Onlar, çocukken doktor ya da öğretmen gibi bir meslekleri yoksa genelde anneler çalışmaz, çocuklarını kendileri büyütürdü. İlkokula gidene kadar kreş ya da anaokulu bilmeyen çocuklar, annelerinin yanından hiç ayrılmamış olduklarından okulun ilk günü bazıları anneleri onları bıraktı zannedip bir kaç gün ağlarlardı. Okula ilk gün anneleri, sonraki günler varsa abla ya da ağabey ile giderlerdi. Komşu çocukları da küçüklere yardımcı olurdu. Mahallelerindeki ilkokula gittiklerinden bir süre sonra kendileri gidip gelirlerdi. Mahalle esnafı da çocukları korur, gözetirdi.
Okula alışınca, öğretmen ne diyorsa kesin dinlenirdi. Anneler bile bazen çocuklarına yaptıramadıkları ( diş fırçalama, erken yatma vs gibi) hususlarda öğretmenden yardım isterlerdi. Çünkü onun sözü kanundu, ne derse mutlaka yapılırdı.
Teneffüslerde koşturulur, terlenir, okulun musluklarından elini dayayarak klorlu sular içilirdi. Evlerde de musluk suyu içilir, çok az aileler evlerinde küp bulundurup ayrıca içme suyu alırlardı.
Liseyi bitirene kadar her yıl aşı olunur, sınıfın bütün çocuklarına aynı iğne kullanılırdı.
Şimdi çok kıymetli olan Omega3 kışın her akşam yemekten sonra bir kaşık sıvı balık yağı olarak içilip, hemen sonra bir dilim elma yiyerek alınırdı.
Tatil günleri bütün gün sokaklardaydılar. Koşarlar, maç yaparlar, şişman olurlar ama obez olmazlardı. Çok yorulunca evlerin kapı girişindeki merdivenlere oturulur, birbirlerinden değiştirerek Tommiks, Teksas, Retkid gibi resimli hikayeler okurlardı. Mahalle arkadaşlığı çok önemliydi. Aşağı mahalle veya yukarı mahalle ile yapılan maçlar çok heyecanlıydı.
Kızlar ip atlar, seksek oynar, bol bol konuşurlardı.
Çok susamışlarsa bile eve gidilmez, giriş katında oturan komşu teyzeden su istenirdi. Bahçelerdeki (o zamanlar evler bahçeli ve birçok bahçe de meyve ağaçlıydı) meyve ağaçlarından ilaçsız, hormonsuz meyveleri ağaca çıkıp toplayarak yerlerdi.
Acıkınca katkısız ekmek arası evde yapılan salça, hilesiz sucuk, helva hazırlanır, hem ekmek yenir hem oyuna devam edilirdi. Hatta annelerin gerçek pancar şekeri ile yaptıkları reçeller sulandırıp meyva suyu olarak içilirdi.
Evlerde fırın yoktu, elden açılan börekler, baklavalar mahalle fırınına gönderilip pişirtilirdi.
Bütün gün açık havada ve güneşte oynayan çocuklar D vitaminini de bol bol alırlardı.
Genelde çok uzak olmayan yerlere ve telefon olmadığı için haber vermek gerektiğinde yürüyerek gittiklerinden eklemlerinde erken yaşta kireçlenme olmadı.
Ortaokullar ve liseler kız-erkek okulları olarak ayrı ayrıydı. Bazı zengin çocuklarının gittiği yabancı okullarda da aynı sistem vardı.
Ülkede yeni olan çikletlerden çıkan resimlerden kızlar artist resmi, erkekler araba ve sporcu resmi biriktirirdi.
Aşkları platonikdi, en fazla sevdiğinin elini tutardı.
Söz senetdi, söze çok değer verilir ve vazgeçilmezdi.
Dersleri zayıf olana, komşunun üniversiteye giden çocuğu ders verirdi.
Üniversite en büyük hayalleriydi…