Dile hafif, kalbe ağır,
Yaşaması uzun, etkisi sağır
Hissi kalıcı, yarası derin,
Unut desen de, unutur mu erin?
Ben sana hasret, ben sana özlem,
Bir anıya, bir kişiye, en çok da öz ben’ime hemdem
Sıcak kahve eşliğinde dost muhabbetine,
Gülüşüne, sesine, gözlerindeki o davetine.
Bir dokunuşa, bir bakışa,
Yarım kalmış bir gülüşe, bir hatıra akışa…
Söylenen sözlere, yarıda kalan cümlelere,
Bir fotoğrafın sessiz çığlığına, gözlerdeki renklere.
“Yaşamayan bilemez” derler ya hani,
Oysa herkes özler, birini, bir yeri, belki de kendini?
Bir şehir kokar bazen, bazen bir mevsim,
Bazen de aynadaki halin olur en derin teslim.
Gözyaşı süzülür yanaktan usul usul,
İç çekilir içten, yavaş yavaş, kulaktan değil ruh’tan duyul.
Gözler dalar uzağa, zaman durur, söz bitmez,
Kalp fısıldar sessizce:
“Özledim… hem de çok, bilmez.”
Ve bil ki özlemek, bir yarım kalma sanatı,
Ne dün biter, ne yarın tutar kanatı
Bir bekleyiştir, ucu görünmeyen bir yol,
Kimi zaman ateş, kimi zaman karla dol.
Ama bilirim, bazı özlemler kış gibi kalır,
Ne güneşle erir, ne de zamana daralır
Bir denizdir, ucu görünmez, kıyısı yok,
Dalgası hep aynı yere vurur, durmaz, tok.
Bazen bir rüzgâr olur, ansızın eser,
Bir anıya çarpar, kalbi yerinden söker
Ve sen bilmeden, ben içimde taşırım seni,
Gölgem gibi, nefesim gibi, sessizce, derinden.
Kalp her defasında aynı kelimeyi fısıldar,
“Özledim…” der,
Ve hayat, o kelimenin ufkunda akıp gider.