Tatlı bir meltem rüzgarının, yüzümü okşamasıyla güne uyanıyorum. Küçük ellerimle gözlerimi ovuştururken bir an geçmişin karanlık sularına dalıyor ruhum.
Hatırlıyorum, hoş gerçi unutmadım ki dört yaşımın bana yüklemiş olduğu o yükü. Sırtımda bir kambur misali hiç terk etmiyor beni.
Anımsıyorum o günü, her ne kadar hatırlamak istemese de zihnim; her karesi gözümde canlanıyor.
“Suçlu sensin!” diyor annem; ama ben ‘Hayır değilim,’ diyemiyorum. O kendine bir günah keçisi bulmuş sonuçta.
Kirli olduğumu düşünüyor, kirlendiğimi; ama ben:
“O şeyin ne olduğunu bile bilmiyorum, kirli değilim ben,”diyemiyorum.
“Ben kirli değilim anne sadece kollarım çok güçsüz ve küçüktü engel olamadım ona,” diyemiyorum.
O inanacağına inanmış sonuçta, kelimeler kâr etmez biliyorum.
Hatırlıyorum; güneşin yüzüme güldüğü bir yaz günüydü. Köyde yine sular kesilmiş, kardeşimi elinde bir kovayla eve su taşırken yakalıyorum. Çelimsiz ve güçsüz kollarımı uzatıyorum ona:
” Onu versene ben taşıyayım, hem belki annem beni sever bunu yaparsam,” diyorum. Bir hevesle alnımdan şıpır şıpır damlayan terlere aldırış etmeden eve taşıyorum. Kapıyı açıyorum küçük ayağımla bir tekme savurarak, kollarım ağrıdan koptu kopacak ama aldırış etmiyorum. Annemi görüyorum mutfakta, soluk soluğa elimdeki kovayı tezgahın üzerine bırakıp ona bakıyorum umut dolu gözlerle; ama o benim varlığıma bile aldırış etmiyor. Varlığımdan şüphe ediyorum o an, kollarımı havaya uzatıp bakıyorum; varım işte! Sonra annemin bir şey demeden çekip gitmesini izliyorum, içimde bulunan topal umutta çekip gidiyor onunla. Ben yorgunluğumla kalakalıyorum. Hangisi daha kötü kestiremiyorum; bedenimin yorgunluğu mu, ruhumun yorgunluğu mu?
Gece tüm uğursuzluğuyla çöktüğü zaman, tenha bir köşe buluyorum kendime, kimsenin gözyaşlarımı göremeyeceği bir yer. Küçük ellerimle gözyaşlarımı silerken, kafamı kaldırıp yıldızlara bakıyorum. Yıldızları en sadık arkadaş olarak seçmişim kendime, onlara dert yakınıyorum. Minik kalbim sevilmemenin vermiş olduğu elemle sızlıyor. Elimi kalbimin üstüne koyup acısı geçsin diye okşuyorum; ama geçmiyor, ne kalbimin acısı ne de akan gözyaşlarım dinmiyor.
Geçmişin bataklığından kurtulmayı başardığımda etrafa bakınıyorum puslu gözlerle. Dünden bugüne değişen pek bir şey olmamış. Ben hâlâ sevgisiz, eksik ve dört yaşında kalmışım.