İnsanın tarihteki ilk dostu kimdi dersiniz?
Ateşi bulan o meraklı zihin mi?
Yoksa tekerleği icat ederek insanlığı bambaşka bir çağa taşıyan “zehir gibi” beyin mi?
Belki de buğdayı ve arpayı toprağa umut diye eken ilk çiftçi…
Ama gerçekten, insanın tarihteki ilk dostu kimdi?
Bilim dünyası, bu sorunun cevabını her geçen yıl biraz daha netleştiriyor. Örneğin, Science dergisinde yayımlanan bir araştırmada, bin yılı aşkın zamandır toprağın altında yatan ‘kurt benzeri’ canlılardan DNA örnekleri toplanmış; hatta iki örnek otuz bin yıl öncesine kadar uzanıyormuş. Bu antik izler, modern köpeklerin, günümüz kurtlarının ve kır kurtlarının genetik verileriyle karşılaştırıldığında ortaya şaşırtıcı bir tablo çıkmış; Bugünün evcil köpekleri, binlerce yıl önce yaşamış bazı kurt topluluklarına beklenenden çok daha yakınmış.
Bu sonuç, köpeğin insanın yalnızca yanında yürüyen bir hayvan olmadığını; karanlık çağlarda, henüz medeniyetin adı bile yokken insanla birlikte evrilen bir dost olduğunu fısıldamıyor mu size de? Belki de ateşi keşfedip etrafında toplanarak ilk hikâyelerimizi anlatmaya başladığımızda, bir köpek çoktan bizimleydi. Gözlerinde güvenin gölgesi, sıcaklığın paylaşılan hali vardı.
Nitekim insanın, köpekle başlayan dostluğu diğer canlılarla da devam etmiş olmalı. Kediler, kuşlar, atlar… Mısırda kediler kutsal sayılırmış mesela. Tapınakların duvarlarına işlenir, bir kedi öldüğünde ev halkı yas tutarmış. Roma’da köpekler kentin simgesiymiş. Nitekim, göçebe Türklerde de hayvan çok önemli sayılır, köpek ölünce mezar kazılır, at ölünce yas tutulurmuş.
Aslında en sadık, en güvenilir dostlarımızı insanlık tarihinin ilk zamanlarından bulmuşken şimdi ne değişti? Neden geçmişte dost olduğumuz hayvanlara bugün bu kadar düşman kesildik? Geçmişte ekmeğimizi paylaştığımız bu dilsiz dostlarımıza neden bugünümüzde sevgiyi geçtim, bir kap mamayı ve bir kap suyu esirger olduk? Onları vakti zamanında kendi hayatımıza ortak etmişken şimdi neden yok sayıyoruz?
Bugünlerde sokak hayvanlarına yardım eli uzatmak bile tartışma haline gelmiş, bazı kesimler tarafından suç gibi görülüyor. Düşünebiliyor musunuz? Sindirebiliyor musunuz? oysa yüzyıllar evvel hayvanlarla aramızdaki ilk sözleşme; “ben seni beslerim, sende benimle yaşarsın” olmuşken… Sokak hayvanlarının “tehdit” olarak sunulmasının sebebi, insanların, kendi başarısızlığını hayvanların üzerine yüklemesinin sonucu değildir de nedir?
Sokakta aç bir hayvan saldırganlaşır. Açlık, sadece hayvanlar için değil tüm canlılar için bir savaş çanıdır çünkü. Hayatta kalma alarmıdır. Yıllardır uygulanmayan kısırlaştırma programlarının, eksik ve bakımsız barınakların, plansız şehirleşmenin sonucunu bugün neden bir hayvan açlıkla ödesin ki? Neden ölümle ödesin? İnsanlara olan güvenleri zedelenmez mi?
Bugünlerde kendime en çok sorduğum soru şu; bir toplumu gerçekten kim tehlikeli yapar?
Sokakta aç gezmeye mahkûm bırakılmış bir canlı mı yoksa vicdanı kurutulmuş bir insan mı?
Normal olan insanların davranışları üzerinden kontrol edilmesidir. Yasalar, cezalar, kurallar bunun için vardır ancak şimdi hedefin çok daha derin olduğunu duyumsuyorum; duygular gibi. Bir insanın, başka bir canlıya yardım eli uzatmasını bir yasak gibi göstermeye çalışmak insanın zihni ve duyguları üzerinde baskınlık kurmak değil midir? Merhamet, bir toplumun son kırmızı çizgisi değil midir? Nasıl bir tehlikeye yüründüğünü görebiliyor musunuz?
Düşünün; bir çocuğun, herhangi bir hayvanı sevmesini, yardım etmesini, beslemesini, empati kurmasını engelleyen bir düzenin yarın bir insana yardım etmesini, empati duymasını da engelleyeceğini düşünün. İnsandan, duygularını aldığınızda, insanlık denen kavramın ne anlamı kalır? Sonuç, duyarsız bir toplum oluşması olur, öyle değil mi?
İnsanlar birbirlerine karşı empati güçlerini kaybederler, çocukluktan, vicdansız bir nesil yetişir. Önce bir hayvanın acısı duyulmaz, ardından ise bir insanın acısı duyulmaz. Toplumda adalet olgusu değişir. Suç da artar, ihmal de artar. Yardımlaşma azalır, hatta belki de yok olur; bunun sonucunda ihmal edilen canlılarda saldırganlık artış gösterir, bu da şiddeti doğurur. Etik değerler geri plana düşer, merhamet körelir, özgürlük yok olur. Bu sonsuz bir döngü halinde sürüp giderken maalesef insan sığlaşır, insanlık yitirilir.
Tarihin hiçbir döneminde insanı yarı yolda bırakmış bir hayvanla karşı karşıya gelemezsiniz. Ancak durum insan için ne yazık ki hep farklı olmuş. Şimdi tekrar soruyorum; Bir toplumu gerçekten kim tehlikeli yapar? Sokakta aç gezmeye mahkûm bırakılmış bir canlı mı yoksa vicdanı kurutulmuş bir insan mı?
Sahi, aç kalacak olan sokak hayvanları mı yoksa vicdan mı?



