Paha biçilmez bir su damlasıydı ve içine akan başka bir su damlasına hayat veriyordu. Aylar sürecek olan yeni hayat oluşumuna canından, kanından vereceği bir döneme girdi. Dokuz ay on gün sürecekti bu yolculuk. Her geçen gün, içindeki büyürken o yoruluyor, yıpranıyordu. Her şey ona kötü kokuyor bu yüzden doğru dürüst bir şey yiyemiyor, yediğini de kusuyordu. Canının kış gününde karpuz, yaz gününde portakal çekmesi bile onu sinirlendiriyordu. Karnı büyüdükçe yırtılıyor, yırtıldıkça kaşınıyordu. Bel ağrıları canını yakıyor uzanıp dinlenmek için fırsat kolluyordu. Bir süre sonra eşinin sigarasından, saçlarından hatta teninin kokusundan bile midesi bulanmaya başladı. O geceleri midesinin bulantısından uyuyamazken eşinin horul horul uyumasına sinir oluyordu. Bir de her doktora gidişinde eşinin, doğacak çocuğunun cinsiyetini sorup durması yok mu kadını iyice çileden çıkarıyordu.
Gözünüz aydın. Bebek erkek, dedi sonunda doktor. Bütün aile sevinç içindeydi. Altınının irisini, hediyenin iyisini hazırladı dost, akraba. Maviye belendi tüm renkler. Allah bir nefeste kurtarsın kızım, dedi konu komşu. Oysa o kadar kolay olmayacaktı. Vücudundaki iki yüz on iki kemiğin kırıldığı bir sancı çekeceğini biliyordu. Dile kolay candan can ayrılacaktı.
Ve sancılar başladı. Ömrünün sonuna geldiğini düşünüyordu. Annesiyle helalleşti. Doğacak çocuğunu annesine emanet etmeyi de unutmadı o sancının arasında. Hızlı hızlı… Saatler süren sancı kürleri. Acılar, sancılar… Ağla ağla açılırsın. Ikın, ıkın… Başı göründü başı… Karnıma bastırmayın ne olur… Bir şey olmaz, ölmezsin… Hey maşallah, tartın bakalım şunu… 5 kilo 52 santim… Kayıtlara geçsin. Dikişlerin için biraz daha buradasın kızım. Senin herif sevinç çığlıkları atıyor. Bir damla su verin ne olur, bir damla su…
Çocuğunu kucağına verdiklerinde her şeyi unutmuştu. Kendini gururla kutsadı. Kucağındaki minik yavrunu kokladı, öptü. Ellerinin arasında tuttuğu canlıya paha biçilemezdi, tıpkı kendisine paha biçilemeyeceği gibi.