olduğu odaya getirildi. Bu ilginç durumu gören köylüler şaşırdı!  Gören görmeyene, duyan duymayana haber verdi. Bir an da bütün köylü muhtarlığın önünde toplanarak, olup biteni anlamaya çalıştı. Elif Öğretmen, jandarma komutanına toplanmış olan köylülere olup biteni anlatmalarının daha doğru olacağını aksi halde köylü bu yalancı hocayı, dini savunduğu için bizim tutuklattığımızı düşünüp, kendilerine düşman olacaklarını  ve bu sahtekarı da kahraman ilan edeceklerini söyledi. Jandarma Komutanı Elif öğretmenin söylediklerinin hem köylünün akıl sağlığı hem de öğretmenlerin can güvenliği açısından iyi olacağını düşünerek “haklısınız” dedi ve Muhtara “siz bütün köylüyü toplayın, buraya gelsinler.”dedi.  Muhtar komutana “komutanım benim köylüyü çağırmama gerek yok. Kandırmış olduğu köylü, hocalarını elleri kelepçeli görünce, herkes birbirine söylemiş. Hepsi buradalar zaten.” Gerçekten de öyle olmuştu. Yalancı şeyhe inanan köylüler, evlerinde eşleri, çocukları ölüyor olsa bu kadar hızlı davranmazlardı, oysa hepsi muhtarlığın önünde birbirlerini ite kalka toplanmış bekliyorlardı.

Jandarma komutanı, muhtarlığın önünün bir anda ana baba günü olduğunu görünce, ne kadar doğru bir karar vermiş olduklarını anladı ve yalancı şeyhe dönüp

  • “şeyh misin, Dündar mısın bilmem. Bugün buraya nasıl geldiğini, daha önce ne iş yaptığını ve bu insanları nasıl kandırdığını eğer anlatmazsan seni içeri tıkar,en azılı suçluların olduğu yere attırırım bilesin.” dedi.

Korkudan ne yapacağını bilmeyen yalancı hoca, kısık sesle

  • “komutanım köylünün beni taşlamasına izin verme Allah aşkına! Ben de bütün yaptıklarımı bir bir açıklayacağım..

Muhtarlığın önündeki kalabalığa komuta:

  • “ Boğazlı Köy’ü sakinleri dinleyin beni! Yıllarca size, kendisini şeyh, hoca olarak tanıtan bu adam sizin dine olan inancınızı kendi menfaatleri için kullandı. Bu şahsın evinde ve camide yapmış olduğumuz aramalarda sizlerden almış olduğu altın, para ve sizlerin kendisinin üstüne yapmış olduğunuz tarlalarınızın tapuları ve koli koli içki dolu şişeler çıktı. Hepsi burada.

Toplanmış olan kalabalıktan Cemşir ve birkaç köylü, jandarma komutanına:

  • “Biz inanmıyoruz bunlara, bu iş köyümüzdeki öğretmen denen şeytanların işidir, şeyhimize tuzak kurmuşlar. Şeyhimiz Allah’ın adamıdır.”diye söylediler.

Komutan şeyhin yıllardır yalanlarıyla gözlerini kör etmiş olduğu köylüye:

  • “Tamam siz haklısınız bize inanmamakta, o zaman şimdi de hocanız olacak üç kağıtçıyı sonuna kadar dinleyin. Gel buraya Dündar!” dedi.

Şeyh, muhtarlığın önünde toplanan köylülere önce DSİ’de muhasebeci olduğunu, yaptığı hırsızlıklardan dolayı devletin onu işten attığını sonra da bu köye gelip onları kandırdığını; toplanan paraları Fesih ve Rüstem’le birlikte yediklerini bir bir anlatı. Şeyhlerinin kendilerini nasıl kandırdığını duydukça rezil olan köylülere:

  • Elif Öğretmen “bir dakika! Madem her şey ortaya çıktı, benim de sizlerin huzurunda bu yalancı hocaya bir sorum olacak” dedi. “Dündar Bey, köylünün çocuklarını neden okula göndermelerini istemediğinizi de anlatır mısın? Ülkemizin her yerinde camiler, okullar var ama ne okullar camiye karşıdır; ne de camiler okullarımıza. Çünkü okulları açan adam, camilerin var olması için Diyanet İşlerini kurdu. Hiçbir zaman dine camiye karşı olmadı, karşı olduğu tek şey vardı: O da siz masum, saf insanları  din diyerek kandıran bu yalancı hoca gibi aklında iblisler cirit atan, milleti kendi menfaatleri için kandıranlardı.”

 

Elif Öğretmen konuşurken Dündar başını iyice yere eğmiş komutan:

  • “Hadi konuş! neden köylü çocuklarını okula göndermesin diye zorluyordun anlat?” dedi.
  • Yalancı şeyh:

“çünkü çocuklar okula gitselerdi, camiye gelmez, benim Allah dediğimi göremez, anne babalarına söyleyemezlerdi. Çocuklar, camiye gelip benim yaptıklarımı görüp, evlerinde beni konuştukları için benim yerim daha sağlam oldu.”

Yalancı hoca konuşurken; komutan köylüye

  • “hocanızın hanımının da sizlere söyleyecekleri varmış” diye ekledi.

Kadın başını yere eğmiş, ağlayarak

  • “gardaşlarım Dündar beni dövüp, korkuttuğu için ben üç yıldır sustum. Bizim de üç kızımız var. Biz hepsini okuttuk, ikisi hemşire, birisi memur oldu. Kızlarım kendileri istedikleri adamlarla evlendiler. Dündar burada sizlerin mallarını alıp, kaçmak için benim başımı kapattı, bana çarşaf giydirdi. Ben de suçluyum çünkü sustum. Elif Öğretmen hakkını helal et bize.” dedi.

Neye uğradığını bilemeyen köylü, giden mallarına mı, yoksa bu yalancı adam yüzünden kadınlarına, kızlarına, çocuklarına yapmış oldukları kötülüklere mi üzülsünler bilemediler. Komutan, yalancı hocayı, karısını ve onlarla birlikte milleti kandıran Fesih ve Rüstem’i arabaya bindirerek, karakola götürdü.

Muhtar köylüye seslendi.

  • “Yarın bütün köylü, çocuklarınızı okula gönderin! Bak eğer çocuklarınızı okula göndermezseniz, onlar da sizin gibi yarım kafa olur, sonra da Dündar gibi yalancı hocalara, her din diyen adama inanır, zorlukla topladığınız malınızı, canınızı onlara verirler. Bu da benden söylemesi bilesiniz!”dedi.

 

 

 

 

 

 

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
Previous Post

Gevşemiş Kapı Menteşeleri / Hilal İslam

Next Post

Koş Kadın / İlayda Bozkurt

Yıldız Karaca

Yıldız Karaca

29 Aralık 1976 doğumluyum. Azerbaycan kökenli bir ailenin çocuğuyum. Babamın işi dolayısıyla çocukluğum ve gençliğimin ilk yıllarını Adana'da geçirdim. Ortaokul ve lise eğitimimi Adana 19 Mayıs Okulu'nda tamamladım. Üniversite eğitimimi işletme fakültesinde yarım bıraktım, ardından inşaat bölümüne geçtim ancak uzun bir ara verdim. Daha sonra öğrenci affından yararlanarak kaydımı yeniledim ve kaydımı dondurdum. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nden mezunum (örgün öğretim). Sanat ve edebiyata olan büyük ilgim beni ülkemizde ve dünyadaki eşitsizlikleri mısralara ve satırlara dökmeye yöneltti. Ayrıca tiyatro eğitimi aldım ve resim kursuna giderek hayatı tuval üzerine yansıtmaya çalıştım. Söz yazarı ve şair "Karaca" olarak " Karaca’nınYüreğinden Akanlar" adlı iki şiir kitabı ve "Çılgın Abla" adlı bir öykü kitabının yazarıyım. Şu anda üçüncü şiir kitabımın yayımlanma aşamasındayım ve "Ben En Çok Devletime Küstüm" adlı bir roman üzerinde çalışıyorum. Hayat devam ediyor... Yıldız Karaca

Next Post
Koş Kadın / İlayda Bozkurt

Koş Kadın / İlayda Bozkurt

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

No Result
View All Result

Hakkımızda

Kibele Kültür Sanat Logo

Kibele Kültür Sanat

Merhaba sevgili okur.

Mitolojide Tanrıların anası olarak bilinen Tanrıça Kibele’nin anaç, üretken, hayatın devamını sağlayan özelliklerinin uğruna inandık. Ve onun adını kullanıp Kibele Sanat olarak edebiyatta biz de varız dedik. Edindiğimiz misyonla amacımız; bizden önceki kalem ustalarımızın bayrağını, gelecek kuşaklara ulaştırmak. Çünkü edebiyat dünya tarihini içinde barındıran devasa bir ansiklopedidir… Devamını Oku

Arşivler

  • Kasım 2025
  • Ekim 2025
  • Eylül 2025
  • Ağustos 2025
  • Temmuz 2025
  • Haziran 2025
  • Mayıs 2025
  • Nisan 2025
  • Mart 2025
  • Şubat 2025
  • Ocak 2025
  • Aralık 2024
  • Kasım 2024
  • Ekim 2024
  • Eylül 2024
  • Ağustos 2024
  • Temmuz 2024
  • Haziran 2024
  • Mayıs 2024
  • Nisan 2024
  • Mart 2024
  • Şubat 2024
  • Aralık 2023
  • Eylül 2023
  • Ağustos 2023
  • Temmuz 2023

Kibele Kültür Sanat Logo

Kategoriler

  • Anlatı
  • Araştırma
  • Deneme
  • Genel
  • Hakkımızda
  • İnceleme
  • Kitap İncelemeleri
  • Masal
  • Öykü
  • Roman
  • Röportaj
  • Şiir
  • Sinema
  • Sizden Gelenler
  • Söyleşi
  • Tiyatro
  • Yeni Çıkanlar

Son Yazılar

  • Sa
  • Bu Oyun Senin Değil
  • Gökyüzünde Sessizlik: Unutulmaz Bir Askerin Mektubu / Derya UYGUN CAN
  • Ben Seni Hiç Görmedim Atatürk
  • Hastalıklı Aşk / Ebruh Yılmaz

Copyright 2023 - 2025 Haziran K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi All Right Reserved. Developer by Fedora Bilişim Teknolojileri İnternet Danışmanlık Hizmetleri Basım Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi. Bu sitede yayınlanan ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, hiçbir şekilde kullanılamaz, izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi'ne aittir.

KİBELE Abone
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol

Copyright 2023 - 2025 Haziran K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi All Right Reserved. Developer by Fedora Bilişim Teknolojileri İnternet Danışmanlık Hizmetleri Basım Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi. Bu sitede yayınlanan ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, hiçbir şekilde kullanılamaz, izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi'ne aittir.