Kadın, en az kendisi kadar yaşlı olan kadife koltukta hareketsizce oturuyordu. Kafası önde, yorgun bakışları ise oyalı eteğindeydi.
“Bu etek benim değil ki?” diye düşündü. Kim giydirmişti bunu ona. Başını yavaşça kaldırdı ve küçük odada gezdirdi fersiz, mağrur gözlerini. Eşyalar da en az eteği kadar yabancı geldi algısına. “Neredeyim ben?” diye fısıldadı, sadece kendisi duydu yaşam enerjisinden yoksun sesini. Yerinden kalkmayı istedi ama çetin yılların eskittiği dermansız bacakları izin vermedi bu masum dileğine. Öylece oturdu yıllanmış ruhuyla. Bedenini de sarıp sarmalamış hüznüyle… Boyası dökülmüş vitrindeki fotoğrafa takıldı gözleri. Saçları lüle lüle, genç bir kadın vardı resimde; kucağında ise bir bebek. Bir de çocuk vardı onların önünde, ayakta. Çocuğun pantolonu yamalı, ayakkabıları yırtıktı fakat gözleri can ve ışık saçıyordu etrafına. Bu resim en ufak bir çağrışımdan bile uzaktı yaşlı kadın için…
Gün güneşliydi ve dışarıda keyifle oynayan çocukların ve ötüşen kuşların sesleri çalınmaktaydı kadının kulaklarına.
Bu sesler zihninin dehlizlerinden birkaç anıyı çıkardı yüzeye. Doğduğu köyü, çocukluğunu hatırladı kadın. Bir de canciğer arkadaşı Zeynep’i. Gençliğinin baharında istemediği bir adamla evlendirildiği için canına kıyan Zeynep’i… Kafasında tek bir anı vardı onunla ilgili. Annesinin yeni hazırladığı helkeden gizlice yoğurt yemeleri ve sonrasında babasından yediği kötek. Odunla vurmuştu kafasına. Zeynep korkuyla kaçmış, o ise kan revan içinde çeşmenin başına yıkılıvermişti. Kim bilir kaç dakika baygın halde yatmıştı orada.
Bu kötü hatıradan sıyrıldı kadın. Yavaşça kaldırdı derisi sarkmış elini, yüzünde bir yer kaşınıyordu ama kaşınan yeri bir türlü bulamıyordu. Birkaç dakikadır başının önünde durmakta olan elini umutsuzca indirdi ve dizine götürdü. Yeni bir anı sızmıştı şimdi de zar zor varlığını korumaya çalışan bilincine. O da, bahtsız arkadaşı Zeynep gibi istemediği bir adama verilmişti; sanki o köyde bu bir gelenek gibiydi… Yaşı daha on dörttü ve gerdek gecesine kadar müstakbel eşini görmemişti bile. Duyguları, düşünceleri, ne hissettiği sorulmamış, iki inek parasına satılmıştı. İlk gece utanmış ve korkmuş, bir türlü soyunamamıştı. Tanımadığı bir adamla birlikte olmak şöyle dursun, üstüne üstlük dayak yemişti. Sonrası malum; zorbalıkla geçen bir ömür…
Ne zaman bu anılar aklına gelse oturduğu yerde bir ıslaklık ve sıcaklık hissediyordu kadın, ama buna bir anlam veremiyordu.
Kapı açıldı ve elinde bir bardak suyla bir adam göründü. “Bu adam da kimdi?”
“Hadi ilacını iç!” dedi adam, kadının ağzını açtı ve ilacını verdi.
“Ah be güzel anam! Gene altına kaçırmışsın…”
SON