Soğuk bir kış sabahında kar tanelerinin bir kısmı camlara yapışırken bulutların arkasındaki güneş yeryüzünü aydınlatmaya çalışıyordu. Her biri birbirinde farklı olan bu kar tanelerini aynıymış gibi gören gözler yine de heyecan ve merakla kar tanelerinin yere düşmesini seyrediyordu. Etrafın bembeyaz olması bir saati bulmamıştı. Kimileri arabasının üzerindeki karı temizliyor kimileri de yılın ilk karının tadını çıkarıyordu. Pelin de onlardan biriydi, perdeleri sonuna kadar açmış her yerin beyaza bürünüşünü izliyordu. Bugün o çok sevdiği sahafa gidip yeni kitaplar alacaktı. İkinci el kitaplara bayılıyordu. Çünkü her biri içinde farklı bir hayat barındırıyordu. Her biri kokusu, dokusu, altı çizilmiş cümleleri ve içindeki notlarla kendine hastı.
Dışarı çıktığında soğuğu iliklerine kadar hissetti. Bir tık üşüse de bu onu mutlu ediyordu. Çünkü soğuğu seviyordu, kış insanıydı. On dakika kadar yürüdükten sonra sahafa varmıştı. Daimi müşterisi olduğu kitabevinde sıcak bir şekilde karşılandı. Önce bir bardak çay ikram edildi, içince içinin ısındığını hissetti. Ufak bir sohbetin ardından kitap raflarını ağır ağır incelemeye koyuldu. Yavaşça son gelen kitapların olduğu tarafa gitti. Haftada iki üç kere geldiğinden burayı avucunun içi gibi biliyordu. Önce parmaklarını sırasıyla kitapların üzerinde gezdirdi. Sonra birkaç tanesini inceledi, içlerinde dikkatini çeken olmamıştı. Gözünü kapattı, üst raftan birini çekip aldı. Bayağı eski bir kitaptı, renginden ve dokusundan belliydi. Kitabın kapağını açtığında üstünde bir not olduğunu fark etti, el yazısı ile şöyle bir cümle yazılmıştı: “Benden sonra okuyacak olana..” Heyecanlanmıştı, sonra diğer sayfaları da çevirince başka notlar da olduğunu gördü. Kitabı okumak için sabırsızlanıyordu. Kitabın içeriği pek ilgisini çekmemişti ama notları görünce kitabı okuma isteği uyanmıştı içinde. Hemen ücreti ödeyip aceleyle sahaftan ayrıldı.
Eve gelir gelmez üstünü bile değiştirmeden kitabı eline alıp dikkatli bir şekilde incelemeye koyuldu. İlk sayfanın üst kısmında el yazısı ile “15. Sayfa 5. Cümle” yazıyordu. 15. sayfayı açtı büyük bir merakla. 5. cümlenin altı çizilmişti ve altı çizilen cümle şu şekildeydi: “Çağ açıp çağ kapatan bir yozluk..” Bununla da bitmiyordu. 15. sayfada da ilk sayfadakine benzer bir not olduğunu gördü: “27. Sayfa 12.cümle” Hemen 27. sayfayı açtı, yine orada yazdığı gibi 12. cümlenin altı çiziliydi: “İnsanın iliklerine kadar işleyen düzen bozuk.” “İlginç..” diye geçirdi içinden. Altı çizili cümlelerin olduğu yerde yine başka sayfayı işaret eden notlar vardı ve cümleler birbirleri ile bağıntılıydı. Bu cümleleri bir kağıda yazmaya karar verdi. Önce üstünü değiştirdi, ardından bir kahve yapıp masanın başına geçti. Cümleleri beyaz boş bir kağıda alt alta sıraladı. Sonra bunun aslında bir şiir olduğunu fark etti. Şiir şu şekildeydi:
Çağ açıp çağ kapatan bir yozluk..
İnsanın iliklerine kadar işleyen düzen bozuk.
Lümpen takım ışık tutuyor fenerle geleceğe,
İstenilen aydınlık fenerde değil güneşte!
Nasıldır kim bilir yaklaştığımız son?
Gözler görüyor ama sonuçta kör..
İğrenç zamandan arta kalan derin düşünceler,
Rengini solduruyor hayatın birer birer…
Sayfayı çevirmek yetmiyor cümleler aynı.
Okuyup tekrar yazmalı düzeni bozuk dünyayı..
Kalmak gerekir bazen kaçmak işe yaramaz!
Aklın neferleri kalbinki kadar savaşamaz..
Kapatmayacağız kitabı yeni bir sayfa açacağız beyaz.
İşler gittikçe daha ilginç bir hal alıyordu. Şiir hoşuna gitmişti ama bunu okuyan kişi nasıl böyle bir şeyi fark etmişti? Asıl kafasına takılan soru buydu. Ya da yazarın farkında olmadan yaptığı bir şeyi okuyan kişi mi keşfetmişti? İki üç defa şiiri okuduktan sonra fark etti ki aslında bu bir akrostişti. Cümlelerin baş harflerinin birleşiminden “Çilingir Sokak” ifadesi ortaya çıkıyordu. “Bu neyin şifresi acaba?” diye geçirdi içinden. Büyük bir merakla düşünmeye başladı. Bunu mutlaka çözmeliydi, yoksa gözüne uyku girmezdi. Yakınlarda bu isimde bir sokak yoktu. Hemen telefonuna uzanıp haritalardan sokağın ismini arattı. Sokak, bulunduğu konuma araçla yaklaşık yarım saat uzaklıkta bir yerdeydi. Ama tabii ki bu yeterli bir bilgi değildi. Hala kafasını kurcalayan bir sürü soru vardı. Başka bir ipucu elde etmek umuduyla şiiri birkaç kere daha okudu ama bir sonuç elde edemedi. Sonra kitabı tekrar eline aldı ve incelemeye koyuldu. O sırada içmek için kahvesine uzandı ama kahvesi çoktan soğumuştu.
Kitabı incelemeyi bitirdiğinde saatin gece yarısına doğru geldiğini fark etti. Her sayfayı özenle incelemişti ama bir sonuca varamamıştı. Geriye tek bir çare kalıyordu: Kitabı dikkatli bir şekilde okumak. İlk sayfayı açtı, okumaya başladı. Daha sayfanın yarsına gelmeden uyku bastırdı, göz kapakları ağırlaşıyordu. Daha fazla dayananmadı ve kendini uykunun tatlı kollarına bıraktı. Uyandığında saatin 08.00’e geldiğini gördü. Hızlıca elini yüzünü yıkayıp kahvaltısını yaptı ve kitaba kaldığı yerden devam etti. Tüm gün kitabı okudu ama ancak yarısına gelebilmişti. Ertesi gün yine okumaya devam etti ve 436 sayfalık kitabı iki günde tamamlamış oldu. Kitabı bitirdiğinde aklındaki sorulara cevap bulur sanmıştı ama tam tersi oldu. Aklında başka sorular belirmeye başladı çünkü hiçbir ipucu bulamadı. Derin düşüncelere dalmışken kafasında birden şimşek çaktı. Kitabın yazarını araştırmak aklına yeni gelmişti.
Ertesi gün erkenden kalkıp hazırlandı ve kitaptaki şiirden ismini elde ettiği sokağın yolunu tuttu. Sokağa vardığında yavaş yavaş yürümeye başladı ve yolun kenarında eski bir kitabevi olduğunu fark etti. İçinden “Evet!” dedi, “Buranın sahibinden bilgi alabilirim, kesin bilgisi vardır.” İçeri girdiğinde saçları kırlaşmış gözlüklü bir adamın samimi bir gülümsemeyle onu selamlamasıyla karşılaştı. Adam “Buyurun, hoş geldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim?” dedi. Pelin hemen konuya girdi. Elindeki kitabı göstererek “Bu kitabın yazarı Halil Bey’i tanıyor musunuz? Evi bu sokakta mı acaba?” diye sordu. Adamın gözleri parladı, tanıdığı gözünden belli oluyordu. “Evet, onu yakinen tanıyorum. Burada bir evi var ama taşınalı iki yıl oldu. Bu şehirde yaşamıyor artık.” dedi. Pelin “Tüh yaa!” dedi, suratı düşmüştü. Adam heyecanla söze karıştı:“Size vermem gereken bir emanet var, Halil Bey’den…” dedi. Pelin şaşkın ve anlamaz bakışlarla adama baktı. Heyecanlanmıştı. Adam masanın çekmecesinden bir anahtar çıkardı ve Pelin’e uzatırken şöyle devam etti: “Onun evinde size ait bir şeyler var, gidip bakmak istemez misiniz? Buradan taşınırken bana ‘Beni ilk sorana evimin anahtarını ver, onun için evde bir hazine bıraktım’ demişti. Ama iki yıldır kimse sormadı. İlk kişi siz oldunuz.” Pelin’in ağzı bir karış açık kalmıştı. Şaşkınlığı atlattıktan sonra anahtarı alıp “Aa öyle mi? Teşekkür ederim.” diyebildi.
Adamdan adresi aldıktan sonra yazarın evinin yolunu tuttu. Evi kitabevine oldukça yakındı. Yolda heyecandan kalbi küt küt atıyordu. Evde ne olduğunu gerçekten merak ediyordu. Dört beş dakika sonra eve vardı. Kapıyı aceleyle açtı ve gördüğü manzara karşısında şaşkına döndü. Evdeki üç odanın hepsi de kitapla dolu olan kitaplıklarla doluydu. Çalışma odası olduğunu tahmin ettiği odadaki masanın üzerinde ise elindeki kitabın aynısı vardı. Kitabı eline aldı ve ilk sayfada imzalı bir not olduğunu gördü. Kitabın ilk sayfasında el yazısı ile şöyle yazıyordu: Kitapların Benden Sonraki Sahibine Sevgilerle…