Bu yaşlılar var ya, bu yaşlılar! Bakmayın siz onların omuzları düşük, boyunları bükük duruşlarına! Hele melül mahsun bakışlarına hiç aldanmayın! Aslında gerçekten zor durumda olanları yok değil elbette! Ben içinde gizli potansiyel olanlardan söz ediyorum. Çoğu, sokağa çıkar, evin yolunu bulamaz. Ama; bankanın yolunu çok iyi bilir. Ayları, günler hatta yılları şaşırır ammaaa; maaş alacağı günü hiç şaşırmaz! Evde, en rahat köşeye kurulur, biri kalksa da; su istesem diye bekler. Ama; evde bir yalnız kalıversin! Buzdolabının başına nasıl düzgün ve hızlı gittiğini anlayamazsınız… Kendisine verilmeyen ne varsa; yağlı , tuzlu, şekerli, hepsinin tadına bakmak Allah’ın emridir!
Sık sık torununun adını unutur. Komşunun adını bir türlü öğrenemese de; dizideki kahramanların adını tek tek söyler. Konuyu sırasıyla noksansız anlatabilir. Haber saatinde önemli olayları anlar, geçmişle kıyaslayarak yorum yapar. Çünkü o, yaşanmışlıkların canlı tanığıdır. Siz onun ilgisini çekmeyen programı izlerken, onu uyukluyor sanır, aranızda fısıltıyla konuşursunuz. Onun duymayan kulakları, hiçbir şeyi kaçırmaz. Sizin eve dönüş saatinizden, ses tonunuzdan, kıyafetinizden, sık sık saate bakışınızdan ne yaptığınızı, ne yapmak istediğinizi anlar! İlaçlarını siz mi veriyorsunuz? Bir gün, üç yerine dört hap verin veya ilaçlardan biri değişik olsun ! Asla kaçırmaz, hatta ara sıra sizi test eder! Yemek pişirirken eliniz yandı, acı içinde ilaç dolabına koştunuz, sürecek pomat arıyorsunuz. O size aleovera saksını gösterir, ( Şurdan bir yaprak kopar, akan jeli yanık yere sür! ) der. Duymazsınız. Tencerenin dibi tuttu, çizmeden temizlemenin yolunu arıyorsunuz( Tencereye biraz patates kabuğu ve bir iki dilim limon koy kaynat, bişeycik kalmaz) der, siz deterjan dener, kokusundan tıkanırsınız. Düştünüz, diziniz yaralandı. Onun size önerisi; siyah zeytini çekirdeği ile demir havanda dövüp yaralanan yere koymak, olacaktır. Siz doktora koşar, günlerce onun vereceği pomadı sürer, ağrı kesici hapları içersiniz. Bir iki günde iyileşecek yara günlerce bakım ister.
Onun koynunda, kıyısında, köşesinde, belki yastık altında; zor zamanlar için ayırdığı üç beş kuruşu vardır. O , yağmurun yağacağını önceden sezer, dizlerini ovuştururken( balkonda asılı çamaşırları) hatırlatır size. Akşam üzeri, güneşin bıraktığı kızıllıktan , yarın havanın açık olacağını bilir. Yerli yersiz zamanlarda anlattığı, dinlerken sıkıldığınız anılarda, alınacak bir sürü ders vardır.
O yastığına her baş koyduğunda, Allah’ tan;
elden ayaktan düşmeden, kimseye yük olmadan ölmeyi diler. Sizin sağlığınız, işlerinizin rast gitmesi için dua eder. Gelinine, damadına , çocuklarına, belki torunlarına bile kırgınlıkları vardır ama; yine de hiçbirine kıyamaz.
Önünde kalan zamanın, çok uzun olmadığından emindir.. Eski dostlarının çoğunu öbür dünyaya yolcu etmiştir . Yüreği nasır bağlamış, hatta ölümü kanıksamıştır bile. O, giden dostlarına rahmet dilerken, geride bırakacağı yakınlarının güven içinde olduklarını bilmek ister.
Ah bu yaşlılar var ya! Bu yaşlılar! Saçlar ağarmış, kaslar sarkmış, eklemler gevşemiş, kemikler incelmiş olsa da; yüreklerinde, ağaca, ota, buluta, güneşe verilecek sevgi, hacmi küçülen beyinlerinde sır dolu , birikim dolu, bir kara kutu vardır.
ULVİYE KARA AKCOŞ