Camın Ardında Bekleyen Zaman
Yeni evime taşındıktan sonra birkaç kez boş eve gidip cam kenarına oturdum. Sessizlik, duvarlara sinmiş eski bir hikâye gibi fısıldıyordu. Nergis’in burada bunca zaman neler düşündüğünü, neler hissettiğini düşündüm. Belki de beklemekti onun kaderi. Belki yanlış birini, belki hiç gelmeyecek birini. Belki de hayatta bile olmayan birini… Camın kenarında otururken, zamanın bir kumaş gibi katlandığını hissettim. Her kıvrımda bir anı, her dokuda bir özlem vardı. Nergis’in gözleriyle bakmaya çalıştım dışarıya. Rüzgârın savurduğu yapraklarda bir işaret aradım. Belki o da her gün bu camdan bakarken, bir kuşun kanadında gelecek haberi beklemiştim. Belki bir gölgeye âşık olmuştum. Belki de sadece beklemenin kendisine…
Ev artık boştu ama duygular hâlâ doluydu. Her köşe, bir iç çekişin yankısını taşıyordu. Nergis’in bekleyişi, bir kadının iç dünyasında büyüyen bir orman gibiydi. Egzotik, bilinmez, mistik… Belki de o ormanda hiç kimse yürümemişti. Belki de o orman, sadece onun hayal gücümde yeşermişti. İnsan bazen bir cam kenarında oturur ve dünyayı yeniden kurar. Beklemek, bir dua gibi döner dudaklara. Sessizlik, bir yoldaş olur. Ve zaman, bir sevgili gibi sarar insanı. Nergis’in bekleyişim, belki de hepimizin içindeki o sessiz özlemdi. Yanlış kişiyi beklemek değil belki de; doğru duyguyu, doğru anı, doğru kendimizi beklemekti.
Boş evin içinde yankılanan sessizlik, bir tür dua gibiydi. Her adımımda, Nergis’in ayak izlerini aradım. Belki de hiç yürünmemiş bir yolda yürüyordu o. Belki de beklemek, onun için bir varoluş biçimiydi. Cam kenarında otururken, dışarıdaki dünya bir perde gibi aralanıyor, içimdeki sorular birer birer sahneye çıkıyordu. Nergis’in bekleyişim, bir kadının içindeki sonsuz sabırla örülmüş bir halı gibiydi. Her düğümde bir umut, her renkte bir hayal. Belki de o, hiç gelmeyecek birini değil; kendini bekliyordu. Hayatın ona sunduğu aynada, kendi yüzünü tanımaya çalışıyordu. Belki de beklemek, kendini bulmanın en sessiz yoluydu.
Zaman, bu evde başka akıyordu. Duvarlar, geçmişin yankısını taşıyor; camlar, geleceğin hayalini yansıtıyordu. Nergis’in gözlerinden süzülen ışık, hâlâ bu camda parlıyordu. Belki de bu ev, onun iç dünyasının bir yansımasıydı. Boş ama dolu. Sessiz ama konuşkan. Soğuk ama sıcak. İnsanın içindeki bekleyiş, bazen bir başka insanın hikâyesinde yankı bulur. Nergis’in hikâyesi, belki de hepimizin içinde bir yerlerde saklıydı. Cam kenarında oturmak, sadece dışarıyı izlemek değil; içeriye, kendimize bakmaktı. Ve belki de en doğru kişi, en sessiz anda, en beklenmedik şekilde gelir.
Ve bir gün… Camın kenarında otururken, rüzgârın yönü değişti. Yapraklar başka türlü hışırdadı. Zaman, sanki bir anlığına durdu. O an geldi. Kavuşma, bir ses gibi değil; bir sessizlik gibi indi evin üzerine. Nergis’in bekleyişi, bir nehrin sabırla denize ulaşmasını andırıyordu. Yıllarca kıvrılmış, taşlara çarpmış, kuraklıktan geçmişti. Kavuşmak, bir nehrin denize karışması gibiydi. Ayrıydılar ama hep aynıydılar. Kapı aralandığında, evin içindeki hava bile değişti. Tozlar dans etmeye başladı ışıkta. Nergis’in gözleri, yılların özlemiyle doldu. Ama ağlamadı. Çünkü bazı duygular gözyaşına sığmaz. Bazı kavuşmalar, sadece kalbin içinde olur. O an, zamanın bir düğüm gibi çözüldüğü andı. Bekleyişin anlam bulduğu, sessizliğin konuştuğu, camın artık dışarıyı değil içeriyi gösterdiği andı. Nergis, artık yalnız değildi. Ama daha da önemlisi, artık kendine kavuşmuştu.
Kavuşmak, bir insanın başka bir insanda kendini bulması değil sadece. Bazen bir anın içinde, bir bakışta, bir sessizlikte kendini tanımasıdır. Ve belki de en gerçek kavuşma, dışarıdan değil içeriden olur. Yıllardır bu camın kenarında oturuyorum. Günler geçti, mevsimler değişti. Rüzgâr aynı rüzgâr değil artık. Ama ben hâlâ buradayım. Beklemek, bir çiçeğin toprağın altında filizlenmesini izlemek gibi. Görmüyorsun ama hissediyorsun. Umut, görünmeyen bir kök gibi derinlere iniyor. Bazen düşündüm… Belki yanlış kişiyi bekledim. Belki hiç var olmayan birini. Belki de sadece kendimi. Çünkü insan bazen kendine bile geç kalır. Bugün, hava başka. Sessizlik bile başka. Camın ötesinde bir adım sesi… Kalbim, yıllardır suskun olan bir enstrüman gibi titriyor. O an geldiğinde, içimde bir şey kırılmadı. Aksine, bir şey tamamlandı. Sanki eksik bir nota yerini buldu. Sanki zaman, benim için bir düğüm atmayı bıraktı. Göz göze geldiğimizde, hiçbir kelimeye ihtiyaç duymadım. Çünkü bazı kavuşmalar, kelimelerle değil, suskunlukla konuşur. O suskunlukta, yılların özlemi, hayal kırıklığı, umut ve kabulleniş vardı. Hepsi bir arada… Hepsi bir anda. Ben buradayım. Ve artık biliyorum: Beklemek, bir son değil. Bazen en derin başlangıçtır, vesselam.
Mehmet Aluç