Çayın altını kapattım. Demliği alıp mutfaktan çıkarken sağa sola bakındım, alışkanlık işte, kolay kolay bırakılmıyor. Salon kapısından girerken gözüm kanepenin önüne düşen oyuncağa takıldı. Şaşkın oğlan bunu buraya ne zaman düşürdü diye düşünerek gülümsedim. Çaydanlığı masaya koydum, annem görse kızardı. Masada iz kalması ihtimalinden paranın kolay mı kazanıldığına kadar geniş bi konuşma dinlerdim. Neyse ki masanın yapıldığı malzeme dolayısıyla yanma sorunu çözüldü kendiliğinden. Oyuncağı kaldırmak için kanepenin yanına gittim ve oyuncağı alır almaz yaptığıma pişman oldum. Şuncacık şey için çocuk odasına gidilmez ki. Aldığım yere geri bırakmak da olmaz, ait olmadığı başka bir yere bırakmak da vicdanımı rahatsız eder. Hayatımızdaki çoğu şeyin yerini sadece değiştirerek ait olmayan yerlere bırakmak da üstümüze yük olur hep zaten. Örneğin, tanışmasından evliliğine kadar her anına destek olduğunuz o arkadaşınızın düğün davetiyesini sosyal medyada görmek gibi. Altına da kabahat hafifletmek için yazılmış birkaç satır: ‘Bu dönemde yoğunluktan unuttuğumuz kişiler varsa affola, hepinizi bekleriz.’ Tabi canım, ilk gelen ben olurum, hadi öptüm.
Sakin ol kız kaç sene geçti üstünden diye kendime nasihat verip çocuk odasına yollandım. Son model koyu yeşil arabayı hemencecik sepete tıkıp koşa koşa salona geldim. Çayımı doldurup bilgisayarın başına geçtim. Başladım yazmaya. Ne yazsam bir türlü bilemedim. Biraz klavyeyle bakıştım biraz sıcak havaya karışmamak adına açtığım klimayla söyleştim. En sonunda kararımı verdim. Size bugünümü anlattım. Ben bir halayım, şu anda annesi ile işe gitmiş olan sevimli yeğenime bakmak için başka bir şehirdeyim. Kendime harika bir gün planlaması yaptım. Yalnız kalmak bazılarını korkuturmuş, bana ise keyifli geliyor. Zihnimi dinlendirmek için bulunmaz nimet sayarım. İşlerimi tamamladım ve kitap okudum. Kirpinin Zarafeti kitabını okuyorum. Felsefeye yatkın olmayan beni bile içine alan bir kitap çıktı doğrusu. Bir sürü filme ve kitaba gönderme yapması da mest etti. E daha ne olsun canım !