İnsan en çok ne ister? Belki sevilmek, belki güvende olmak… Belki de en derini şudur: Anlaşılmak. Çünkü anlatmak, her zaman anlaşılmakla sonuçlanmaz. Bazen saatlerce konuşuruz, ama cümlelerimizin içindeki gerçek anlamı kimse duyamaz. Oysa anlaşılmak, sadece dinlenmek değil; içimizin görülmesidir. Duyulmak ama sahiden duyulmaktır; işte bu yüzden insan anlatmak için çabalar. Çünkü anlaşılmak, sadece bir ihtiyaç değil; varoluşun kendisidir. Bir çocuğun ağlayarak annesine koşması, bir yaşlının sessizce gözlerine bakması, bir gencin defterine yazıp sildiği satırlar…Kendini anlatamayan insan yalnızlaşır. Sustukça içinden uzaklaşır. Bazıları kendini anlatacak doğu kelimeleri seçemez. İşte o zaman devreye başka diller girer: sanat, yazı, müzik… Çünkü insan bazen bir resmin içinde saklı bir renk tonuyla, bir şarkının orta yerindeki suskunlukla, ya da bir öyküdeki isimsiz karakterle kendini anlatır. Bazıları da şiirlere sığınır. Didem Madak gibi. O, yaşadıklarını açıklamak için değil; açıklayamadıklarını içinden atmak için yazardı. Kendini göstermekten çok, sakladığı yerden anlaşılmak isterdi. Ah’lar Ağacı şiirinde sessiz çığlığını hissederiz.
…
Ah benim nergis kokulu cehaletim…
Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda
Anlatmak isterdin kendini durmadan
Bir bardağa bile olsa.
Ne diyecektin, ne söyleyecektin
Şairlerin şahı olsan,
Bir AH’dan başka.
Ah benim nergis kokulu cehaletim
Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin.
AH!
…
Didem Madak anlaşılmak istiyordu, evet, ama herkes tarafından değil; kelimelerin ardındaki o kırık sesi duyan, bakıp da gören biri tarafından. Bu, doğrudan söylenmez ama hissedilir. Anlatamadığı, açıklayamadığı ama derinden yaşadığı her duyguyu, bir dizeye sığınarak ifade etmeye çalıştı. Anlatmak kolay, anlaşılmak zordur. İnsan, bir ömür boyu kelimelerle kendine yol çizer; ama bazen kendini bile tanıyamaz. Belki de anlaşılmak, önce kendimize anlatabilmektir. İçsel konuşmalarımızı yaparken, hislerimizi, arzularımızı, korkularımızı dürüstçe gözden geçirmeliyiz. İçsel konuşmamız, bir tür içsel aynadır. O aynaya, duygularımızı saklamadan bakmamız gerekir. Madak’ın şiirlerinde, “içinde kalan” kavramı genellikle bastırılmış duyguların, ifade bulamayan acıların birikimi olarak karşımıza çıkar. Şair içinde kalanları, şiirlerinde dışa vurulmamış, görünmeyen bir yük olarak tasvir eder.
…
Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım
Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
…
Büyük gemiler de yok artık bayım
Büyük yelkenler de
Büyük kağıtlar yakmak istiyor şimdi canım.
İşte az önce bir karabatak daldı suya
Bir süredir de kayıp
Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya
Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım.
Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum.
…
“Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım” adlı şiirindeki bazı imgeleri incelersek onun karakteristik şiir dilini daha net anlayabiliriz. “Çiçekli Perdeler”: Masumiyet, korunma arzusu. “Darmadağın Gövde”: Yıkılmışlık, duygusal travmalar. Şair burada, acısını gizlediğini; gösterdiği “naiflik” in ardında büyük bir yıkım olduğunu söylüyor. “Büyük gemiler, büyük yelkenler”: Umudunun hayalinin artık kalmadığını, düşlerinin yok olduğunu belirtiyor. Türk şiirinde, kasımpatı genellikle hüzün, ölüm, sonbahar, veda ile ilişkilendirilir. Burada şair kendini bir çiçekle özdeşleştirse de kokusunun acı olduğunu aktarıyor. Didem Madak, anlaşılmak konusuna en çok özlem duyan şairlerdendi. Bir gün büyük bir kitlenin onu anlayacağını tahmin etmiyorken, dizelerini aldı kaleme. Şiirleri “biri beni anlasın” diye fısıldadı. Madak istediği gibi anlaşıldı, kelimelerinin ardında kalan, kırık sesleri duyan kişiler tarafından. Onun gibi, anlaşılma isteği içimizde hep var olacak. Belki de, hiçbirimiz tam olarak anlaşılmayacağız ama buna rağmen çaba göstermeye devam edeceğiz. Çünkü bazen tek bir bakış, tek bir cümle, bir anda tüm duvarları yıkar.
Anlaşılmak kesinlikle çok önemli bir duygu. Yazının başlığından ötürü bir yerlerde Didem Madak ın geçeciğini anlamıştım ama bu tarz bir geçişi beklemiyordum. Çok iyi olmuş
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim.