Bir gece kentin kenar caddelerinden birinde yağmur yağıyor. Kış. Gece yarısı. Sırtında
çektiği atık toplama arabasını zar zor sokağın başındaki çöp konteynerinin sağ tarafına
yerleştirdi. Elindeki çengelle karıştırmaya başladı. Bulduğu kağıtları harara doldurdu.
Ardından birkaç teneke kutuyu yandaki daha küçük çuvala koydu. Raşu ve ailesi bu kente
geleli yedi ayı geçti. Ülkelerinden buraya geldikleri ilk aylarda çöpe atılan ekmek ve yiyecek
artıkları kendine ve ailesine besin oluyordu. Sonraları, daha önce şehre gelmiş olan
arkadaşları onu bu işe yönlendirdi. “En azından evime daha düzgün gıdalar götürebiliyorum.
İşime yarar bir şeyler de buluyorum.” diye düşünürken yanına daha büyük hararı olan bir
başka atık toplayıcı yanaştı. Düşünceleri bölündü. Yan gözle onu gördü ve telaşla çengeli
konteynerin içinde savurmaya başladı. Bir tek kollu bebek, bir tekerleksiz araba çıktı. Sert bir
cisme takıldığını fark etti. Nesneyi hızla çekti. Hortumlu bir ağız melodikası gördü. Kopan
ağızlık bölümünde “B.M” yazıyordu. İhtimal sahibinin adı diye geçirdi içinden. İki parçayı da
çekip arabanın önündeki eve götürülecekler bölümünde duran valize attı. Yandaki toplayıcının
ona seslenmesine fırsat vermeden oradan ayrıldı.
Raşu melodikaya dokundu.
Eve geldiğinde kapıyı karısı açtı. “Bugün çok bereketli geçti.” Dedi. Karısı sessizce
mutfağa geçerken Raşu’da mutfaktaki lavaboda ellerini yıkadı. Ev gecekondudan bozma tek
katlı yanında ev sahibinin kümesi olan bir oda bir mutfaktan oluşuyordu. Kendileri ve üç
çocukları tek odayı paylaşıyorlardı. Gündüz üzerine oturdukları şilteler akşam hepsine yatak
oluyordu. Onları da çöpten bulmuşlardı. Karısı Fatu mahcup ama sevinerek gülümsedi.
“Çocukları yatırdım. Sen de bir şeyler yer misin?” diye sordu. Raşu karısına sıkı sıkı sarıldı.
“Nasılsın?” Fatu başını kaldırdı. Gözleri sulu sulu bakıyordu. “Gurbet, etrafı dikenli tellerle
örülü, içi ballı yemişlerle dolu komşu bahçesi gibiymiş. Yan yanasın görüyorsun ama
dokunup alamıyorsun. Ne zaman bitecek bu çile? Ne zaman bir düzenimiz olacak?” diye
sorarken asla ülkelerine dönemeyeceklerinden emindi. Raşu’ nun gözlerinde umut arıyordu
sadece. Raşu “Bak ne buldum?” Diye neşeli bir ses tonuyla ağır havayı dağıtmaya çalıştı.
Ağzı açık valizden melodikayı çıkarıp Fatu’ya verdi.
Fatu melodikaya dokundu.
Ertesi sabah güneşli bir cumartesiye uyandılar. Melodikayı önce küçük oğlan Subuti
gördü. Bir iki üfledi ses çıkaramayınca fırlatıp arabayı kaptı. Küçük kız Aşari, bebeği görünce
gözleri parlamış başka bir şeye bakmamıştı bile. Fatu çocukların oyuncaklarla oynayışları
karşısında kendi çocukluğunun yoksunluklar içinde geçen günlerini hatırladı. Fısıltıyla
“Bazılarının attığı çöpler başkalarının hazinesi olabiliyormuş.” derken buruk bir mutluluk
hissetti. Kahvaltıyı hazırlamak üzere mutfağa geçti. Büyük abla Enesti dokuz yaşında, aslında
abla olamayacak kadar çocuktu daha. Diğer kardeşleri arka arkaya gelince o abla olarak
doğmuş oldu. Gözlerin açar açmaz melodikayı gördü. Okulda öğretmeninin çaldığına
benziyordu. Öğretmeni çalarken büyülenmişti adeta. Şimdi aynısı eve gelmişti. “Ne şanslı bir
gün bugün.” diye geçirdi içinden Subuti’nin oynayıp bıkmasını beklemek zorundaydı. Ablalık
bunu gerektirdi. Ne mutlu ki oğlan çabuk sıkılmıştı. Müzik aletine doğru ilerlerken yürümeyip
uçtuğunu sandı. Enesti aleti alıp uzun uzun üfledi. Mutfağa gitti üfledi, bahçeye çıktı üfledi,
odaya girdi üfledi. Her şey yok olmuş bir tek o ve melodika kalmıştı. Anlamlı anlamsız sesler
çıkardı. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedi.
Enesti melodikaya dokundu.
Pazartesiyi iple çekti. İlk ders arasında öğretmeninin yanına gitti. Hafta sonu
yaşadıklarını anlattı ve nota öğrenmek istediğini söyledi. Melodikayı gösterdi. Kadının bir an
donakaldığını çocuk gözler göremedi. Geçen hafta oğlunun dolabını boşaltırken attığı nesnede
adının baş harfleri yazıyordu. Burak Mayıs. Öğretmenin buruklukla mutluluk hisleri birbirine
karıştı. Onu müzik öğretmenine yönlendirdi. Birkaç ay sonra bir milli bayramda konser
verebilecek kadar ilerlemişti. Enesti ve öğretmeni çok mutluydular. Bir gün Enesti
“Öğretmenim ben yarın gelmeyeceğim. Babam bizi Yunanistan’a götürecekmiş .” deyince
kadın neye uğradığını şaşırdı. Geçen sürede ikisi de birbirlerine çok bağlanmışlardı.
Kaybetmek öğretmen için defalarca öğrenilmiş bir his çocuk içinse bir ilkti.
Yıllar sonra bir sabah Avrupa’nın başka bir ülkesinden atılmış bir video ile güne başladı
kadın. Videoda Enesti siyah bir elbise giymişti ve bir gençlik senfoni orkestrasında keman
çalmaktaydı. Bu kez mutluluk öğretmenin iki damla göz yaşına saklanmıştı.
Öğretmen Enesti’ye dokundu.