BEKÇİ MISTIK
Gecenin karanlığı bir onu örtemezdi. O mahallenin, hatta çevre mıntıkanın bekçisi Mıstıktı. Gerçek adı Mustafa’ydı, ama herkes ona Mıstık derdi.
Mıstık dar kumaş pantolonu, düdük gibi ceketi, gecenin sessizliğini bölen düdüğüyle nam salmıştı mahallede.
Mahalleli evini barkını kilitlemeden giderdi gideceği yere. Ne de olsa bekçi Mıstık vardı ya… Kuş uçurtmazdı alimallah.
Ülke tarihinde böyle işine sadık bir bekçi daha görülmemişti.
Mıstık hiç evlenmemişti. Elden ayaktan düşmüş anacığıyla toprak damlı, taş bir evde otururdu. Paraya pula düşkünlüğü yoktu. Varsa yoksa işi, namusu, bir de hasta anacığıydı.
Bir sabah mahalleli gürültüyle uyandı. Cümle ahali sesin geldiği yöne koştu. Ses mahallenin en izbe yerinden geliyordu.
-Yakalayamam sandın ha. Seni gidi uyanık seni… Ben seni bir aydır takipteyim. Bildiydim senin böyle bir hinoğlu hinlik yapacağını. Karakol kumandanı neredeyse damlar oğlum. Bittin sen bittin. Aşağı mahallede, hele ki bekçi Mıstık’ın yerinde sana hırsızlık yaptırmazlar. Bunu böyle bilesin.
Karakol kumandanından önce mahalleli teşrif etti, olay mahalline. Mahalleliden biri:
-Ağzını burnunu dağıtın şerefsizin. Bir daha bu mahalleye uğrayabiliyor mu bakalım? Deyince gaza gelen ahali hırsızın üstüne yürüdü.
Bekçi düdüğünü çıkartıp, var gücüyle üfledi ve:
-Ona ceza kesmek bize düşmez. Bu memleketin savcısı var, polisi var. Dağılın sizi gidi fırsat düşkünü aymazalar.
Bekçinin düdüğüyle irkilen ahali, bir adım geri attı. Onlar çekilir çekilmez karakol kumandanı Hüsamettin Bey teşrif etti.
Kumandanı gören Mıstık omuzlarını geri atıp, başını dikleştirdi. ‘’Ben olmasa mm! ’Der gibi bir hali vardı.
Mıstığ’ın halinden teşekkür beklediğini anlayan komutan, bekçinin yanına gidip elini sıktı:
-Ülkemizin, mahallemizin, cesur bekçisi Mustafa sayesinde bu gün bir daha rahat bir nefes aldık. O olmasa hiçbiriniz rahat uyuyamayız. Sağ ol, Varol Mustafa.
Deyip sırtını sıvazladı.
İşte, Mısığı tek mutlu eden şey bu övgülerdi. O sadece mahallenin değil ülkenin bekçisiydi.
Koltukları kabaran Mıstık soluğu anacığının yanında aldı. O hırsızlarla uğraşırken anası son nefesini oturduğu sedirde vermişti.
Ölümü anasına konduramayan Mıstık, günlerce o çok sevdiği işine gitmedi. Adeta hayata küsmüştü. Gözü, baş sağlığına gelen komutan Hüsamettin Beyi bile görmüyordu.
Mahalleli Mıstığ’ın durumuna epey kederlendikten sonra, başladılar ileri geri konuşmaya.
Neymiş efendim her keslerin yakını ölebiliyormuş. Hayat böyleymiş. Bu acıyı uzatmanın bir manası yokmuş. Bekçi biran önce işine dönmeliymiş.
Anacığının ölümüyle iç hesaplaşmaya tutuşan Mıstık, artık üzerine vazife olmayan şeylere koşup kendini yormayacaktı. Şu kısacık hayatında tek derdi işi olmamalıydı. Yaşamda güzel olan başka başka şeylerde vardı. Evine eş diye namuslu bir hatun alıp, pekâlâ çoluk çocuğa kavuşabilirdi.
Dediği gibi de yaptı. Evlendi, barklandı, çoluğa çocuğa kavuştu. Huzuru aile kurmakta bulmuştu mahallelinin biricik bekçisi.