Emanet
Günler süren yolculuktan gece yarısı döndüğünde önceden haberli olan Asiye’nin uyumadığını, onu beklediğini gördüğünde bütün yorgunluğu adeta uçup gitti. Heyecanlandı, sanki eve ilk yolculuğundan dönüyordu. Kapı açılıp içeriye girince yollar boyu biriktirdiği özlemle sıkıca sarıldı Asiye’ye; burnunu saçlarına derince gömüp kokusunu içine çekti. “Özledim be” dedi. Gece boyunca kirpikler birbirine kavuşmadan hasret giderdiler.
Gün aydınlanmış, sokak insan sesleriyle dolmuştu. Halit’in yol yorgunluğunu ve gecenin uykusuzluğunu üzerinden atmak için yataktan çıkmaya pek niyeti yoktu. İyice dinlenecekti. Kalkmaya çalışan Asiye’yi güçlü kollarıyla kendisine doğru çekti. Asiye’nin gönülsüz kurtulma çabası boşunaydı. Mengeneye sıkışmış fakat halinden memnundu. “Bırak şimdi çocuklar uyanacak bizi böyle görmesinler” diyerek mengeneyi çözdü. Lügatinden acele sözcüğünü çıkarmış bir insan sakinliğiyle giyindi. Halit, koynundan usulca kalkan Asiye’nin kapıdan dışarıya süzülüşünü uykuya hasret gözlerle izlerken duyumsadığı mutlulukla yatakta bıraktığı sıcaklığa gömülüp kaldı. Nasılsa az sonra kahvaltıya çağıracaktı. İyi ki almıştı Asiye’yi.
Yeniden uykuya dalmak üzereyken telefona gelen mesaj sesi uykusunu biraz araladı. Aldırmadı, uyuyacaktı. Telefona kısa aralıklarla iki üç mesaj daha düştü. Sabahın bu saatinde, diye düşündü; bunu hayra yormak istedi. Sonunda merakını yenemeyip kalktı; komodinin üstünde gecenin telaşıyla unutulmuş olan telefonu alıp baktı. Kuzeni Âdem’den gelen üç mesaj… İyice meraklandı, kafası karıştı. Mutlaka bir sorun vardı. Ama ilk mesajı okuduğunda gözlerine inanamadı, zihni karmakarışık oldu. Yeniden adeta heceleyerek okudu: “Seni çok özledim, bugün sana geleceğim.” Bir kurşun beynin tam ortasından geçti sanki. Olamaz dedi, bu olamaz! Sonra ikincisini okudu. “ Olmaz diye nazlanma, biliyorsun nazlandıkça seni daha çok istiyorum, yaz; bekliyorum.” Halit’in yüreği mengeneye sıkışmış gibi daralmaya başladı, tepeden tırnağa tüm vücudunu ateş bastı. Demek Asiye kendisine ihanet ediyordu hem de namusumu teslim ettiğim şerefsiz Âdem’le… Üçüncü mesajı okumasına gerek kalmadı kabarıp sönen kalp emoji idi. Artık öfkesi kınına sığmaz olmuştu; adeta top gibi gümledi. “Asiyee, ulan Asiyee, hangi cehennemdesin kahpenin dölü, çabuk buraya gel!” Mutfağa doğru hızla birkaç adım attı. Asiye, beklemediği bu haykırışın felaketin habercisi olduğu bilinciyle, dualar sıralayarak koşmuştu. “Ne oldu Halit’im?” sözcüklerini ağzında dökülürken, odanın kapısında burun buruna geldiler. Halit’in her uzvu yanardağ misali ateş püskürüyordu. Elindeki telefonu bir eliyle Asiye’nin gözüne sokar gibi tutmuşken diğer eliyle kadının boğazını sıkıca tutup nefessiz bırakmıştı. Artık ne yaptığını kendisi de bilmiyordu. “Bu mesajlar neyin nesi? Söyle nasıl yaptınız bunu bana?” Sertçe duvara itti karısını, aynı anda sıkı bir tekme savurdu. Asiye’nin omurgası çatlıyordu. Şimdi odanın içinde kafesteki vahşi hayvan gibi dört dönüyor, duvarları yumrukluyor, önüne gelen eşyaları tekmeliyordu. Zapt edilmesi olanaksız fırtına gibi esiyordu.
Asiye, çarptığı duvarda adeta iz bırakarak, sırtından ciğerlerine işleyen ağrılarıyla yere doğru çömelirken dipsiz kuyuya düşmüş gibi can havliyle tutunacak bir çıkıntı arıyordu. Yüzü kireç beyazına dönmüştü. O kadar hazırlıksız yakalanmıştı ki, telefonu yatak odasında unuttuğunu o an hatırladığından biraz önce omurgasını çatlatan duvarların üstüne yıkılmasını diledi. Ödenmesi gereken ağır bir bedelle karşı karşıya olduğunu anında kavradı. Çaresizdi. Âdem’in ateş saçan gözlerindeki öfkenin büyüklüğü karşısında dili çözüldü. “Ben, ben bin pişmanım, inan böyle olsun istemedim, beni zorladı hem de çok. Senin bizi ona emanet etmenin bahanesine sığınarak yokluğunda hep geldi. Her seferinde de sıkıştırdı, olmaz dedim. Israr etti, kene gibi yapıştı bana. Bir kez çocukların yokluğunda, yalnızken geldi. Sarıp sarmaladı. Boş bulunup nefsime yenildim, sonrasında da yakamı kurtaramadım. Tehdit etti; onunla olmazsam seni aldattığımı herkese yayacağını, birlikteyken çektiği fotoğraflarımı sana yollayacağını söyleyerek umarsız koydu. Ben de hatamın bedelini onun isteklerine boyun eğerek ödemek zorunda kaldım. Bırak bulaştığım bu pisliği ben temizleyeyim, sen karışma. Affet, ne olur beni affet diye yalvardı.”
Duydukları Halit’i, sakinleştirmek yerine daha da öfkelendirdi. Asiye’yi saçlarından kavrayıp kaldırdı. Suratına sağlı sollu birkaç tokat yapıştırırken, neresine geleceğine aldırmadan tekmeler savuruyordu. “Belki de çocuklar da ondandır ha, ne dersin? Kalk yüzleşmeye gidiyoruz. Bunun hesabını o alçaktan soracağım” dedi.
Asiye’nin itiraz edecek takati de, yüzü de yoktu.
Halit, onu boş bir çuval gibi sürükleyerek evden çıkardı. Bir koşu kamyonun torpido zulasına sakladığı tabancasını aldı, şarjörünü kontrol ederek beline taktı. Karısının “Yapma etme kurban olayım. Bırak, biz ettik sen etme!” yakarışlarını duymuyordu. Gürültüye çıkan komşusundan kendilerini derhal sanayideki kamyon garajına götürmesini rica etti. Anında karar değiştirip arabanın anahtarını alarak Asiye’yi arka kapıdan hızla arabanın içine itti. Komşusu zorlukla ön koltuğa oturabildi. Öfkenin nedenini yolda anladı komşusu ve sakin olmasını istedi Halit’ten. “Biliyorum yengeyi çok seversin, eminim ki o da seni seviyordur. Âdem, bir itlik etmişse yüzüne tükürürsün. Rezil ederiz cümle âleme; insan içine çıkamaz hale gelir. Kovarız mahalleden defolup gitsin utancıyla yaşasın” dedi. Halit, kulaklarını tıkamıştı tüm yalvarışlara. “Yüzleşeceğiz” diyor başka bir şey demiyordu.
Arabayı o denli kontrolsüz kullanıyordu ki savrulup duruyorlardı. Bir kamyonu son anda adeta yalayarak geçtiler. Komşusunun uyarılarını duymuyor, yolu defterdeki çizgiyi siler gibi geride bırakıyordu. Sabahın tenhalığı olmasaydı kamyon garajına varmadan katil olması işten bile değildi.
Yol boyu hıçkıra hıçkıra ağladı Asiye. Hızlanan arabanın kaza yapması için dua etti. Ölmeyi hak etmişti. Günahkârdı. Diğerlerinin kurtuluşunu kendisinin ölümünü dilerken yaşadıklarını sorguluyordu. Nasıl yenilmişti nefsine, kocasının uzun süren yolculuklarını Âdem’in fırsata çevirmesine neden razı olmuştu? Üstelik Âdem’in ne kadar tıynetsiz biri olduğunu da çok iyi biliyordu. “Bir tanem, ciğerparem ilk ve son sevdiğim” dediği Halit’e bunu nasıl yapmıştı; aklı almıyordu. Köpekler gibi pişmandı, kendisinden utanıyordu. Ölmek tek çare diye düşünüyordu. Nitekim bir itiraf mektubu yazmış sürekli giydiği montunun cebine sokmuştu. Bu pisliği temizlemekten başka çare yoktu. Neden bekledim, ne halt ettim diyerek kendisini sorgularken dudaklarından “Halit ben yalnız seni sevdim, onu hiç sevmedim, bir hata ettim, günah işledim, bağışla. Bağışladığını söyle sonra istersen öldür” sözcükleri döküldü. Arı vızıltısını geçmeyen sözcükler arabanın motor gürültüsü arasında kaybolup gitti.
Oturduğu dükkânın camından Halit ile Asiye’yi gören Âdem, sabah peş peşe attığı mesajların görüldüğünü kavramakta gecikmedi. Telaşla kalktı ne yana kaçacağına karar vereme zamanı bile olmamıştı; gelenler o sırada dükkânın kapısından içeriye daldı. Birkaç saniye öylece yüz yüze kaldılar. “Ağabey hoş geldin.” Çıkış için bir gedik açmayı denemişti. Halit gürledi: “Hangi yüzle karşıma çıkıp utanmadan ağabey diyorsun? Namusumu emanet ettim, karımı ayartmaya utanmadın mı? Sende onur, şeref, izzetinefis denen şey yok mu utanmaz köpek?” diye bağırdı. Âdem kendini savunacak durumda değildi. Kem küm etti bir iki. Fakat her şey ortadaydı, saklayabileceği bir şeyi de yoktu. Yapacağı tek şey kalmıştı. Suçu karşı tarafa yüklemek… “Karın istedi” diye diklendi. “ Yoluma çıkıp eve davet etti. Ben ne yapayım? Hem sor kendisine yalnız benle mi yatmış, mahallede yatmadığı adam kalmış mı? Kendini kurtarmak için de suçu bana atıyor. O istedi ben de hayır demedim. Erkek olsaydın karına sahip çıksaydın!”
Halit beyninden vurulmuşa döndü. Sonrasını dinleyemedi. Asiye’nin “Yalancı, alçak, iftiracı” sözlerini duyan dahi olmadı. Bir akraba düğününde görüp âşık olduğu ve almak için yıllarca köşe bucak peşinde koştuğu Asiye neler yapmıştı. Saçının her teline kurban olduğum dediği, göz göze geldiklerinde sanki yıllardır yatağını paylaştığı kadın değilmiş gibi yeni yetme bir heyecana sürükleyen, içini eriten Asiye’si bu kadar mı alçaktı? Sevdiği kadın bu muydu? Kontrolünü kaybetti elini belindeki tabancasına götürdü, yapma, etme çığlıkları arasında doğrulttu silahını Âdem’in kafasına iki el ateş etti. O, kanlar içinde yere yığılıp kalınca, bu kez de tabancası hala elinde, diğer eliyle Asiye’yi sürükleyerek biraz ileride bıraktığı arabanın arka koltuğuna bir paçavra çuvalı gibi fırlattı. Çevredekilerin şaşkın bakışları arasında kendisi de arka koltuğa oturarak anahtarı komşusuna uzattı: “Haydi sür” dedi.
Halit, Asiye’ye dönerek “O alçağın dedikleri doğru mu beni kaç kişiyle aldattın çabuk cevap ver, çabuk!” diye üsteledi. Yaşananlar karşısında korkudan dili tutulan Asiye kekeleyerek “Yalan, vallahi billahi yalan, sadece o, başkası yok” diyebildi.
Halit’in içine düşen kurt, dağ kadar büyüdü. Kemirdi yüreğini bitirdi, beynine yürüdü, parçaladı. O sabah yaşadıkları dev bir çınar ağacını içten içe çürüten, ilk fırtınada yerle yeksan eden kanser gibi yedi bitirdi Halit’i. Demek ki yalnız Âdem değil, ben yollarda onun hasretiyle yanarken, o burada her gün başka biriyle…
“Dur dedi komşusuna, derhal dur!”
Araba zınk diye durdu. Halit, Asiye’yi kolundan tuttuğu gibi arabadan dışarıya çıkardı. Ağlıyordu şimdi. “Çok sevdim seni, hem de çok. Bunca yıldır çıktığım her yolculukta sana dönmek için gecelerimi gündüz eyledim, dur durak bilmeden bütün yollarımı sana çevirdim. Başka hiçbir kadının tenine dokunmadım, sana sadık kaldım. Kadınımdın. Sen sevgimi kirlettin,” dedi.
Tabancanın namlusunu karısının şakağına dayadı: “Bana bunu yapmayacaktın.” Tetiğe dokundu. Kadının cansız bedeni yolun ortasına devrilip kaldığında tabancanın namlusunu…