Hava karanlık ve soğuk. Topraktan yükselen duman ay ışığının aydınlattığı geceyi puslandırmış, ayağımın altında kuru dallar çatırdıyor, yürüyorum…
Nasıl geldim buraya, neden yalnızlaştım bu kadar? Oysa söz vermiştim kendime, mutlu olacaktım artık. Geçmiş, geçmişte kalacaktı…
Neden geldim buraya, ne oldu da bir yerde şaşırdım yolumu? Toprak kokusu mu çekti beni? Üstelik tam da başarmak üzereyken, hayatımı tekrar geri kazanıyorken…
Ne yüzle geldim buraya, hiç utanmam yok mu benim? Terk ettiğim geçmişimle yüzleşmeye cesaretim var mı? Unutmuştum hani olan biteni…
Ne amaçla geldim buraya, hatalarımdan ders mi çıkardım? Kendime kurduğum onca tuzağın üstünü kapayabilecek miyim?
Üşüyorum ama hakkım var mı? Korkuyorum ama bunu ben istemedim mi? Şimdi yoldan dönsem, bir daha bu gece, bu soğuk, bu orman bana bu şansı verecek mi?
Öyleyse yürümeye devam etmeliyim. Bu gece, bu ormanda her şey bitmeli, aradığımı bulmalıyım. Bu kez olmalı, artık yalanlarımdan, yalanlarıma inanmaktan kurtulmalıyım. Bu gece, bu soğukta, bu ormanda…
Kendimle yüzleşeceğim.
**********************************
Çocukluğum geliyor aklıma, doğduğum ev, mahalle. Sokakta arkadaşlarımla oynadığım, kavga ettiğim, dayak yediğim günler. Koşmayı severdim ben. Dizlerimde dermen kalmayana, ciğerlerim patlayana kadar koşardım.
İlk aşık olduğum kız, benim ilk aşkı olduğum başka bir kız. O saflığı bile yaşatmadılar bize. Ben de ilk kez orada kirlendim. Bana ilk kötülük orada yapıldı. Masumiyetimi orada kaybettim.
Okumayı severdim ben. Bana kimse okumayı sevdirmedi. Ben sevdim. Okulu sevmezdim ama. Binaları, koridorları, sınıfları, öğrencileri, öğretmenleri. Hayır demeyi öğrendiğim gün bıraktım okulu.
Ama okumayı bırakmadım. Daha çok okudum, aç bir köpek gibi, susuz kalmış gibi okudum. Etrafımda gördüğüm her şeyden iğreniyordum. Ben de okudum. Okumak için yaşar oldum. İlkokulda matematik çalıştırırken anlamadığım için bağıran abimden iğrendim, okudum. Peynir götürmedim diye bıçak çeken sarhoş babamdan iğrendim, okudum. Babama neden katlandığını anlamadığım cefakâr annemden iğrendim, okudum. Sevdiği adama varamadığı için intihar edip ölemeyen ablamdan iğrendim, okudum. Beni sigara içmeye alıştıran arkadaşlarımdan iğrendim, okudum. Karşı apartmandaki sağır dilsiz arkadaşım Ali’nin beni paramparça eden mülayimliğinden iğrendim, okudum. Apartmanın altında, dayımın mobilya dükkanında çalışan Hakan abiyi kapısında köpek eden Arzu’nun haysiyetsizliğinden, Arzu’daki haysiyet yoksunluğunu göremeyecek kadar gözü kör olmuş Hakan abinin çaresiz aşkından, minibüse binecek param olmadığı için yağmur altında kitapçıya iki saat yürüyüp cebimdeki son parayla Gorki’nin Ana’sını alıp, yine iki saat geri yürüdükten sonra eve geldiğimde, montumun içine sakladığım Ana’nın sırılsıklam olduğunu görüp annem ölmüş gibi üzülmekten iğrendim, okudum.
Yıllar geçti. Eskiden iğrendiğim bazı şeylerle gurur duymaya başladım. Hakan abinin çelik gibi sevdasından, annemin evlatları için çektiği acılardan, bir kitap uğruna tabanlarım şişene kadar yürüyen kendimden gurur duydum.
Ama ötesi olmadı. Okulu bırakmam sanırım hayatımda özgür irademle aldığım ilk ve son karardı. Bundan sonra rüzgar nereye eserse, su nereye akarsa oraya gittim. Bir şeyler yaptığımı sanıyor, düşündüğümü, kararlar aldığımı, planlar yaptığımı sanıyordum. Hayatıma yön verdiğimi düşünüyordum. Şimdi gecenin karanlığında, bilmediğim bir ormanda yürürken, ne kadar yanıldığımı görüyorum. Bunca yıl ben orada durmuşum, hayat benim etrafımda yaşanmış, ben seyirci kalmışım. Ve yaşadığımı sandığım hayatı kaçırmışım. Hani kazanıyordum?
*******************************
Kaç saat oldu buraya geleli? Ne zamandır yürüyorum bu ormanda? Nereye varmasını istiyorum yürüyüşün, gecenin?
Sırtımdaki ürperti geçmedi. Olmayan sesler duyuyor gibiyim. Uzakta bir kurt uluması duydum az önce. Ağaçlarda tünemiş baykuşlar beni izliyorlar. Tedirginlikle yürümeye çalışıyorum ama devam edeceğim. Bu gece, sonunda ne olursa olsun, hayatımda ilk kez başladığım işi bitireceğim.
*******************************
Hayatım boyunca çalıştığım işler oturduğum evlere çok uzak oldu. İşe giderken ya da eve dönerken en az bir saati bulan yolculuklardan hiç şikayet etmedim. Okuyabilmek için fırsat yaratmış olurdum. Bazen otobüsün ön koltuğunda yer bulur, okumak yerine hayal kurardım. Oysa henüz o kitabı okumamıştım bile. Otobüsün kaza yaptığını ve öldüğümü hayal ederdim. Gerçekmiş gibi yaşardım. Korkuyor muyum, diye kendime sorardım, korkmuyordum. Korkmuyor oluşumu yadırgayıp kendimi korktuğuma inandırıyordum.
Sonra korkuma olan inancım gerçek oldu. Gerçek ölümler görmeye başladım. Küçükken küçük amcam öldü. Daha küçükken anneannem. Büyüdüm, adam oldum, babam öldü. Keşke küçükken ölseydi çünkü küçükken hep babam ölsün isterdim. Ben büyükken ölünce, ölümün iki insan arasında bir dava, bir hesap bırakmadığını gösterdi babam. Ağladım bile.
Sonra annem öldü, yine ağladım. Daha çok. Babamdan daha çok ağladım. Matematiği anlamadığım için bana bağıran abim, ağlayamadı. Oysa annemi en çok o severdi.
Ben ölümden korkar oldum. Bir kazada ya da hastalıkta fark etmez. Ölümün karanlığından, sonrasızlığından korktum. Tüm korkularım gibi bunu da düşünmemeye çalıştım.
***********************************
Hava birazdan aydınlanacak, o kadar yoruldum ki. Bir taş bulsam oturmak için. Bir ağaca sırtımı yaslasam. Hayır, olmaz. Durursam başaramam. Dinlenmeye hakkım yok. Gün aydınlandığında beni ne bekliyor olacak, bilmiyorum. Yürümeye devam etmeliyim.
Keşke biraz su olsa, bir su birikintisine rastlasam. Sigaramı nerede düşürmüş olabilirim? Burada tek başımayım, susuz, sigarasız. Geçmişsiz, geleceksiz… Sabahı çıkarmalıyım. Sigara olsaydı, daha kolay olurdu.
Üzerime çiy yağıyor, kıyafetlerim sırılsıklam oldu. Ormanın neminden nefes alamıyorum. Bir yerde okumuştum, gece ormanda yürünmezmiş. Oksijen olmazmış gece ormanda. Biraz yavaşlasam… Olmaz, devam etmeliyim.
*******************************
Artık savrulup gitmek istemiyorum. Ömrümün yarısını harcadım bile. Hayır, buna mecburum. Kalan hayatımı doğru bir şekilde geçirmeye kararlıyım.
Buna affederek başlayacağım. Beni üzen, kıran, parçalayan herkesi affedeceğim. Onlarla barışacağım. Bilmeseler de olur, artık onlarla savaşmayacağım. Affederek kurtulacağım onlardan.
Ya benim, üzdüğüm, kırdığım, parçaladığım insanlar? Onlar beni bağışlayabilirler mi? Bilmiyorum. Artık bunu düzeltmek için bir şey yapamam. Bundan sonra iyi bir insan olarak yaşamaya çalışacağım, kimseye zararım olmayacak. Geçmişte zarar verdiğim insanlar umarım benim yapacağım gibi affederler beni.
İyi insan olmak ne demek? Birine iyi diyebilmek için nasıl bir insan olmalı o kişi? Bunun kuralı yoktur ki! Suya sabuna dokunmamak yeter mi? Kimseye dokunmadan, kendi halinde yaşamak? Kimseyi zehirlememek? Ben, daha fazlasını yapabilir miyim? Bir yerden başlayayım yeter.
Peki, ben kendimi bağışlayabilecek miyim? Hatalarım, suçlarım, kötülüklerim, kavgalarım, yalanlarım ve daha nicesi için. Suçlarım o kadar kabarık ki, hangisini düşünsem içim daralıyor. En iyisi bunları düşünmemek. Affetmek zorunda değilim kendimi. Hem affetmeyeyim ki, bir zamanlar nasıl bir insan olduğumu unutmayayım.
*********************
Hava aydınlanmaya başladı. Şu anda burada, dışarıdan daha karanlık bir yerdeyim. Ağaçlar gün ışığını engelliyor. Burada sanki gün doğmaya direniyor.
Kendimi daha iyi hissediyorum. Aslında daha az kötü hissediyorum. Ama hava aydınlandığı için değil, ormana alışmaya başladığım için. Yürümeye başladığımda, ormanın puslu havası korkutuyordu beni. Şimdi ise güvende hissediyorum. Sanki beni içine aldı da koruyor gibi. Dışarıdan saklıyor gibi. Geçmişimden, anılarımdan, hayal kırıklıklarımdan. Burada kalsam, çıkmasam, yaşasam. Hayvanlar dostum olsa, birbirimizle konuşsak…
İleride bir ışık var galiba. Evet, bir kulübeye benziyor. Bacasından duman çıkıyor. Gitsem mi? Birazcık ısınsam. Kabul eder mi beni? Bu ıssız ormanda kapısını çalan birinin dostça geldiğini düşünür mü? Çok üşüdüm, gideceğim.
*******************************
Ormanda yürüyen adam kulübeye yaklaştı. Ahşaptan yapılma, derme çatma ama güvenli görünen bir yerdi. Penceresinden yayılan ışık ve bacasından tüten duman ona bir yuva hissi verdi. Etrafı çitle çevrilmişti ama pek dayanıklı görünmüyordu. Bir duvarına kesilmiş odunlar diziliydi, verandasında iki tane sallanan sandalye vardı. Bahçesinde çiçekler ekiliydi. Bu ev adama birden çok güzel geldi. Oraya doğru çekildiğini hissetti. Bu ev, gerçek olamayacak kadar güzeldi.
Çitin kapısını açtı ve içeri girdi. Kulübeye giden yola taş döşenmişti. O kadar nizami döşenmişti ki adam taşlardan gözünü alamıyordu. Hayranlıkla bakarak eve doğru yürüdü.
Vardığında kapı adam çalamadan, küçük bir çocuk tarafından açıldı.
“Gel” dedi. “Seni bekliyordum.”
İçeri girdiğinden odanın aydınlığından gözleri kamaştı. İçerisi basit ama rahat görünüyordu. Pencere önünde bir kanepe, sağında yanan bir şömine, karşısında dizili odunlar. Ahşap dolaplı bir mutfak tezgahı, hepsi bu kadardı.
“Otur, çay demlemiştim” dedi çocuk.
On, on iki yaşlarında görünüyordu. Üzerine biraz büyük gelen kahverengi fitilli bir kadife pantolon ve kırmızı lacivert renklerinde kareli bir oduncu gömleği giymişti. Ayaklarındaysa ayakkabı yerine çetik vardı. Hani her evde olan, babaannelerimizin ördüğü çetik. Çocuk bu haliyle yetişkin bir insana benziyordu ama yaşı her halinden belliydi. Bu tezat bir anlığına adama komik geldi.
Çocuk çayları fincanlara koyup birini adama verdi. Kulübeye girdiğinde görmediği bir sandalyeyi çekip karşısına oturdu.
“Yolculuğun nasıl geçti, anlatmak ister misin?”
“Sen, sen nasıl? Beni beklediğini söylemiştin. Beni nereden tanıyorsun?”
Bu sözleri telaş ve endişeyle söyledi ama vücudu gevşemeye başlıyordu. İstese de panik olamıyordu.
“Evet, seni tanıyorum, hem de hayli yakından. Ormanda geçirdiğin zamanı soracağım ama zaten biliyorum. Buraya doğru yürürken düşündüğün her şeyi, vicdan muhasebeni, suçluluk duygunu, pişmanlıklarını, aldığın kararları, hepsini biliyorum.”
“Ama nasıl, nasıl oluyor bu? Bu kulübe, çok tanıdık geliyor. Korkuyorum senden, bir yanım da güven duyuyor. Söyle artık, kimsin sen?”
“Evet burası tanıdık bir yer, beni de tanıyorsun, belli ki unutmuşsun.”
“Lütfen, kimsin sen, burası neresi?”
“Burası, çocukluğunda oynadığın maket orman kulübesi. Birazdan yan taraftan koyunlar ve kuzular geçecek. Hatırla, annen parası olmadığı için, aslında bir köy olan bu maketin sadece bu parçasını alabilmişti.”
“Hatırlıyorum, vitrinde görüp istemiştim de bir hafta sonra bunu alıp getirmişti annem.”
“Ne çok oynardın, değil mi? Kaldır kafanı da bak. Çatının köşesini kırmıştın. Oradaki boşluğu görüyor musun?”
“Oyuncağımın içindeyim, öyle mi?”
“Evet.”
“Peki sen kimsin? Burada ne yapıyorsun?”
“Ben senin çocukluğunum. Sen bu gece buraya ne için geldiysen ben de onun için buradayım.”
“Sigaran var mı?”
“Daha başlamadım.”
*****************************
Adamla çocukluğu bir yandan çaylarını içtiler, bir yandan konuştular, bir yandan sustular. Çocuk, büyümüş halinin karşısında sanki yetişkin olan oymuş gibi davranıyor, karşısındakini içinde olduğu ruh halinden çıkarmaya çalışıyordu. Dışarıdan bakıldığında bu durum, vücut dillerinden de anlaşılıyordu. Çocuk, adamın karşısında, sandalyede, bir bacağını diğerinin üstüne atmış, dikkatli bakışlarla büyüklüğünü inceliyor; adamsa küçüklüğünün karşısında, kanepede, büzülür gibi oturmuş, hafifi kamburu çıkmış, sanki kabahat işlemiş gibi duruyordu. Konuşmanın sonunda çocuk:
“Seni böyle karşımda görmek, senin de benim yaşlarımda yaşadığın iğrenme duygusunu yaşatıyor bana. Şu haline bak, senin yaşına geldiğimde senin gibi olacağımı bilmek midemi bulandırıyor. Bu zamana kadar okuduğun onca kitaptan kendine ne pay çıkardığını merak ediyorum. Ben büyüdüğümde senin gibi olmayacağım. Çünkü bunu bu gece halledeceğiz. Belki bu görüşme senden çok bana ders olur.”
“Ne yapmalıyım peki? Zamanı geri alamam. Bundan sonrası için ne yapmalıyım?”
“Artık kendine değer vermelisin. Şimdiye kadar kendini hor gördüğün yeter. Belki herkes yaşamında böyle dönemlerden geçiyordur ama seninki fala uzadı. Birazdan buradan çıkacaksın ve yeni hayatının ilk gününe başlayacaksın. Bunu kendin için yapacaksın. Bir de benim için. Şu anda sana ne kadar kızıyor olsam da, biliyorsun ki senin hayatını yaşamak zorundayım. Bunu değiştiremem. Bu yüzden, bu zamana kadar yaptıkların ve yapmadıkların için, senin adına seni affediyorum. Ve sana bundan sonra yapacakların ve yapmayacakların için teşekkür ediyorum. Bu seninle ilk ve son karşılaşmamızdı. Bir daha birbirimizi görmeyeceğiz. Şimdi uyan, uyan, hey uyan. Aç gözlerini uyan, ışık, geliyor uyan!”
*************************
Gözünü açtığında çalan korna sesi ve karşıdan yaklaşan farların ışığı reflekslerini harekete geçirdi ve direksiyonu sağa kırdı. Son anda çarpışmadan kurtulmuştu. İki şeritli, virajlı orman yolunda aydınlatma yoktu. Ay ışığı dışında etrafı aydınlatacak hiçbir şey yoktu.
Sakinleşmek için sağa çekip arabayı durdurdu. Camı açtı, hava almaya çalıştı. Olmadı, arabadan indi. Hava soğuk ve ıslaktı. Evet, bugün yeni hayatına başlayacaktı. İlk yapacağı şey annesinin evine uğrayıp, ardiyedeki kutudan maket orman kulübesini almak olacaktı. Derin bir nefes aldı. Ceketinin cebini yokladı, oradaydı. Bir sigara yaktı. Arabasına binmek üzereyken ormanın içinden bir kurt uluması duydu. O an ağaçlardan birinde onu izleyen baykuşu gördü. Şüphesi kalmamıştı. Çocukluğuna teşekkür etti ve yola çıktı.
KUTAY ENGİN