Bazı kadınlar vardır ki; İyi ki, iyi ki iyi ki var olmuşlardır. Topluma ve geleceğe kadının özgürlüğü adına imza atmış tüm kadınlara selam olsun.
Hayran olduğum bu kadınlardan biri de Afife Jale’dir. 1902’de Kadıköy’de orta halli bir ailenin kızı olarak dünyaya gelen Afife, üç çocuklu bu ailenin ortanca çocuğuydu. Bir ağabeyi ve bir kız kardeşi vardı. Okuryazar, kültürlü ve bilgi birikimine sahip olan bir aileden gelmiştir. Sanatçı buna rağmen içindeki aşkı bir türlü ailesine kabullendirememiştir. Tiyatroya ilgi beslediği dönemde İstanbul Kız Sanayi Okulunda okuyordu. Ancak onun hayallerinde yaşadığı yıllarda uçuk karşılanacak bambaşka bir meslek vardı. O da tiyatroculuktu. Üstelik bu isteği hayalden de öte bir aşka, bir tutkuya dönüşmüştü. Ne yazık ki Müslüman kadınların sahneye çıkmasının hoş karşılanmadığı yıllarda tiyatro için can atıyordu. Ailesini bile karşısına alarak Darülbedayi’ye yani Şehir Tiyatroları’na alınmak için sınavlara girdi.
Afife Jale, 10 Kasım 1918’de beş kızla beraber stajyer kadrosuna alındığında her ne kadar hayallerinin başında olsa da gelecekte adını afişlere yazdıracağından haberi yoktu. Afife sınavı kazanan beş arkadaşından sadece Refika ile bir süre devam etti. Ancak daha başta “Nasıl olsa sahneye çıkamayacağız” deyip daha başta ayrılan diğer üç kızın yanı sıra Refika da sadece stajyer olarak kalabildi.
18 Aralık 1918 tarihinde Afife, Mülazım artistlik (Stajyer oyuncu) kadrosuna alındı. Bir yılı aşkın provalara katıldı ve eğitim aldı. Sahneye çıkacağı büyük gün için büyük hayaller kurarak kendini özenle hazırladı. Bazı kaynaklar onun ezber yapmadan oynadığını söylemektedir. Ve o an geldiğinde, ruhu baştan aşağı tiyatro olan bir kadın sadece kalbinin sesiyle sahnedeydi.
Yıllar sonra o büyük geceyi Afife Jale şöyle anlatmıştır; “Hayatımda mesut olduğum ilk geceydi. Sanatın ruhuma verdiği güzel sarhoşluk içinde idim. Rol aldığım piyeste güzel bir sahne vardır; ağlama sahnesi… Orada taşkın bir saadetle ağladım. Sahiden ağladım… Alkış, alkış, alkış… Perde kapandı; açıldı, bana çiçekler getirdiler. Muharrir Suat Bey, kuliste bekliyormuş; ben çıkarken durdurdu, alnımdan öptü “Bizim sahnemize bir sanat fedaisi lazımdı; sen işte o fedaisin.” dedi.” Tiyatro için verdiği içinde taşan duygularını ve başarısını bu cümlelerden de anlayabiliriz.
Afife Jale 13 Nisan 1919 tarihinde Hüseyin Suat’ın Apollon Tiyatrosu’nda oynanan “Yamalar” adlı oyununda Emel rolü ile ilk kez sahneyle buluştu. Afife o gece isminin yanına bir de Jale eklettirdi. O tarihten sonra Afife Jale olarak anılmaya başladı. Ayrıca Afife Jale ilk Müslüman kadın tiyatro oyuncusu olarak adını tarihe yazdırmış oldu. O gece tiyatroya gelen zaptiyeler tarafından yöneticilere uyarıda bulunulsa da genç oyuncu bir sonraki hafta da Reşat Rıdvan Bey’in adapte etmiş olduğu “Tatlı Sır” oyununda Neyir rolü ile sahneye çıktı. Ve yine polis baskınlarıyla karşılaştı. Afife Jale’yi Türk Müslüman kadının sahnede yer almasını İslam adabına aykırı kabul ederek Ceza Kanununda “Adab-ı İslamiyyeye mugayir hareket etmek” suç sayıldığı gerekçesi ile tutuklamak isterseler de Ermeni tiyatrocu Kınar Hanım’ın arka bahçeden kaçırması sonucu tutuklanmaktan kurtulmuştu.
Başka başka isimlerle sahneye çıkmaya devam ederken, daha sonraki bir gün, rol aldığı “Odalık” oyunu oynanırken zaptiyeler tiyatro salonunu bastı. Afife bu kez de makine dairesinden kaçırıldı, sonra Apollon Tiyatrosu’nun sahibi Mösyö Sireç’in evine götürüldü. Tanınmamak için siyah çarşaf giyip peçe taktığı da söylenmektedir. Buna rağmen Kadıköy iskelesinde yakalanarak karakola alındı. Götürüldüğü karakolda “Dinini, milliyetini unutan sen misin?” diye hırpalanmıştır. Hatta bazı kaynaklar onun zaptiyeler tarafından tokat yedikten sonra başını dimdik tutarak “Benimle böyle konuşamazsınız!” deyip münakaşaya girdiğini de söylemektedir.
Başından beri onun tiyatrocu olmasına başta babası olmak üzere bütün ailesi karşı çıkmıştır. Afife’nin hayalleri ailesi tarafından bir türlü kabul görememiştir ve onlar tarafından dışlanmıştır. Afife’nin canını en çok acıtan hadiselerden biriyse babasının “Benim Afife diye bir kızım yok” diyerek evden kovmasıdır. Sanatçı sanatı için baba evini terk etmek zorunda kalmıştır. Hem ailesiyle hem hayalleriyle sınanırken büyük bir aşk ve inatla sahne alan Afife Jale bir de dönemin iç işleri bakanlığının Müslüman kadınların sahneye çıkmasını resmen yasaklaması sonucu büyük bir strese girmişti. Dahası kadrodan da çıkarılması Afife’yi maddi ve manevi sıkıntılara sokmuştu. Elbette ki yaşadığı bunca olumsuzlukların sonucu Afife’nin şiddetli baş ağrılarıyla başlayan rahatsızlığı doktorunun da tavsiyesiyle morfin tedavisine kadar gitmiştir.
Darülbedayi’den ayrıldıktan sonra Burhaneddin Tepsi topluluğuna girmiş ve Anadolu turnesine çıkmıştır. Halkın sık sık galeyana geldiği günlerde korkudan tekrardan morfine sarılmıştı. Bu korkunun üzerine Anadolu turnelerinde adını “Marika” olarak kullandığı bilinmektedir. Bu süreçte de turnelerine ara vermeden devam etmiştir.
1923’ten sonra Ulu Önder Atatürk’ün emriyle yasak kalkmış ve Türk Kadınları sahneye çıkmaya başlamıştır.
Afife sadece tiyatro değil tüm sanat dallarıyla ilgisi olan biriydi. Hatta müzikle de iç içeydi. 1928 yılında gittiği Hafız Burhan konserinde tambur çalan Selahattin Pınar ile tanıştı. Kısa bir sürede Pınar, genç kadına deliler gibi âşık olmuştur. Vakit kaybetmeden aşklarını evlilik ile taçlandırıp dünya evine girdiler. Afife’nin evliliği de tıpkı sahnesi gibi dillerde pelesenk olmuştu. “Bir çocuk resmi” niteliğinde şiirler yazıp okudular birbirlerine. Zaman zaman Selahattin çaldı, Afife dinledi aşk nidalarını. Hayatta geç kaldıkları her şeyi beraber yaptılar. Birbirlerine eş, arkadaş ve aile olmuştular. Evde çocuklar gibi saklambaç oynadılar, bahçede enginar yetiştirdiler, yarıştılar. Yaşadığı aşkla da dilden dile dolaşan Afife Jale adına pek çok şarkı yazılan ilk kadın olmayı da başarmıştı. Selahattin Pınar’ın “Nereden Sevdim O Zalim Kadını”, adlı şarkısı ile ünlenen aşkları “Anladım Sevmeyeceksin Beni Nazlı Çiçek”, “Huysuz Tatlı Bir Kadın” adlı eserleriyle daha da ünlenmişti.
Bazılarının tüm çabalarına rağmen hayalleri yarım kalır. Afife her ne kadar ilk Müslüman kadın tiyatrocu olarak adını tarihe yazdırsa da zamanın yasakları gereği hayalleri yarım kalmıştı. Yarım kalan sadece tiyatro değildi tabi ki. Gerçeklerin üstünü aşkın örttüğü evlilikleri yalnız üç yıl sürebilmişti. Morfin gerçeği evliliklerinin peşindeydi. Ölesiye büyük bir aşkla başlayan evliliği de gerek yarım kalmışlığının verdiği stres gerekse sonrasında morfin bağımlısı olması hatta Selahattin Pınar’ın şöhretinin Afife’de yarattığı kıskançlık krizleri sonucu hüsranla bitti.
Afife sahnesizliğin, tiyatrosuzluğun boşluğunu morfinle doldurmaya çalışıyordu. Selahattin Pınar’ın morfin kullanımında ağlayarak ona yardımcı olduğu da söylenmektedir. Pınar, eşine büyük bir aşk ve merhamet besliyordu. Onu hayata döndürmenin ve bu beladan kurtarmanın yollarını arayarak Afife’nin etrafında çaresizce çırpınmaya başlamıştır. Günlerce hiç durmadan bir çıkış yolu aradı durdu. Bu süre içerisinde Pınar, sürekli olarak melankolik besteler yapar olmuştu. Artık besteleri aşk adına değil karamsarlık adınaydı. Tıpkı aşklarının ve evliliklerinin gidişatı gibi. Jale’yi morfinden kurtarmak isterken az kalsın kendisinin de bu yola düşmek üzere olduğu da belirtilmiştir. Bunun üzerine Afife “Terk et beni, yoksa sende mahvolacaksın. Bırak beni gideyim.” diyerek Pınar’a yalvarmıştır. Gün be gün yıpranan aşklarından geriye kalan ve gün geçtikçe artan bu yalvarışlardan altı ay sonra boşanmışlardır. Selahattin de istemeye istemeye de olsa Jale’yi tek başına bırakmıştır. Görüşmüyorlar olsa bile yüreğinin bir köşesinde yanan Afife aşkını taşımaya mâhkum olmuştu. Aşktan kaçmak öyle kolay mıydı? Değil elbette. Aşk kimsenin yüreğinden ceketini alıp öylece çıkıp gitmiyor maalesef. İşte Afife de istemeden de olsa Selahattin’e ömür boyu unutamayacağı bir aşk ve ayrılık hediye etmişti.
Yarım kalan hayaller ve günden güne bozulan sağlık sorunları Afife’nin yaşamının son günlerini Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesin de geçirmesine neden oldu. 24 Temmuz 1941’de bir insanın hayatının baharı sayılacak yaşta yani otuz dokuz yaşında yarım kalmışlıklarıyla sessizce hayata veda etti.
Selahattin Pınar, Jale’nin ölümüyle sarsıldı ve daha da içine kapandı. Afife Jale için yazılan şarkılarına “Gecenin Matemini Aşkıma Örtüp Yatayım” adlı eserini de ekledi ve ölene kadar Afife’nin aşkını unutamayacağını bir kez daha gösterdi.
1987 de Müjde Ar ve Tarık Tarcan’ın baş rollerini paylaştığı “Afife Jale” adlı sinema filmiyle Jale’nin hayatı beyaz perdeye taşındı.
29 Ekim 1991 tarihinden başlayarak İstanbul’un sahnelerinde Kenan Işık’ın yönetmenliğinde “Afife Jale” oyunu sergilendi.
Afife Jale’yi bir kez daha onurlandırmak adına 1997’den beri Afife Tiyatro Ödülleri sanatçının izinden gelen tiyatrocular için her yıl düzenlenmeye devam etmektedir.
1998 yılında Beşiktaş Belediyesi’nin açtığı Ortaköy Kültür Merkezi’ndeki tiyatroya Afife Jale Sahnesi adı verilmiştir. 2016 yılında Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu Ödüllerini almış yirmi oyuncunun Afife Jale olarak poz verdiği fotoğraflardan oluşan Afife Jale’ye Saygı adlı fotoğraf sergisi sergilenmiştir.
Bir ilhamdır Afife Jale. Eğer anlayabilirsen davasını, sahneye duyduğu aşkı. Olmayanı oldurmaya çalışmak bir cesaret işidir ancak. Afife de çok cesurdu. Cesur kadınlar hep hayalleriyle, hayatlarıyla, aileleriyle ve aşklarıyla sınanır. Başlı başına bir iştir cesur olmak. Eğer bunları anlayabilirsen işte o zaman nasiplenirsin o büyük ilhamdan. Benim için kadınlığıma vurulan zincirin anahtarıdır Afife Jale. Türk kadınlarının da sahnede var olabileceğini, var olması gerektiğini ve var olduğunu gösterebilmek adına kendisini yaftalamaya çalışan topluma rağmen kadınlara öncü olmuştur.
Oyuncu Ruhsar Gümüşdal’ın durumu özetlercesine dediği gibi “Bugün sahneye çıkabiliyorsak, o kapıyı bize açanları unutmamalıyız.”
“Beni acıyarak değil, düşünerek, severek, kucaklayarak hatırlayın. Tiyatro varsa ben de varım.” deyip bütün benliğini tiyatroya adayan ve bütün kadınlara öncülük eden Afife Jale’ye ve nice dönemlerinin ilkine imza atan tüm kadınlara selam olsun.