• Destek
  • Üye Ol
  • Yazar Girişi
  • Abone Ol
0 553 423 00 17 kibelekulturs@gmail.com
Kibele Kültür Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
Kibele Kültür Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
No Result
View All Result
Home Öykü

Çorap / Senem Özkan

iremin_kitapdunyasi by iremin_kitapdunyasi
20 Ağustos 2025
in Öykü
0
Çorap /  Senem Özkan
0
SHARES
24
VIEWS
Share on FacebookShare on Twitter

Birinci sınıfı bitirdiğim yazın ilk günleri oldukça hareketli başlamıştı. Mahallenin irili ufaklı her yaştan çocuğunun üyelik gerektirmeden tabii bir ferdi olduğu tayfa; çevredeki tek boş araziyi, yatsı ezanı okunup, babaları sopayla kovalayana kadar mesken belliyordu. Yaz sabahlarının sıcaklığının boğucu sakinliğinde erkenden yataktan fırlayan veletlerin anaları, ekmeğin arasına beyaz peynir ve domates sıkıştırmak suretiyle özensizce hazırladığı kahvaltıyı çocuğun eline tutuşturup evden savmanın telaşı içerisinde olurdu. Çamaşır, bulaşık, yemek işlerine gömülecek olan bu kadınlar için çocuklar hep ayak bağıydı. Mahalledeki tüm kadınların mütemadiyen sinirli olması, çoluk çocuğa her fırsatta bağırıp çağırmasının altında yatan sebebin, ev işlerine duydukları tutku olduğunu varsayıyorduk. Bizim sorumluluğumuzu taşımanın verdiği huzursuzluğa eklenen fakirliğin onları mutsuz ettiğinin ayırdına varabilecek yaşlarda değildik. Bu anaların nadiren de olsa gülüp eğlendiği anlarda yok değildi. Akşamüstleri kapı önü gölgeliklerinde üçerli beşerli toplaşıp çekirdek çitlerken yanlarında kim yoksa onun hakkında atıp tutarak pek eğlenirlerdi. Bazı günler de aralarından birinin evinde toplanıp çayla kısırla karınlarını bir güzel doyurduktan sonra keyfe gelip göbek attıkları bile olurdu. Ben o neşeli anları kapı aralıklarından ya da evlerin açık pencelerinden sokağa taşan kikirdemelerden anlar ve o gürültünün arasından evde güldüğünü pek görmediğim annemin kahkasını seçmeye çalışır ama hiç başaramazdım.

Mahallenin alışılagelmiş olaylarının birbirini takip etmesiyle yaz günleri devrilip duruyordu. Tüm gün sokakta oynamaktan yattığım yeri bilemeyecek kadar yorgun uyuduğum gecenin sabahında terden sırılsıklam olan saçlarım boynuma yüzüme yapışmış, açık ağzımdan akan salyalarım yanağımda kurumuştu. Yattığım çekyatın tepesindeki saati görebilmek için yastığımdan aşağı doğru düşecek kadar eğilmeme rağmen uyku sersemi saatin kaç olduğunu kestiremedim ama evdeki sessizlikten ve cama vuran güneşin konumundan anladığım kadarıyla yedi civarında olmalıydı. Sokağın kucağına kendini atan ilk çocuk ben oldum. Elimdeki boş ekmeği isteksizce kemirirken arsadaki tek ağacın gölgesine herkesten önce yerleşmek için çırpı bacaklarımı birbirine vura vura koşup, hangi evin kapısı açılacak, önce kim gelecek diye merakla beklemeye başladım. Sekiz numaranın gıcırdayan demir kapısının sesini duyar duymaz eyvah dedim elektrikçinin sümüklü oğlu geliyor. Benden üç-dört yaş büyük olan bu allahın cezası oğlanın ağzından küfür, elinden sopa, ayağından topu eksik olmazdı. Beni görmemiş olmasını ümit ederek sırtımı yasladığım ağaç gövdesine cılız bedenimi iyice bastırıp küçüldüm. Topunu sürüme sesine karışan sevimsiz ıslığının giderek yaklaşan sesiyle kalbim hızla çarpmaya başladı. Aslında korktuğum falan yoktu ondan ama bana isim takıp kendince alay ettiğini sandığı anlarda ağlamamayı bir türlü beceremiyordum. Mahallenin büyük küçük fark etmeksizin tüm çocuklarını aptal buluyor, içine düştüğüm bu çukurdaki herkesten farklı olduğumu hissediyor, benimle alay ettiğini zanneden bu zavallıyla aynı mahallede yaşamaktan başka hiçbir ortak yönüm bulunmadığını biliyor ve bana söylediği sözlere değil, onunla beni karşı karşıya getiren kadere ağlıyordum. Neyse ki babasının “Lan it nereye” diye bağırmasıyla irkilip ıslığı içine kaçınca bir koşu gerisin geri dönüp, kafasına şaplağı yediği gibi dükkana girdi de kurtuldum onunla yalnız kalmaktan.

Aslında bu sabah özellikle beklediğim biri vardı. Dün saklambaç oynarken sığındığımız duvar kıyısında haddinden fazla vakit geçirdiğimizden benim isteksizliğime rağmen bir sohbette bulmuştuk kendimizi. Bana geçen hafta pazardan aldığı dantelli kar gibi beyaz çorabını gösterdiğinde ne yalan söyleyeyim içimi bir kıskançlıktır kaplamıştı. Benim delik deşik bozarmış çoraplarımı düşündükçe kıskançlık yerini; bir yumru gibi boğazıma oturan garip bir hisse, bugünkü aklımla ancak idrak edebildiğim kendime acıma hissine bırakmıştı. Sokağımızın hemen girişindeki bakkalın şımarık kızıydı beklediğim, dün karar vermiştik bugün kurulacak semt pazarına beraber gidecek ona pembe renkte yeni bir çift bana da beyaz bir çift dantelli çorap satın alacaktık. Beklerken bir yandan isteksizce ekmeğimi yiyor, bir yandan da annemin çekmecesinden gizlice aşırdığım bozuklukları cebimde şıkırdatarak heyecanımı bastırmaya çalışıyordum.

Neredeyse hiç kımıldamadan, yaslandığım ağacın dibinden bir saniye bile ayrılmadan onu bekledim. Bana verdiği sözü unutmuş olma ihtimalinden korkuyor ama kendine de çorap almak istediğine göre bunun pekte mümkün olmadığını düşünerek kendimi rahatlatıyordum. Yaklaşık iki saat sonra pırıl pırıl iki yana örülü parlak saçlarına taktığı çorabının danteliyle uyumlu kurdeleleriyle uzaktan göründüğünde önce bir sevinç, hemen ardından da kıskançlık ve kendine acıma hisleri sardı yine zavallı yüreğimi.

İki sokak ötede kurulan semt pazarına vardığımızda akşam pazarında tezgahının başında can hıraş bağıran pazarcıların sessiz sessiz oturduklarını görünce pek yadırgadım doğrusu. Annemin alışveriş için seçtiği saatlerde, beni de poşet taşımaya yardım etmem için peşi sıra sürüklediği günlerdeki pazar yerleri adeta bir savaş alanına döner, satıcılar elinde kalan son malları bitirmenin, müşteriler de filesine atacağı üç beş sebzeyi daha ucuza getirmenin mücadelesinde olurdu. Sabahın telaşsız halinde çiçek gibi düzenlenmiş, henüz el değmemiş tezgahların arasında gezerken başka bir dünyadaymışım gibi hissettim. Bakkalın kızının işte orada demesiyle, yürüdüğümüzden beri onun anlatıklarını hiç işitmediğimi, bedenen onun ağır adımlarına eşlik ederken ruhumun bambaşka alemlerde gezindiğini fark ettim.

Diğer tezgahlara nazaran daha küçük olan çorap tezgahına vardığımızda, tezgahtar kadının yanımdakine adıyla hitap edip içten hoş geldin demesiyle tanışıklıklarının ve alışverişlerinin epeyce fazla olduğunu anladım. Renk renk çorapların arasında bir inci parlaklığında ışıldayan beyaz bir çifti seçtim. İşte nihayet elimdeydi! Dün geceden beri hayalini kurduğum güzel çoraplar artık benimdi. Cebimden bozuklukları çıkarıp pazarcı kadının eline tek tek sayarken içimdeki sevincin patlayan bir balon gibi sönüşünü ve yerini kocaman bir boşluğa bırakışını hissettim. Dün saklambaç oyunu oynayana kadar hiç aklımda olmayan şu çorap nasıl olmuştu da bu kadar heyecanlandırmıştı beni? Üstelik annemin kıt kanaat geçinmemizden mütevellit gereksiz bulduğu herhangi bir şeyi satın almama izin vermeyeceğini bildiğim halde, hiç utanmadan parasını da çalmıştım. Ondan gizli satın aldığım bu çorabı nasıl ve nerede giyecektim? Tüm hevesim, heyecanım gerçekleri fark ettiğim an uçup gitti. Bakkalın kızının neşe içinde elindeki pembe çorabı izleyişini gördüğümde, bu çorabın bana asla ona hissettirdiklerini hissettiremeyeceğini, benim elde etmek istediğim şeyin çorap değil; onun o çorabı giyerken hissettiği mutluluk olduğunu ve benim bu mutluluğu bin tane dantelli çorap alsam bile yakalayamayacağımı anladım. Bir an önce eve gidip elimdekinden kurtulmanın hesaplarını yaparken birden yanımdaki şeytanın tiz çığlığıyla irkildim. Küçücük bir sepetin içerisine sıkışmış onlarca civcivdi bu sevinç nidasının sebebi. Pazarda civciv satıldığını ilk kez görmenin şaşkınlığıyla çorap yüzünden yaşadığım hayal kırıklığının tesirinden çıktım. Civcivlerin tepesine dikilip onların kımıl kımıl birbirlerine sürtünerek hareket edişlerini izlerken ikimiz de pek neşelendik doğrusu. Cıyak cıyak civciv seslerinin davetkarlığıyla çevreden gelenler artınca pos bıyıklı, şişko tezgahtar neşelenmeye ve satış manileri düzmeye başladı. Gördüğü her şeye sahip olma hissine belli ki engel olamayan bakkalın kızı ben üç tane istiyorum demesin mi? Apartman dairesinde otururken civcivlere nerede bakacak, nerede büyütecek, ana babasına nasıl hesap verecek hiç düşünmeden böyle bir karar alabilmesini şımarıklığının yanı sıra aptal oluşuna verdim. Tezgahtarın hızlıca seçip küçücük bir gofret kutusuna koyduğu civcilerle birlikte evlerimize doğru yola koyulduk.

Apartmana seğirte seğirte girişini uzunca bir süre izledim. Öyle ki bir hışımla içeri dalıp ardından kapattığı demir kapının kapalı yüzünü dakikalarca izleyecek kadar dalıp gittim. Aklımda tek bir şey vardı annem evden çıktığımı fark etmeden, paralarını aldığımı anlamadan bu aptal çoraptan kurtulmak ve bir şekilde aldığım paraları yerine koymak. Yakalanmaktan korktuğum için bir çırpıda donumun içine sıkıştırdığım çorapla evin bahçesine yılan gibi süzülerek girdim. Bereket ki annem ortalarda görünmüyordu. Arka bahçemizde, domates, salatalık, biber gibi zerzevat ektiği ufak bostanında olmalıydı. Allaha emanet duran, ekseriyetle kilitlemediğimiz tahta kapıyı açıp eve daldım. Sabah alelacele çıktığımdan toplamayı unuttuğum yastık ve pikeyi dertop edip, cılız kollarımla epeyce zorlanarak kaldırdığım çekyatın altına tıkıştırdım. Gece yatak gündüz koltuk olan bu çift mesaili eşyayı oturur vaziyete getirdim. Girdiğim hızla evden çıkıp evin hemen yanındaki kömürlüğe girer girmez babamın bir gün lazım olur diye tıkıştırdığı çer çöp arasında bir boya kutusu gözüme ilişti. Çorabı bitmiş boya kutusunun içine atarken içim cız etmedi değil. Bu sırada okuyucu kurtulmak istediğim çorabı neden çöpe atmadığımı da sorgulayabilir elbette. O sabah aklımdan geçirdiğimi anımsamıyor olsam da bir gün, bakkalın kızının giyerken hissettiği kaygısız, saf mutluluğu benim de hissedeceğime dair inancım, çocuk kalbimin bir köşesinde bence hala vardı.

Günün devamında neredeyse hiçbir şey yapmadan bahçedeki erik ağacının gölgesinde oturdum. Akşamüstü elinde gofret kutusuyla başı önünde bizim eve doğru gelen bakkalın kızını görünce ona doğru koşup bahçeye girmeden karşısına dikildim. Annesine odasında civcivlerle yakalanınca yemiş zılgıtı. ”Ne olur kurtar beni bunlardan, sizin bahçede kalsınlar olmaz mı? Hem ne istersen veririm, lütfen al bunları.” Bir an bile tereddüt etmeden aldım kutuyu, çorabın parası kadar para istedim. Hiç ikiletmeden çıkardı cebinden verdi. Bu beladan kurtulmuş olmanın sevinciyle koşarak evine doğru gitti. Bir elimde paralar, diğerinde gofret kutusunda üç canla kaldım bahçe kapısının önünde. Annem evde; işten aç bilaç gelmek üzere olan babama yemek hazırlama telaşındaydı. Ciyak ciyak bağıran civcivlerin sesini kimse duymasın diye kutuyu kömürlüğe koyup hızla eve attım kendimi. Annemin ruhu bile duymadan odasına girip çekmeceye paraları yerleştirdim. Hırsızlığımı telafi etmenin saadetiyle derin bir uyku çektim.

Sabah uykumdan uyanana kadar civcivleri aklıma bile getirmediğimi fark ettim. Elime geçirdiğim bir parça kuru ekmekle kömürlüğe koştuğumda hiç ses gelmiyordu. Korkudan mı üzüntüden mi bilmiyorum dizlerim titremeye başladı. Çaresiz kutuyu aldım ve kimse görmeden evin önündeki çöpe attım. Artık mahalledeki diğer çocuklardan hiçbir farkım kalmamıştı. Hatta hepsinden daha kötü olduğumu düşünüyordum. Geri dönüp kömürlüğe girdim ve tüm öfkemi boya kutusundan çıkarır gibi hınçla kapağını açtım, mavi naylon terliklerimin içine kar gibi beyaz dantelli çorapları giydim. Arsaya doğru koşup, ağaç gölgesine yerleştim. Gözümden süzülen iki damla yaşı elimin tersiyle sildim. Sekiz numaranın gıcırdayan demir kapısının sesini duydum. Elektrikçinin sümüklü oğlunun gelip benimle alay etmesini sabırsızlıkla beklemeye başladım.

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
Previous Post

Yakın Plan (Film Eleştirisi) / Kazım Aldoğan

Next Post

Tevfik İnceoğlu ile Söyleşi / Betül Fırat

iremin_kitapdunyasi

iremin_kitapdunyasi

Next Post
Tevfik İnceoğlu ile Söyleşi / Betül Fırat

Tevfik İnceoğlu ile Söyleşi / Betül Fırat

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

No Result
View All Result

Hakkımızda

Kibele Kültür Sanat Logo

Kibele Kültür Sanat

Merhaba sevgili okur.

Mitolojide Tanrıların anası olarak bilinen Tanrıça Kibele’nin anaç, üretken, hayatın devamını sağlayan özelliklerinin uğruna inandık. Ve onun adını kullanıp Kibele Sanat olarak edebiyatta biz de varız dedik. Edindiğimiz misyonla amacımız; bizden önceki kalem ustalarımızın bayrağını, gelecek kuşaklara ulaştırmak. Çünkü edebiyat dünya tarihini içinde barındıran devasa bir ansiklopedidir… Devamını Oku

Arşivler

  • Ağustos 2025
  • Temmuz 2025
  • Haziran 2025
  • Mayıs 2025
  • Nisan 2025
  • Mart 2025
  • Şubat 2025
  • Ocak 2025
  • Aralık 2024
  • Kasım 2024
  • Ekim 2024
  • Eylül 2024
  • Ağustos 2024
  • Temmuz 2024
  • Haziran 2024
  • Mayıs 2024
  • Nisan 2024
  • Mart 2024
  • Şubat 2024
  • Aralık 2023
  • Eylül 2023
  • Ağustos 2023
  • Temmuz 2023

Kibele Kültür Sanat Logo

Kategoriler

  • Anlatı
  • Araştırma
  • Deneme
  • Genel
  • Hakkımızda
  • İnceleme
  • Kitap İncelemeleri
  • Masal
  • Öykü
  • Roman
  • Şiir
  • Sinema
  • Sizden Gelenler
  • Söyleşi
  • Tiyatro
  • Yeni Çıkanlar

Son Yazılar

  • Zamanın ruhu
  • Tevfik İnceoğlu ile Söyleşi / Betül Fırat
  • Çorap / Senem Özkan
  • Yakın Plan (Film Eleştirisi) / Kazım Aldoğan
  • İçimdeki ‘Hadi’ / Çilem Kılıç

Copyright 2023 - 2025 Haziran K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi All Right Reserved. Developer by Fedora Bilişim Teknolojileri İnternet Danışmanlık Hizmetleri Basım Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi. Bu sitede yayınlanan ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, hiçbir şekilde kullanılamaz, izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi'ne aittir.

KİBELE Abone
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol

Copyright 2023 - 2025 Haziran K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi All Right Reserved. Developer by Fedora Bilişim Teknolojileri İnternet Danışmanlık Hizmetleri Basım Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi. Bu sitede yayınlanan ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, hiçbir şekilde kullanılamaz, izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi'ne aittir.