• Destek
  • Üye Ol
  • Yazar Girişi
  • Abone Ol
0 553 423 00 17 kibelekulturs@gmail.com
Kibele Kültür Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
Kibele Kültür Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
No Result
View All Result
Home Öykü

Pijama Partisi (Kapana Kısıldın) / Elif Kahriman

Elif Kahriman by Elif Kahriman
22 Temmuz 2025
in Öykü
2
Pijama  Partisi (Kapana Kısıldın) / Elif  Kahriman
0
SHARES
32
VIEWS
Share on FacebookShare on Twitter

Lavinya, camı neredeyse çatlamış pencereden sızan soğuğun vücuduna temas etmesine karşılık haklı bir mırıldanmayla yatağından sıçrayıp ortası ayak izleriyle aşınmış tozlu halının üzerine indi. Ağırlığının etkisiyle havaya kalkan toz taneleri, istemsizce hapşırmasına neden olmuştu. Bir yandan toz bulutundan kurtulmak için kafasını silkelerken, diğer yandan yardım dilenen bir tavşan edasıyla bakışlarını odada gezdirdi. Minik gözleri, onu henüz bir ay önce sahiplenen Ezgi ve saçları Lavinya’nın tüyleri kadar dökülen Ecrin arasında gidip geldi; ancak ikisi de onunla ilgilenemeyecek kadar meşguldüler. Memnuniyetsizce suratını astı. Tozlanmış patilerini halının üzerinde sürte sürte sahibine doğru ilerledi ve yediği ayazdan dolayı intikam almak istercesine pençelerini süt beyazı bacaklara geçirdi.

Kedisinin anlamsız saldırısına karşı savunmasız yakalanan Ezgi, çevik bir hareketle eliyle deri yüzeyinde damar şeklini oluşturacak biçimde fışkıran kanları kapattı. Diğer elindeki allık fırçasını, acının etkisiyle bir süre avuçlarında boğarcasına sıktı -o an avucundaki nesnenin Lavinya’nın kafası olduğunu hayal ediyordu- ve ne olduğuna anlam verene kadar parmaklarını gevşetmedi. “Senin sorunun ne?” diye haykırdı, masumane bakışlar takınan tekir kedisine. “Sakın… Sakın! Bu şekilde kendini affettireceğini sanıyorsan yanılıyorsun.” Çizikler içerisinde kalan bacağını havaya kaldırdı. “Şu halime bak!”

O sırada makyajı yarım kalan Ecrin, Ezgi kadar sakin kalamayıp ayağıyla kediyi odanın öteki tarafına doğru fırlattı. Zaten kedilerden çok haz ettiği söylenemezdi. Alerjisi olduğu halde arkadaşının hatırına ses çıkarmamıştı; ancak bu sefer bu küçük tüy yumağı çok ileri gitmişti ve iyi bir cezayı hak etmişti. Bacağını yara bandıyla kapatmakta olan arkadaşına “Bence tekrar dışarıya at.” diye öneride bulundu. Ona nefretle tıslayan kedinin nefesini ensesinde hisseder gibi oldu ve bir an ürperdi. Çöp tenekesinden çıkan kediler gibi üzerine sıçrarsa çığlığı basacaktı.

Ezgi meşgul kafasını yukarıya kaldırdı ve göz ucuyla odanın diğer ucunda hırıldayan Lavinya’ya baktı. Onunla sokakta ilk karşılaştığı gün geldi aklına; kaldırıma sığınmış sıska ve çelimsiz bir kediydi, bir deri bir kemik kalmıştı. Üzerindeki kir ve çöp kokusu herkesi ondan uzaklaştırsa da Ezgi’yi kendine çekmişti. Birkaç dakika boyunca birbirlerinden ayırmadıkları bakışlarıyla birbirleriyle tanışmışlardı.  Ezgi de en az onun kadar yalnız ve çaresizdi; kime güvense, kime yaklaşsa sonu yine yalnızlıkla bitiyordu. Ama diğerlerinin aksine Lavinya onu hiç terk etmedi, eve gelmesinin üzerinden bir ay geçmesine rağmen. “Bu hayatta sadece ondan vazgeçmem.” diye mırıldandı dişlerinin arasından.

“Duyamadım. Bir şey mi söyledin?” diye sordu Ecrin, yarım kalan makyajını tamamlamak için aynanın önüne geçmişti. Arkadaşının aynadaki yansımasına döndü ve samimiyetsiz bir gülümseme ile “Çok güzel olduk.” diye övündü. Henüz bir saniye önce arkadaşının kedisi tarafından suikasta uğradığını unutmuştu çoktan. Unuttuğu tek şey bu değildi tabii. Oturmaktan kırışan pembe saten pijamasını eliyle düzeltip usulca ayağa kalktı ve moda mankenleri gibi etrafında bir tur döndü.  “Hazırım.” O dönerken uzun siyah saçları da havalanıp onunla birlikte dönmüştü.

Bu iki kız arkadaş bir hafta önce tanışmışlardı; bir kafede, yalnız başına kahve içerlerken. O sıralar Ezgi’den üç yaş daha küçük olan Ecrin, erkek arkadaşından yeni ayrıldığı için oldukça karamsardı ve kendini dışarıya çıkarmak için zorlasa da en fazla birkaç kilometre uzağındaki kafeye kadar gidebilmişti. Karşı masasında ona gülümseyerek bakan sarışın kızı en az yarım saat sonra fark edebilmişti. Gözlerini altın sarısı saçlarda gezdirip kızın mavi gözlerinde sabitlemişti. Bir an, bu okyanusu andıran gözlerin içinde kaybolacağından korkmuştu.-ve hâlâ da korkuyordu.- Bu derin bakışlı kız, ceylan misali kendi masasından kalkıp yavaşça Ecrin’in masasına süzüldü ve izin istemeye gerek görmeden ahşap sandalyelerden birini çekip üzerine oturdu. Böylece iki yalnız insanın sıkı dostluğu mühürlenmemiş bir imza ile başlamış oldu.

Ezgi, ayağındaki yarayı temizledikten sonra aynanın hemen yanındaki dolaba doğru yürüdü. Büyük demirden bir dolaptı; sadece bir kapağı vardı. Düşse, altında bir insanı ezebilecek kadar ağır olan kapağın üzerinde ise küçük bir asma kilit sarkıyordu. Elini gerdanına götürdü ve yeşil kadife pijamasının içinden küçük bir anahtar çıkardı. Anahtarın üstüne garip semboller işlenmişti. Asma kilidi açar açmaz hızla dolabın kapağını yarıladı ve Ecrin’in dolabın içindekileri görmesini istemiyormuşçasına hızlı hareketle alması gerekeni alıp tekrar dolabı kilitledi. Arkadaşının şaşkın ve şüpheci bakışlarını çok da umursamamıştı. İnsanları imrendiren rahat tavrıyla yatağına doğru ilerledi ve elindekini Ecrin’e uzattı.

“Bu da ne?” Rapunzel’e benzettiği –ya da o masaldaki cadı da olabilir- arkadaşının uzattığı çelik kavanozu ürkekçe titreyen eline aldı ve belli belirsiz bir gülümsemeyle inceledi. “Boya mı? Bunu gerçekten yapacak mıyız?” diye sordu sitemle. Katılacakları pijama partisine nedense süslü asker kılığında gitmek zorundaydılar. Giysileri tamamen pembe panter gibi olacaktı ve yüzleri asker imajı verecekti. İstemsizce kapağı açtı ve baş ve orta parmağını birlikte olacak şekilde iki parmağını siyah boyaya daldırıp, allayıp pulladığı pembe yanağına sürttü. “İğrenç kokuyor. Kimyasal atık gibi… Boya olduğuna emin misin?”

Ezgi sıkkın bir şekilde iç geçirdi. Bu kadar konuşkan birini hayatında daha fazla ne kadar tutabileceğinden emin değildi. “Sıra bende.” Dili de saçı kadar uzun olan çilli arkadaşının yaptığı işlemi kendi yanaklarında tekrarladı, ancak nedense suratında garip bir ifade oluştu, –ya da ifadesizlik- sanki bu anı çok önceden beri bekliyor gibiydi. Mavi gözleri Ecrin’in bal rengi gözleriyle buluştu ve şah mat dercesine delip geçti.

“Neden öyle bakıyorsun?” diye sordu Ecrin, birkaç adım gerileyerek. Ezgi’nin davranışlarına çoğu zaman anlam veremiyordu. Birini öldürmekle sevmek arasında gidip gelen bakışları vardı. Hatta bir keresinde beraber uyudukları bir akşam Ezgi’nin kafasında dikilip öylece onu süzdüğünü görmüştü rüyasında. “Rüyadan çok kâbustu.” dedi Ezgi’nin duyamayacağı kadar sessiz bir tonla.

“Geç kalıyoruz. Saat neredeyse…” Kolundaki dijital saate baktı. “On.” Pijamasıyla takım olan çantasını aldı ve neşeyle Ecrin’in koluna girdi. “Heyecanlı mısın?”

Ecrin kafasını olumlu anlamda sallamakla yetindi. Aslında heyecanlı mı, değil mi o da bilmiyordu. Gidecekleri yer ona çok yabancıydı. Daha birkaç gündür çok yakın olmalarına rağmen Ezgi, onu en yakın arkadaşlarının yanına götürüyordu. Bu geceyi orada geçireceklerdi ve –Ezgi’nin anlattıklarına göre- eğlenecekleri oyunlar – eğlenceden kastının ne olduğunu kesinlikle kestiremiyordu- oynayacaklardı. Tabii evlerine gideceği ve hatta evlerinde kalacağı o kişiler hakkında isimleri dışında hiçbir şey bilmiyordu. Hatırlamaya çalıştı. Canan ve… Feyza… Ha bir de ikisinin kardeş olduğunu anımsadı, hepsi bu.

Evden çıktıklarında ay çoktan geceyi aydınlatmıştı, yıldızlar da ona parıltılarıyla eşlik ediyordu. Ecrin bir süre gökyüzünü seyretti. Nedense içinde garip bir his vardı; gökyüzünün karanlığı kadar karanlığa bulanmıştı yüreği, nefes alışverişleri yavaşlamıştı. Bunu heyecandan kaynaklandığına yordu ve yoluna devam etti.

Yarım saatlik yürüyüşün ardından harabe bir binanın önünde durdular. Yukarıdan aşağıya kadar betonları kırılmış ve boyası –sarımtırak gibi duruyordu- solmuştu. Burada herhangi bir insanın yaşadığına inanmak zordu. İkinci ve üçüncü katın pencere kısımları naylon yardımıyla kapatılmıştı; rüzgârın sert darbeleri naylonları, bir içeriye bir dışarıya hamile bir kadına benzetircesine hareket ettiriyordu. Kapısı ise binadan apayrı bir dünyaya açılan bir geçitmiş gibi rengârenkti; üzerinde oynayan çocuk resimleri işlenmişti. Bunu hem sevimli hem de ürpertici buldu Ecrin. Korku filmlerindeki en gerilimli sahnede hissetti kendini. Ses efekti ise beyninde çalmaya çoktan başlamıştı. Binanın girişi çakıl taşlarıyla doluydu; ilerlemek için adım attıklarında ayakkabıları minik taşlarla doldu. Ezgi çok umursuyormuş gibi görünmüyordu, ancak Ecrin yürüdükçe ayağına batan bu canavarlardan oldukça rahatsız olmuştu. Zaten ayakları geri geri gidiyordu; içeriye girmek istediğinden bile emin değildi.

“Burada birilerinin yaşadığından…”

“Şşşş…” Arkadaşının sözünü keserek parmağıyla ilk katın penceresinden sızan ışığı gösterdi. Yüzüne sürmüş olduğu savaş boyasını bozulmuş mu diye kontrol etmek için cebinden çıkardığı yuvarlak aynadan bir süre kendine baktı ve Ecrin’i şaşırtacak bir şey yaptı; aynayı ikiye kırıp içinden ince bir anahtar çıkardı. Sonra da her şey yolunda der gibi bir bakış atıp anahtarı kapının kilidine soktu ve çevirdi.

Bu olayı ağzı açık izleyen Ecrin, merakına yenik düşüp “Anahtar neden sende?” diye sordu. Bilinmezlik içini kemirmeye şimdiden başlamıştı. Her zamanki gibi streslendiği zaman yaptığı şeyi yaptı; dudaklarını ısırdı ve kopardığı deri parçalarını dışarıya tükürdü.

“Sakin ol!” diye arkadaşını teselli etti Ezgi. “Bana anahtarı daha önceden verdiler. Bu partiye giriş bileti gibi bir şey. Yani elinde bundan olmayan kimse içeriye giremez… Hem sen neden gerginsin? Tüm gün garip davrandın. İlk tanıştığımız zamanlardaki gibi uslu bir kız ol derdim ama buraya uslu olmaya gelmedik, çılgınlar gibi eğlenmeye geldik. Bu yüzden yüzündeki o sevimsiz ifadeyi hemen atıyorsun ve neşeli maskeni yerleştiriyorsun. Gün henüz yeni başlıyor…” Büyük bir kahkaha atıp kapıyı ardına kadar açtı; kapının gıcırtı sesi ürpertici şekilde onun kahkahalarına eşlik etmişti.

Oysaki Ecrin’in kalbi yerinden çıkarcasına atıyordu. Kendine fazla abarttığını söyleyip dursa da içinde bir his onu içeri girmekten alıkoyuyordu. Bu hisse güvenmeli miydi yoksa yok mu saymalıydı? İkinci şıkkı seçti ve mızmız bir çocuk olmayı bırakıp, mermer geçitten geçerek içeri girdi.

İçerisi dıştan görünüşünden oldukça farklıydı. Salonun tam ortasında sıcak bir yuva hissi veren eski moda bir kilim seriliydi. Üstünde ise sadece dört minder vardı, koltuk, sandalye ya da kanepelerden eser yoktu. Salonun bir köşesinde –pencerenin olduğu tek yer- geniş bir masa vardı ve üzeri farklı türde yiyeceklerle doluydu. Diğer köşesinde ise havanın çok da soğuk olmamasına rağmen tuğlalarla örülmüş küçük bir şömine yanıyordu. Binada belki de birçok oda vardı ancak ışığı açık olan tek yer burasıydı.

Çıkış kapısının yarım metre uzağında boyları birbirine yakın iki kız, zoraki bir gülümsemeyle onlara bakıyordu. Neden kapının önünde değil de orada durduklarına anlam veremedi Ecrin. Yaklaşmak istercesine Ezgi’ye baktılar; Ezgi’nin kafasını sallamasıyla hızla Ecrin’e doğru hücum ettiler ve neşeyle onu kucakladılar.

“Hoş geldin.” dedi ikisi de, senkronize olmuş şekilde. “Çok bekledik sizi. Neler hazırladığımıza bakın.” Yaşça küçük olan, eliyle yemek masasını gösterdi; sonra sanki yanlış bir şey yapmış gibi gözleri dehşetle açıldı ve tekrar Ecrin’e baktı. “Sana kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Canan. Evin en küçüğüyüm. Bu da ablam Feyza…” Dirseğiyle yanındaki kızın koluna hafifçe vurdu.

“Ah evet! Feyza ben.” Tek söylediği bu oldu, ama gözleri sanki anlatacakları çok şey varmış gibi bakıyordu.

“Tanışma faslı bittiğine göre artık oturalım mı?” diye sordu Ezgi, biraz sabırsız, biraz da agresif bir tonla.

Kimse cevap vermedi. Garip bir sessizlik içinde hepsi gözleriyle bakış alışverişi yaptılar. Bu gariplikten tüyleri ürperen Ecrin derin bir nefes aldı ve kaptığı ilk mindere oturdu. Diğerleri de aynı eylemi tekrarladılar.

Bir süre kimseden çıt çıkmadı –konuşmaya ilk kim başlarsa tüm gözler ona dönecekti-.  Ancak bu sessizliğin çok gereksiz olduğuna kanaat getiren Ezgi, sessizliği bozmak adına naif sesiyle bir şarkı nakaratı mırıldandı.

Küçük bir kedi kadar açsan

Küçük bir ceylan kadar ürkek ol.

Büyük bir kurt kadar açsan

Büyük bir aslan kadar haşin ol.

Ah küçüğüm!

Ecrin bu anlamsız şarkıya istemeden güldü, onu izleyen iki kardeş de gülmeye başladılar. Böylece gergin ortam bir anlığına da olsa kaybolmuştu.

“Tek mi yaşıyorsunuz?” diye sordu Ecrin. O sırada Feyza ve Canan’ın aynı tonlarda beyaz bir pijama giymiş olduklarını fark etti. Kendisinin aksine onların pijamaları daha ince ve daha naifti. Ancak yüzlerine kendisi gibi siyah boyalar sürmüşlerdi.

Cevap veren Canan oldu. Zaten Feyza’nın nedense konuşmaya hiç niyeti yok gibiydi. “Evet, ailelerimiz çok önceden bir trafik kazasında öldüler.”

“Ne kadar önce?” Bunu sorarken yanlış bir şey sorduğunu hissetti. Başınız sağ olsun demekle yetinmeliydi; ancak sanki içinden bu kızlara acımaktan ziyade merak vardı. Böyle bir evde tek başına yaşamak cesaret isterdi; karşısındaki bu naif kızlar ise o kadar cesaretli görünmüyorlardı.

Sesi de kendisi kadar ince olan Canan ablasına doğru döndü ve benim sorduğum soruyu tekrarladı, aynı soru dolu bakışlarla. Lakin ablası da ona aynı şekilde bakıyordu. Sanki ikisi de bunun cevabını bilmiyordu. Bir saniyeliğine öksürük krizine tutulan Feyza, pijamasının cebinden yarısı kırılmış astım ilacını çıkardı ve boğazına sıktı.

“Astımın mı var?” diye sordu Ecrin. “Geçmiş olsun. Pencereleri açmamızı ister misin?”

İki kardeş de aynı anda “Hayır.” diye bağırdı. Bu, Ezgi ve Ecrin’in irkilmesine sebep oldu. Bu sefer sözü Feyza aldı. “Astımım yok. Kapalı alanda çok uzun süre kalınca böyle oluyorum.” O sırada koluna tekrar vuran kardeşini görmezden gelmişti. Konuşmasına devam etti. “Nefes almak gittikçe zorlaşıyor, zorlaşıyor, zorlaşıyor…”

Ezgi gergince kahkaha patlattı. “Takılı kaldı yine. Sen ona bakma, her zamanki hali bu. Evet, ne oynuyoruz?” Kafasıyla etrafını yokladı. “Oyun yok mu?”

Canan ayağa fırladı. “Hemen getiriyorum.” Şöminenin hemen yanındaki karanlık odaya –ışığını açmadan- girdi ve birkaç saniye sonra elinde bir kutu oyunuyla geri döndü. “Bu oyuna bayılırım.” Heyecanla yerine oturdu. “Kapana kısıldın. Adı. Oyun üç ya da dört kişiyle oynanıyor. Hepimiz sırayla bir kart çekiyoruz ve kuzu kartı çıkanlar av, kurt kartı çıkanlar avcı oluyor. Kuzular saklanır ve kurtlar onları bulmaya çalışır. Eğer bir saat içinde kurtlar kuzuları yakalarsa kuzular kaybeder, yakalayamazsa kurtlar kaybeder.”

“Peki, oyunu kazanana ne ödül verilecek?” diye sordu Ecrin, oyun ilgisini çekmişti. Böyle şeylere meraklıydı. Küçüklüğünden itibaren oyunları yöneten kişiydi, lider de denebilir.

“Bu oyunda kazanan olmaz.” diye cevapladı Feyza. “Sadece kaybeden cezalandırılır.”

Tek kaşını havaya kaldırdı. “Ne cezası?”

“Buna kartlar karar verecek.” diye açıkladı Ezgi. “Kartta her ne yazıyorsa, o kaybeden takımın cezası olacak.”

“Tamam… Oldukça garip bir oyun. Hadi başlayalım!” Ecrin, en son on iki yaşındayken oynamıştı saklambaç oyununu. Tabii o zamanlar saklankaç kelimesini daha sık kullanırdı. Şimdi ise tekrar çocukluğuna dönmüş gibi hissetti. Oynaması çok da zor olmasa gerek diye düşündü.

Canan kartları karıştırdı ve ortaya uzattı. İlk kartı çeken Ezgi oldu; hiç tereddüt etmeden havaya hızla kaldırmıştı. Bir süre kartının önünde yazanlara baktı ve yüzünde katil palyaçoyu aratmayacak bir gülümseme belirdi. İkinci kartı Canan çekti. O da kartını bir süre sessizce inceledi ve gülümsedi. Canan’dan sonra Feyza kartını çekti. Kartını döndürdüğü gibi gözlerinden yaş damlaları beyaz pijamasının üzerine döküldü. Ecrin, onun bu tepkisine hayret etti; üzülmesini sağlayacak kadar ne yazabilirdi ki? Sırasının kendisine geldiğini anladı. İçine bir sıkıntı düştü; sanki kartı açmaması gerekiyormuş gibi hissetti.

“Hadi, çok eğleneceğiz.” diye onu teşvik etmeye çalıştı Ezgi.

Arkadaşının bu ısrarını geri çevirmedi. Elini en üstteki karta doğru götürdü ve açtı.

“Ne yazıyor?” diye heyecanla sordu Canan, bir eli kalbinin üzerindeydi.

Ecrin zoraki bir gülümsemeyle ağzını yarıladı. Kartta yazanları olduğu gibi okudu. “Kuzu. Saklan. Sakın yakalanma yoksa sonsuza kadar burada yaşarsın.”

O an burada neler döndüğünü anlar gibi oldu, ancak her şey için çok geçti. Karşısındaki iki kurt, vahşi bakışlarla ona kenetlenmişti çoktan.

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
Previous Post

Beliz / Adem Tok

Next Post

Kalbin Goncasıdır Gün Doğumu / Adem Tok

Elif Kahriman

Elif Kahriman

Next Post
Kalbin  Goncasıdır Gün Doğumu / Adem Tok

Kalbin Goncasıdır Gün Doğumu / Adem Tok

Comments 2

  1. mujgan ersuna says:
    2 ay ago

    Kaleminize sağlık Elif Hanım. Son paragrafa nasıl geldim anlayamadım. O kadar heyecanlıydı ki. Sonunu biraz daha açmanızı isterdim. Belki de ben anlayamadım. Dediğim gibi bir çırpıda okudum. Yazılarınızın devamını
    dilerim.

    Yanıtla
    • Elif Kahriman says:
      2 ay ago

      Yorumunuz için teşekkür ederim, seri bir öykü yazmak istedim, yani yazının devamı gelecek.

      Yanıtla

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

No Result
View All Result

Hakkımızda

Kibele Kültür Sanat Logo

Kibele Kültür Sanat

Merhaba sevgili okur.

Mitolojide Tanrıların anası olarak bilinen Tanrıça Kibele’nin anaç, üretken, hayatın devamını sağlayan özelliklerinin uğruna inandık. Ve onun adını kullanıp Kibele Sanat olarak edebiyatta biz de varız dedik. Edindiğimiz misyonla amacımız; bizden önceki kalem ustalarımızın bayrağını, gelecek kuşaklara ulaştırmak. Çünkü edebiyat dünya tarihini içinde barındıran devasa bir ansiklopedidir… Devamını Oku

Arşivler

  • Eylül 2025
  • Ağustos 2025
  • Temmuz 2025
  • Haziran 2025
  • Mayıs 2025
  • Nisan 2025
  • Mart 2025
  • Şubat 2025
  • Ocak 2025
  • Aralık 2024
  • Kasım 2024
  • Ekim 2024
  • Eylül 2024
  • Ağustos 2024
  • Temmuz 2024
  • Haziran 2024
  • Mayıs 2024
  • Nisan 2024
  • Mart 2024
  • Şubat 2024
  • Aralık 2023
  • Eylül 2023
  • Ağustos 2023
  • Temmuz 2023

Kibele Kültür Sanat Logo

Kategoriler

  • Anlatı
  • Araştırma
  • Deneme
  • Genel
  • Hakkımızda
  • İnceleme
  • Kitap İncelemeleri
  • Masal
  • Öykü
  • Roman
  • Röportaj
  • Şiir
  • Sinema
  • Sizden Gelenler
  • Söyleşi
  • Tiyatro
  • Yeni Çıkanlar

Son Yazılar

  • Kavga / Ahmet Şerif Doğan
  • PARADOKSAL EVRENE DÜŞEN İLK PARADOKS PARÇASI / Ahmet Şerif Doğan
  • Düş Ağı / Mehmet Şirin Aydemir
  • Kalbe Mühürlenen Sonsuzluk / Nur Lavinia Bozkurt
  • el-veda

Copyright 2023 - 2025 Haziran K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi All Right Reserved. Developer by Fedora Bilişim Teknolojileri İnternet Danışmanlık Hizmetleri Basım Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi. Bu sitede yayınlanan ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, hiçbir şekilde kullanılamaz, izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi'ne aittir.

KİBELE Abone
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol

Copyright 2023 - 2025 Haziran K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi All Right Reserved. Developer by Fedora Bilişim Teknolojileri İnternet Danışmanlık Hizmetleri Basım Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi. Bu sitede yayınlanan ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, hiçbir şekilde kullanılamaz, izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi'ne aittir.