Her sabah Osho’yum ben ve bilgece gülümsüyorum dünyaya.
Newton gibi kütleme uygulanan yerçekimine huşu duyarak doğruluyorum yatağımdan.
Öğlene doğru huysuzlaşıyor, Nietzsche gibi merhameti ve kibri kestirilemez biri oluveriyorum.
Darwin oluyorum sonra, gözlemleyen ve sonuçlar çıkaran bir makineye dönüşüyorum.
Bazen Einstein’ın fizik formülünü anlamaya çalışırken buluyorum kendimi,
“Anladım!” diye haykırmıyor, sessizce, loş bir otel odasına ışıldıyorum Tesla vakurluğunda.
Akşamları Dawkins gibi çıkıyorum sokağa; cesur, evrimine hakim.
Hawking gibi düşünüyorum geceleri: sadece beynim ve evren.
Düşümde ise Freud’yen tutkular…
Basitim ben.
Gözlerime yansıyan beyaz ışık kadar saf,
Hemen şimdi beni aşağıya çeken yer kadar ağırım.
Dokunduğum fincan kadar mat ve yudumladığım çayın dilimde bıraktığı tat kadar buruk.
Basitim, tıpkı çekirdeğin etrafında dönen elektron gibi.
Hani şu fotonu kızdıran bastıbacak elektron!
Maddeyim, enerjiyim ben.
Kutuplarda kaslı, ekvatorda göbekli.
Güneşim ben zamanı bükebilen,
Bir çiviyi çenemle sökebilen.
Basitim dedim işte!
Sagan’ın teleskobundaki demir,
Levoisier’in kanındaki hemoglobin,
Kopernik’in beynindeki gri bir hücreyim.
Düşünce’yim ben,
Bir fikir’im.
Yalınım ve sıradan.
Ve sıradanım derken titreşen havanın akustiğiyim…