Bir hengamede yağlı bir polen önündeki gölete süzülüyor lifli kanatları uçuşa uçuşa, gidiyor konuyor bir avuç suya, suyun yüzey gerilimine laf söz etmeden, itaatkar. Orada, susuzluğunu giderirken, mavi incilerden damlacıklar saçan yavru orman yaratıklarına tenezzül etmiyor bile polen. Suya tutunmuş, kendi başlangıcını bekliyor. Burası çok güzel bir yer, uzaklarda bir yerdeki bir denize bağlanan güzel bir gölete, bitişiğindeki ormanlık alan şemşiye gibi ağaçlarını açmış. Bir fantazyadan fırlamış gibi görünüyor ancak bir bakıma doğru, çünkü buraya insan eli değmemiş. “Belki de insanın ulaşamadığı her yer bir fantazyadır, ha?..” diye düşünüyor köpek. Kafasını suya daldırmak istese de suya düşen polenlerin dansını bozmamak adına bekliyor, çünkü bu güzel bir kompozisyon ve görülmeye değer. Yağlı ve lifli başlıkları ardında polenler kanat çırparak su yüzeyine küçük öpücükler bırakıyor. Polen perilerinden uzanan hoş koku rüzgarın elçiliğinde köpeğin burnuna doğru yol alıyor.
Şaha kalkmış yapraklar ise etrafa savruluyor, rüzgara eşlik ediyorlardı bir ordu gibi. Köpek kullak kabarttığında sanki düzenli hareketlerinin ardındaki “rap rap” sesini duyabiliyordu. Rüzgar yaprakların komutanıydı köpeğin gözünden. Uzun bir süre bu uçuş uçuş dünyayı izledi, etrafına kulak kabarttı ve rüzgarın ılık öpücüğünü dikelmiş kulaklarında, ıslak burnunda hissetti. “Peki ya ben kimim? Bu rüzgarın bir şeyi miyim, ya da bu uçuşan süprüntüden ibaret dünyanın?..” fısıldadı öylece. Cevabı biliyordu ve bunun için buradaydı oysa. Yaşamamayı becerememek ona özgüydü. Yoksa bu yüce ormanda yüksekten atlayarak intihar eden bir kuş ya da göletin serin sularında kendini boğan bir balık hiç görmemişti.
“Doğru ya, ben intihar edeceğim.”
Suyun yüzey gerilimine tutunan küçük polen perileri ve onların saçtıkları polenler ve minik yapraklar kadar şanslı olmamayı umut ediyordu. Batmayı diliyordu, vurgun yemeyi, boğulmayı. Ciğerlerinde yeni bir gölet baş gösterecekti, bu kötü bir şey olmasa gerek. Birden, çok da birden sayılmaz, köpek birden farketmişti, çünkü gözleri ulaşacağı denizin özlemi içinde uzağa bakmaktaydı, birden dalgalan gölet köpürdü, köpürdü ve köpürdü, gökkuşağından esintiler taşıyan kabarcıklar su yüzeyinde belirginleşti. Önce kahverengi saçlar dalgalandı, sonra bir kafa sudan oluşan perdeyi yararak yeryüzüne çıktı. Bu bir denizkızıydı. Köpek şaşkınlıkla pozisyon aldı, arka bacaklarını geriye attı, kafasını hiç hareket ettirmeden yalnızca bakışlarını çevirerek kıza baktı. Deniz kızının koyu kahverengi saçları omuzlarına dökülüyor, oradan bedenini kadife bir örtü gibi saran suya karışıyordu. Küçük saç döküntülerinin pürüzsüz omuzlarını gıdıklar gibi bir hali vardı. Yüzü… Yüzü sanki köpek için yaratılmıştı. Çilleri gökyüzünün yansıması gibiydi. Gökyüzündeki tüm yıldızlar, irili ufaklı, burnunun üzerine düşmüştü. Gözleri, gözleri… Kahverengi gözlerinin içine dağılmış yeşil saçmalar vardı. Kıvrımlı dudakları… Sanki tanrı onun dudaklarını yaratırken başparmağı ile hafifçe bir dokunuşla bastırmış, bir çıkıntı yaratmıştı kasıtlı olarak. Islak pembe dudakları bir günbatımı pembesi kadar yumuşaktı. Bu pembelik elmacık kemiklerinde de baş göstermişti ve suratına masum bir ifade katıyordu, aynı zamanda köpeğin içinden ıslak burnunu, onun üzerinden su damlacıkları süzülen pembeleşmiş tenine ve dudaklarına değdirmek geliyordu.
“Deniz beni kovdu.” dedi güzel deniz kızı.
“Ben… Ben de tam-“
“Kuyruğum kırıldığı için deniz beni kovdu. Bana yardım edebilir misin, köpek?” diyiverdi köpeğin sözünü ağzına tıkarak.
“Edebilirim.” şüpheyle.
“Ama bana bağlanmayacaksın. Ben deniz gibi kovmam. Çünkü bana ait olmayan bir şeyi kovamam.” ürkek bir kekemelikle soluklandığında
“Bunu iyi manada söylüyorum…”
Böylece bu güzel fantazyanın hikayesi başlamış oldu.
*
Güneş mahzun bir göçmen gibi dizlerini kırmış, saatinin gelmesini bekliyor, bir an önce batıp gitmek için etrafa sabırsız bakışlar atıyordu. O sırada köpek tıpkı bir insan gibi göğe baktı. Derin bir soluk koyuverdiğinde örümceklere dokuttuğu saydam ipliği iğne deliğinden geçirmeye çalıştı. Ama başaramıyordu. Küvetinin içindeki çıplak denizkızı kahverengi gözlerini kocaman açmış onu izliyordu. Sonbaharla dökülen yapraklar gibi kuyruğunun pulları köpek tarafından teker teker ayıklanmıştı ki şimdi tekrar bu hassas iple dikilecekti.
“Burası neresi peki, köpek?”
“İğne deliğinden ipliği geçiremeyenlerin ülkesi sanırım.”
“Hep böyle konuşmak zorunda mısın?” dedi kız sızlanarak kollarını göğsünde kavuşturduğunda.
“Sanırım evet. Öteki türlü her şey baharatsız bir yemeğe benziyor.”
Yarısı su ile doldurulmuş küvette uzanan deniz kızına doğru eğildi. Fanusuna sığmayan bir balığı andırıyordu kız. İlk iğne darbesiyle tiz bir çığlık atıverdi.
“Biraz yavaş ol, köpekçik. Canımı yaktın.”
“Lütfen bana bir daha böyle söyleme. Canını yaktığım için özür dilerim ama kuyruğunun pullarını sağlam dikmeliyiz.”
“Peki, öyle olsun.”
Deniz kızı üzerine eğilen köpeğin siyah göğsüne dikti kahverengi gözlerini. Bunun nasıl bir göğüs olduğunu çözemedi. Basık, sanki içi boş bir çukurun üstü siyah kıl yumağıyla örtülerek kamufle edilmişti. Burayı da mı örümcek dostları dokumuştu acaba? Elini kadifemsi karaltıya attığında önce boş bakışlarla karşılaştı.
“Ne yapıyorsun?” dedi köpek, mimiksiz, mermer bir büst sertliğinde.
Kızın gün ışığı pembesi yanakları kızıllaşmaya başladı. “Şey…”
Köpek karaltıyı araladığında burada tam anlamıyla “hiçbir şey” olduğu görüldü. Kılcal damar ve kanlı dokuların yumuşak yatağında bir hiçlik yatıyordu.
“Senin kalbin yok mu?” bağırdı heyecanla.
“O dediğin şeyi duymuştum.” gökkuşağı yansımaları taşıyan pulları dikmeye devam ederek
“Galiba bende hiç olmamış… Ya da uzun zaman önce kaybettim, hatırlamıyorum.”
Kızın yüzünde mahzun bir gülümseme belirdi. Elini su damlalarıyla yıkanan göğsüne attığında kendi kalbini avuçladı, sonra köpeğe uzattı.
“Al, böyle bir şey. Tutabilirsin istersen.”
Tereddütlü bir duraksamanın ardından kalp, ince zarif parmaklardan yumuşak tüylü kadifemsi bir karaltıya doğru rota değiştirdi.
“Küçük bir kalp atışını elinde tutmak… Tıpkı ateşten el yakmayan bir parça tutmak gibi.”
Deni kızı kalpten ayırdığı küçük bir parçayı köpeğe uzattı.
“Yardımlarının karşılığı olarak al.”
*
Deniz kızını güneşin ilk ışıklarında aldı, götürdü, suya bıraktı köpek.
Morlu yeşilli mavili parıltılar yansıtan kuyruğunun salınmasıyla heyecanlanıp mutlu olan sonra da kahkahalar atan kıza baktı. Suda oynaşan pembe gün ışığı kızın renklerine bir bütünlük getiriyordu. İnce pembe bir camın ardından bakmak gibiydi şu an köpeğin kara irislerine hücum eden görüntü. Bu güzel yere baktı. Yeşilli ağaçlar, sarı pembe gün ışığı altında yıkanıyor, mavi gölet yeşil yosunlarla sırlanmış grili kayalarla kucaklaşıyordu. Denize bağlanan çok güzel bir lagünde yankılanan gülüşler bu ortamı daha da şenlikli bir hâle gerirmişti. Bu lagün dünyaya hayatın pompalandığı bir kalp gibiydi. Şenlikli olması bu yüzdendi belki de. Denize açılan yolak da dünyanın rahmi olmalıydı. Deniz yaratıkları burada peydahlanırdı elbette. Deniz kızı oralardan buraya kadar gelmişti. Bunları düşünüp durdu köpek, deniz kızının yüzme alıştırmaları sırasında. Bu şenlikli, renkli yerde tek kara şey oydu. Ayaklarının altında ezilen topraktan bile daha karaydı, kapkaraydı.
Deniz kızı yanına doğru sokulup başını okşadığında gözleri kapalı uyuduğu uykudan uyandı.
“Sana bir şey soracağım.” dedi kız.
“Kalbin olmadan bugünlere kadar gelmen mümkün değil.”
“Sen de gördün ama. Yoktu ki. Belki ben uzun zaman önce kaybettiğim için hatırlamıyorum bile.”
“Peki duygular?..” koca kahverengi gözlerini kırpıştırarak “Hiç duygulanmaz mısın? Gülmez ya da ağlamaz mısın? İğrenmez misin? Aşağılanmış ya da hüzünlü hissetmez misin? Mutsuz olmaz mısın? Ya da en önemlisi, mutlu? Öfkelenmez misin? Biri ihanet etse mesela? Üzülüp ağlamaz mısın? Sonra öfkeye kapılıp her şeyden nefret etmez misin? Sonra derin bir hüzünle-“
“Çok konuşuyorsun. ‘Gülmez ya da ağlamaz mısın’dan sonrasını unuttum. Bazen ben ağlamıyorum ama gözlerim ağlıyor sanırım.” derin bir soluk koyuverdiğinde
“Tuhaf şey…”
Deniz kızı hınzırca gülümsediğinde küçük bir çocuk gibi sıçrattığı göl suyuyla köpeğin kara suratını ıslattı.
“Öfkelendin değil mi?”
“Sanırım duygularımı da kaybetmişim, evlat. Hadi seni küvetine geri götürelim.”
Kızı bir el arabasına bindirip iteklerken hafifçe yukarı kıvrılan dudaklarının farkında değildi köpek.
*
Beraber geçirdikleri saatler günlere, günler haftalara çevirmeye yüz tutsun köpek, göğüs kafesinin altında şekillenip serpilen, kanlanıp damarlanan ufacık tefecik şeyden habersizdi.
“…sence deniz bana yine kucak açacak mı dersin, köpekçik?” sordu kız.
“Belki de ben artık senin deniz kızınımdır…”
Köpek kafasını iki yana salladı, bu bütün dillerde aynı anlamı taşırdı.
“Benim deniz kızım değilsin. Başta verdiğin sözü unutuyorsun, ufaklık. Hem ben sana bağlanmadım bile.”
Kız, küçük bir çocuk gibi omuzlarını silkip öyle yalandan uzaklara baktı.
“Ben de sana bağlanmadım. Ben denize aidim. Affetse de affetmese de benim evim orası. Küçücük bir gölet bana uygun değil zaten. Süs balığı gibi hissettiriyor.”
Köpek güldü.
“O zaman sen de süs balığım olursun benim madem…” Bu bir şakaydı tabii. Öyşe olmaktan başka çaresi olmayan bir şaka.
*
O gün günlerden dolunaydı. Münzevi ay ışığı altında titreşen göl suyu hoş yansımalara sebep oluyor, üzerinde titreşen polen perileri eski bir tablodan fırlamışa benzer kutsanmış yaratılar gibiydi. Deniz kızı ve köpek ise beyaz fındık kabuğundan yapılmış bir aşı aralarında pay etmiş, afiyetle yiyorlardı.
“…denizimi özledim.” dedi kız yemeğinden son kaşığı da iştahla aldıktan sonra.
“O senin denizin değil, biliyorsun.”
“Biliyorum…” çocuksu bir somurtkanlıkla. Omuzlarını gıdıklayan saç tutamlarına dokundu.
“Saçlarımı kesebilir misin, köpekçik?”
Köpek varlığıyla yokluğu bir olan bir tebessüm etti.
“Olur.”
“Seni üzmek için söylemedim ufak süs balığı. Ama ben hiç hissetmiyorsam sen daima hissediyorsun. Şu kan pompalayan şeye biraz istirahat ver.”
“Biliyor musun, bazı anlatılarda Tanrı görünmez kırmızı bir iplikle iki kişiyi birbirine bağlarmış. Buna kaderin kırmızı ipi denirmiş.”
Hüzünlü bir tebessümle devam etti güzel deniz kızı.
“İp uzasa da kısalsa da, hikayeler değişse de iki kişinin kaderi hep birbirine bağlı kalırmış ve asla kopmazmış. Çok hoş değil mi?”
“Bilmem. Pek bir şey düşündürtmedi bana.” dedi köpek.
“Düşünmen gerekmiyor zaten. Hissetmen gerekiyor. Belki denizin en uçsuz bucaksız köşesinde bir yerlerde benim kalbime doğru uzanan kırmızı bir iplik vardır.”
Gülümseyerek loş ışıkta bir karaltıdan ibaret duran köpeğin başını okşadı.
“Bence senin kırmızı ipliğin sürekli uzuyor uzuyor, dünyayı dört dönüyor. Ama dünya neyse ki yuvarlak. Bir noktadan sonra uzaklaşmak yerine yakınlaşacaktır.”
Köpek bir şey demedi. Şekil vermek için kızın kadifemsi saçlarına uzandı. Ve bazı anlatılara göre de saç, anıları tutardı. Acaba deniz kızı buradaki haftalarını mı kestirip atıyordu yoksa onu hiçe sayan aşkı denizin bıraktığı anıları mı?..
*
Polenler lifli şemsiyeleriyle uçuşup dalgalanan suya iniyor, narin periler gibi kareografilerine tutundukları su yüzeyinde devam ediyorlardı. Güneş ise onları ve belirsiz bir silüete dönüşmek üzere olan deniz kızı ve köpeği son ışıklarıyla aydınlatmakla meşguldü.
Biricik arkadaşına sarıldı deniz kızı.
“Her şey için teşekkür ederim. Senin sayende iyileştim…” gözlerinden sabah çiyi gibi iki damla yaş süzüldü.
Köpek bir şeyler geveledi ancak konuşamadı. Sanki yıllar önce göletinin önünü kapayan çürümüş kokuşmuş bir ağacı kaldırırken tüm uzuvlarında hissettiği ağırlık şimdi somutlaşmış, yekpare bir şey olmuş ve gırtlağına çökmüştü.
“Şey…”
“Gitmesen de olur.”
Kekeleyerek “Gitmeyebilirsin, ufaklık.”
Bu boğazındaki iğrenç şey, acı ve yavan ağırlık da neydi?
“Gitme.”
Kız güldüğünde gözlerinden sıcak yaşlar boşandı.
“Bak, sen bana bağlandın.”
Köpeğin gözlerine hücum eden tuzlu, yakıcı bir şeyler vardı. Yüzüne damladıkça tenine cehennem ateşini yaşatıyorlardı sanki.
“Bağlanmadım. Senin benim olmadığını ve olmayacağını baştan beri biliyordum.”
“Bir şeye bağlanmak için onun senin mi olması gerekiyor. Deniz bana ait değil ama ben ona yine de bağlıyım…”
“Mümkün değil. Ben kalbimi de duygularımı da kaybettim.”
Mırıldandı köpek. “Mümkün değil.”
“Kalpsiz duygusuz bir köpek öyle senin sandığın gibi kırmızı kurdeleyle iki yaratığın birbirine sarmaş dolaş bağlanması gibi bağlanamaz.”
Kız, ıslak elini köpeğin tüylü göğsüne koydu. Altta yatan bir şeyler hissettiğine emindi.
“Bu kalp de sana ait değildi. Ama bak, sana bağlanmış. Atıyor.” Köpeğin gözlerindeki en karanlık, en ulaşılmaz görünen dehlizlere dikti gözlerini. Orada bir pırıltı dehlizi aşıp çıkmaya çalışıyordu çünkü.
“Kimse duygularını kaybedemez. Hiçkimse…” dedi deniz kızı.
Köpek hıçkırdı ancak bir şey söyleyemedi, kızın gözden uzaklaşmasını bekledi. Vücudunu okşarcasına saran gölet suyu kızın teninden gözyaşlarının tuzunu sildi, kız ufka doğru gözden kayboldu.
Köpeğin gözyaşları peşisıra hücümdaydı. Akıyor, akıyordu.
“Doğru. Hiçkimse duygularını kaybetmez. Benimkiler de adresine geç ulaşan bir mektup gibiydiler. Sonunda geldiler. Yok olmamışlardı hiç…”
Ağladı.
“Çok mutluyum. Artık ben ağlayabildiğim için çok mutluyum. Gözlerim değil, ben ağlıyorum.”
“Çok hüzünlüyüm, süs balığım…”
Ağladı.
Sakinlediğinde güneş çoktan karanlığa karışmıştı.
“Önemli değil. Ben zaten kendimi boğacaktım…”
“Hiç önemli değil…”
*
Serin suda ayakları yere değemeyinceye kadar ilerledikten sonra. Hikayesi boğulan herkesin sonuyla aynı bitti. Ciğerleri bir gölete dönüşünceye dek yuttuğu suda boğuldu. Bedeni suya gömüldü, kısa sürede su oldu. Geriye bir buz parçası gibi süzülerek su üzerine çıkan bir parça kalp kaldı.
Ve deniz kızı ise… Deniz onu kabul etmeyip hırçın dalgalarla mücadeleye mahkum edince önce kuyruğu sonra, kolları kırıldı. En çok da göğsünün altında taşıdığı o koca kalbi… Daha çok dayanamayınca içerek bitirebileceği bir yarışmaya tutuşmuş gibi büyük bir zevkle, tuzlu suyu ağzından ve burnundan içeri çekmeye koyuldu.
Bir deniz kızı ilk kez boğuldu. Bir köpek ikinci kez öldü.
Gölde bir kıpırdanma, huzursuz ama aynı zamanda dingin. Ufak tefek bir parça, buz gibi soğuk, kıyaya vurdu. Uçuşan polen perileri merakla bu minik kalbe yaklaştı. Daha sonra iyice daha büyük, sıcacık bir parça daha vurdu kıyıya.
Dalgalanan su, tükürür, kusar gibi fırlatmıştı onları buraya. İkisini de istemez gibi.
Sonra bir şey oldu. Küçük parçayla büyük parça arasında. Sızıyan kanlı kılcallar bir işbirliğine girişti. Süründü, emekledi. Mesafeyi azalttı.
Böylece kırmızı bir kurdeleyle bağlanır gibi kalpler bağlandı, bütünleşti. Sanki damarlar minik ellerdi ve iş birliği içinde çoğaldıkça çoğaldılar, birbirlerine tutundular. Bir kalp ötekine bağlandı.