Dertler, dermanını yanında getirmeyi unuttuğundan beri çocuk olasım var. Afacan, kaygısız anlar yaşamak istiyorum adı olan çocuklar gibi. Yanağıma yediğim şamarın acısını unutmuş gibi yapıp oyuna daldığım günleri özletti bana bu pencere önü görsel yalnızlık.
“Şu kız.” Benim adımın ta kendisidir. Hikaye burada, tam da burada bitti. Buraya kadar olandan koca bir roman yaratabilirsiniz. Yüzlerce hikaye çıkarabilirsiniz. Ama kurgu değil, gerçek. Şimdi ben bir başka kızın, oğlanın ya da bir hiçliğin yeni hikayesi yeni yolu olmaya gidiyorum sessizce. Bir karıncanın sırtındayım.
Gece iyi görürler, hem de her yanı. O yüzden önce baykuşları doldurdum sırt çantama sonra ateşböceklerini. Tarla kuşları ve biraz sarı çiçek. Bir avuç toprak kokusu, biraz çimen yeşili, biraz bulut, biraz iştahsızlık. Ve oldukça parlak bir çakıl taşı. Uğur getireceğine inanmak istiyorum. Hani, filmlerdeki gibi. Ya da bazı insanların beklentileri gibi bir beklentim, bir umudum olabilsin diye. Sahi, umut bir varlık mıdır ki? Şimdi, şu an düştü aklıma. Çok şanslıyım! Ah! Neredeyse sevineceğim. Satsam para etmeyecek varlıklar içindeyim.
Karanlığın ellerine tutunmak ne garip şeymiş, daha önce hiç bu kadar hızlı yürümemiştim. Yok yok bu olmadı, bu yanlış. Karanlığın terkisine binmiş, dörtnalayım. Şimdi oldu, bu doğru. Gecenin süper kahramanı, simsiyah pelerinini uçura uçura karnında ki Yusuf’unu kurtarmaya gidiyor.
Otobüs mü? Hayır. Tren? Hiç değil. Hikayemi bir otobüs veya tren yolculuğunda anılarımla boğuşarak sıradanlaştırmaya ve tüketmeye hiç heves etmedim. Onlar sıradan şeyler bekleyen ve sevenlerin, kendini son durağa kadar zar zor taşıyabilenlerin avuntusu olarak kalsın. Benim yerim uçlarda. Ya, Yusuf yüzlü bir kuyu, ya zirve. En keskininden, en ayazından. Ben üşümeyi, kapkara bir bakışın ardından buz kestiğim gün unuttum. Zirvelerin ayazını keser atar kılıcım.
Yedi yaşımdan sonra hiç ağlamadım. Göz pınarlarımı kuruturken, daha sonraları da lazım olacağını akıl edememişim. Farkına varınca bir cümle kurdum en kocamanından “artık çocuk değilim.”
Sonra düşündüm, ondan önce çocuk muydum.
“Şu kız” yine neler neler söylüyor. Cümleyi biraz daha keskinleştirelim. Zirvelerin ayazından bile keskin olsun. “Şu asi kız.”
Şu kız, iyice asileşti. Bir iftira atmadığı kalmıştı. Keşke hep yuvada kalsaydı da aklı başına gelseydi. Asi oldu, asi. Soyu sopu belli olmayandan ne beklersin…
“Mahallenin nazik lisanından içime düşen kar tanesi. O kar tanesi, arkadaşlarımın benden uzaklaşmasıyla birlikte çoğaldı çoğaldı ve kocaman bir kartopu şimdi. Dünyayı altına alacak kadar büyük. Artık içime sığmıyor. Az önce azat ettim. Dünya çığ altında. Ateşten bir çığ… Sadece çocukların canına değmeyecek patron.
Sahi, şu patronlar da neden sevmez ki, karılarını.
Ah Patron! Altın saat istemiyorum!
Pencerenin önündeki yalnızlıktan kaçtım az önce. İnci tasmamı boynumdan koparıp, altın saatten geçen tik takları susturup, geceden bir pelerine bürünüp te kaçtım. Bir karıncanın sırtındayım. Ayak sesim duyulmasın. Hişşt!
Şu yıldızlar da, pencerenin önündeyken kıpraşıp dururlardı. Yoklar şimdi. Şimdi yoklar. Dünya döne döne kendinden kaçarken uzaklarda bir yerlerde kalmış olmalılar. Ay, bir bulutun arkasında uykuya dalmış, huzurlu. Şöyle özleyebileceğim bir anım hiç olmadı.
Poşete konup çöpe atılmış bir bebek gibi titriyorum. Göbek bağım bir yere tutunmak mı istiyor ne. Debelendikçe, bağırdıkça sesim yanıyor.
Uyumamalıyım, hayır hayır uyumamalıyım. Uyursam kabuslar görürüm yine. Uyumamalıyım. Uyumamalıyım, uyumuyorum, uyumayacağım. Korkmamalıyım, korkmuyorum hayır hayır hiç korkmuyorum.
Sırtıma sarılan ve benim olmayan günahlardan kurtulmaktan korkmuyorum. Soğuktan korkmuyorum, gürültüden korkmuyorum, karanlıktan korkmuyorum, ölümden korkmuyorum. Korkmuyorum işte. İnsanı korkutabilecek her türlü korkudan sıyrıldım şu altın saat susalı beri. Şimdi, şu an kurtuldum kimliğimden bile. Bence kurtulmak, bence yol almak, bence yaşamak, bence var olmak ve bence ölmenin hürriyetindeyim. Yeni yolumda, yeni yol hikayemde alabildiğince yürüyorum.
İşte zirvedeyim. Ölümün zirvesinde.
İşte zirvedeyim. Yaşamın zirvesinde.
Ah ölüm! Sağım solum sobe!
Neredesin Çah-ı Yusuf nerede? Ölmeden sıratı geçtim. Neredesin?
İçimdeki Yusuf seni özlüyor, neredesin Çah-ı Yusuf nerede?
Belki bir insanlık kervanı da geçer, insanın geçtiği yerlerden. Yusuf’um, belki bir insanlık kervanı geçer, göbek bağına sımsıkı sarıldığım. Adını melekler Yusuf çağırsın. İşte sözümü tuttum Yusuf’um. Kuyunun başındayım. Buram buram Cennet kokusu yükseliyor derinliklerinden, duyuyor musun? Ah Yusuf’um, duyuyor musun?
Sözümü tuttum, kendime olan sözümü de tuttum. Ateşten kartopunu azat ettim. İnsanlığını soyunanın sırtına ateşten gömlek geçirdim. Emret patron! Yakalarını sımsıkı iliklesinler.