ASEL’İN SESİ
Hasret ve özlem dolu gözlerle etrafına baktı. Bir anı yakalamak istedi, eskiye ait bir eşya. Yıllarca yaşadığı kenti, bıraktığı gibi bulamamış olmanın hüzün rüzgarının soğukluğuyla üşüyen ruhundan başka bir şey yoktu eskiye dair. Havayı kokladı, çocukluğundan kalan ufak bir an yakalar belki diye, ama onda da eskiye dair hiçbir şey hissedemedi.
Caddeler yabancılaşmış, apartman aralarda ayakta kalmayı başarmış Bafra evleri ile tazeleniyor anılar. Eskiden köy meydanıydı buralar. Koyunları otlattığımız, çocuk oyunları oynar, yemyeşil köy meralarında masallar dinlerdik. Yaz akşamları kapıların önlerinde komşular ile çay sohbetleri yaptığımız kaldırımlarda şimdi birbirlerini tanımayan, selamlaşmayı unutan yüzlerce yabancı var. Oturduğum mahallenin bakkalını aradı gözlerim, belki onu bulabilirim en azından diye, sofralarımızın lezzeti ile anılarımı taze tutarım diye, sofralarımızın çökelek peynirin kokusu ile canlanır ruhum diye düşündüm. Mahallenin adı dahi kalmamış, boydan boya kocaman cadde büyük alışveriş zincirleri ile döşenmiş. İnsan kayıplarının temelini hep kendi elinle atmış ve yıllar sonra bunun acısını çekmiştir. Gözlerim buğulu, derin bir nefes alarak uyuşmuş bedenimi, kulağımda çalan çanlar ile yeniden canlandırmaya çalışıyorum.
Ailem ile çok küçük yaşta Almanya’ ya göç ettik. Hayal meyal hatırladığım bu anıları, yıllar sonra rahmetli annem ve babamı defnetmek için cenazelerini getirdiğim memleketimde, onların hasretini giderecek, dayanmak için sarılacak anılar, tanıdık sokaklar aradı kara çerçeveli gözlüğümün ardındaki buğulu gözlerim. Uçaktan inen cenazeler, diyanetin tahsis ettiği araç ile mezarlığa doğru yola koyuldu. Defin için dayanacak gücüm yoktu, tutunacak başka bir dalım da tabii. Erkek kardeşim, doğduktan birkaç hafta sonra vefat etmiş ve ailem sonrasında başka çocuk istememişti. Evin tek evladı ve onlara kol kanat gerecek de tek çocuktum. Eskiyi anlatmak acı verici olsa da, sonrası da bilerekten.
Gazi ilkokuluna sürükledi beni ayaklarım, simit kokusunu belleğimde duyumsadım. Çocukluğumu aradım. Fırından çıkan sıcak ekmeğin arasına sürdüğümüz yağı, üzerine koyduğumuz tulum peynirini ve arasına kıstırdığımız pastırmayı. Evlerde yatığımız yağlı yanıçları, Cumhuriyet meydanında yaptığımız törenleri, faytonlarla yaptığımız gezileri, panayır eğlencelerimizi, yirmi yedi mayıs parkındaki anılarımızı, Kızılırmak ‘ta hıdırellezde yumurta tokuşturmalarımızı. Babamın anneme ilk kez aşkını itiraf edişini, kalbini sevdiği kadın için atışını dillendirdiği Gelin Köprüsü’ ne kadar yürüdüm. Mutu yuvalarının başlangıçları olan köprüden yine birlikte, el ele sonsuzluğa süzülüşleri döküldü göz yaşlarımda. Zihnimde ve yüreğimde kalan ise bir hikaye, bir anı. Bu neyin hikayesi diyorum bazen, buram buram hüzün kokan.
Ezanın sesi ile yaşadı acı gerçekleri, anne ve babasının isimlerini söyledi cami hocası;
“Merhume Zeliha ve Merhum Mustafa kardeşlerimizin cenaze namazı, ikindi vakti kılınıp defnedilecektir.”
Karanlık günlerinin en dip kuyusunda, geçmişini tutmak istedi. Aile büyükleri tüm cenaze işleri ile ilgilenmişti. Bu acı gününde ona hiçbir şey bırakmamışlardı. Yüreği ayaklarına engel oluyordu. Solmuş bir çiçek gibi hissediyordu kendini. Yeniden yeşerecek bir toprağı da kalmamıştı artık. Bir kaya parçası aldı yerden köprünün altından atan nehire fırlattı. Suya batan taş etrafına geniş halkalar oluşturdu. Ruhunu ve yüreğini bu halkalar mühürledi, kollarını semaya doğru uzattı ve açtı. Tek damla gözyaşı kalmadı buğulu gözlerinde. Yazdıklarım bazen hiç olmamış gibi geliyordu , ama aklımdaydı yaşanmışlıklar. Her hatıra her anı bana bir adım daha yaklaşıyordu. Gökyüzünün yeşille birleştiği ufka kadar teslim olan sesiyle dağlara emanet etti ruhunu.
“Merhaba geçmiş diyorum. Seni yeniden anmak, yeniden yaşatmak veya yaşamak güzel diyorum.”
“Ben Asel, hikayemi Bafra’nın ruhuna teslim ediyorum”.
Canel Işık