Baba Yarısı
İnsanın içinde Kabil’den beri semirir durur hasetlik denen canavar..
Ve onun pençesinde solar nice canlar.…
Suya baktı çocuk. Simsiyah, serin ve derin suya. Kollarını kuyunun kemerine bastırarak eğildi merakla. Suyun nefesi yüzüne çarpar gibi oldu ama serinletmedi çocuğu. Aksine ürpertti nedenini bilmediği bir bilgiyle. Kafasını yüzsüz bir gölge gibi gördü suda. Biraz daha eğildi seçmek istedi sanki kendini. Ama korktu. Bu kara dipdiz, durgun sudan Geri çekildi. Elindeki küçük taşı fırlattı. Nefesini tutarak izledi çocuk, taşın sudaki yuvarlaklarını. Bir de beton duvarlara vura vura halkalar çizerek yukarı çıkan “cup” sesini duydu. Ses derinden gelse de nasıl çoğalmıştı kulağına gelene kadar. Buna akıl sır erdiremedi çocuk.
Avucundaki şeftaliyi ısırmaya başladı dirseğinden sular akarken. Şeftali olgun ve lezzetliydi. Belliydi çocuğun yiyişinden.
Az önce Mehmet, ağaca tırmanıp koparmıştı en uçtaki en kırmızı ve en olgun meyveyi. Ağaçtan bir kertenkele gibi kayarak inmiş, artezyenin dibinde almıştı soluğu.
Bilek gibi akan soğuk, berrak suya kaptırmamak için sıkı sıkı tuttu meyveyi. Sonra da artık kullanılmayan üstü açık kuyu çekti dikkatini.
Kuyunun başında kaya gibi bir taş buldu kendine oturmak için. Kocaman şeftaliden bir ısırık daha aldı ağzının kenarlarından sular akarken. Yanında bir baş belirdi kuyuya bakarken.
-Napıyorsun burda Mehmet?
-Hiçç kuyuya bakıyom.
-Merak mı ettin len?
-Hııı
-Görcen mi aşaaayı?
-Bilmem.
-Sen atla ben kovayı salar, geri çekerim seni.
Mehmet, başını çevirip yengesinin yüzüne baktı. Gözlerinde bir şeyler aradı ne aradığını bilmeden. Hiçbir ifade bulamadı bakışlarında. Şüphe edilecek kadar boştu kadının bakışları oysa. Mehmet bir kadına baktı bir de suya.
Bir çift göz daha eklendi kadının yanına. Mehmet, sevindi sanki gördüğüne. Yengesinin kızı, Sevim ablası.
-Korktun mu Mehmet? Sen erkeksin, erkekler korkar mı hiç?
-Korkmam, dedi Mehmet. Ben korkak değilim!
Sevim’in yanında Selma ile Sevgi de belirdiler hemen.
Mehmet, birden yalnız hissetti kendini. Onların evine gittiğinde de böyle hissederdi bazen. Önce güzel güzel oynarlardı. Sonra bir an gelir, kendisine istedikleri her şeyi yaptırmaya çalışırlardı. Yapmazsa küser, oynamamakla tehdit ederlerdi. Mehmet, yapardı o zaman istediklerini. Oyunda hep onların sözü geçerdi tabi. Büyüktü üçü de Mehmet’ ten. Hem erkek kardeşleri sayılırdı onların yoktu ne de olsa. Annesi demez miydi? Amcanın oğlu yok o yüzden çok sever seni..
Mehmet, napsın? Annesi bir tek oraya gitmeye izin veriyor kolayca. Mahalle arkadaşı Salih’i daha çok sever oysa. Ama onlara her zaman gidemez. Onlar yabancı… Ama amcasının evi öyle mi? Baba yarısı ne de olsa.
Mehmet, oturduğu taşın üstünde bakarken oyun arkadaşlarının yüzüne;
-Atlasana, dedi tekrar Sevim ablası. Hadi görelim cesaretini!
Selma ile Sevgi de güldüler kıkır kıkır.
Mehmet, ayağa kalktı. Avucundaki şeftaliyi sıktı. Sular akıyordu elinden. Bir adım attı. Bir adım daha… Sonraki adımı boşluğa…
Atmadı o son adımı Mehmet. Koşarak uzaklaştı ağaçların arasından. Annesini buldu domates fidelerinin yanında. Kalbinin sesini duymasa da annesi, kızardığını, nefes nefese kaldığını gördü. Kucakladı oğlunu.
-Noldu Mehmet? İt mi kovaladı oğlum?
Mehmet, boyundan büyük nefes alıyordu hala hızlı hızlı.
Annesi, dut ağacınını altına oturttu oğlunu. Mehmet, anlattı olan biteni anladığı kadar. Anası anlattığından fazlasını anladı elbet. Genç kadının elleri titredi, bedeni buz kesti haziran sıcağında.
Ve başladı oğluna anlatmaya. Kardeşleri tarafından kuyuya atılan Yusuf’un hikayesini.
Anladı Mehmet, on kardeşin kalbine sığmayan küçük Yusuf’u.Yirmi eli birden boynunda hissetti. Lekesiz hisleri, çamurlu bir suda kayboldu.
Ve küçük hayatının ilk büyük dersini aldı. “Güvenmeyeceksin”En çok da sever görünenlere.