Ne çok hayaller kurar insan. Bazen kendini bir masal gibi aşkta, bazen de çok başarılı olmuş bir işte görür. Hatta çoğu zaman bunun gerçekleşmesi için dualar eder. Peki gerçekten hayallerindeki şey onlardın istedikleri şey mi? Düşleyip dilediği imge gerçekleştiğine o an onu istemediğini anladıklarında hissettikleri şey; hayal kırıklığı. Nasıl da güzel geliyor düşlerinde insana onca şey. Sanki gerçekleşse tamamlanacak dünyanın en mutlu insanı olacak. Bütün sıkıntıları çözülecek tüm sorunlar yok olacakmış gibi.
Nazlı’da hayallerinin kurbanı olanlardan biriydi. Üzerinde aylar öncesinde hayal ettiği beyaz gelinliğiyle aynadaki yansımasına bakıyordu. Bu gelinliği aldırmak için çok dil dökmüştü. Kenardan sarkık kolları ve göğüs kenarlarındaki boncuklardan ziyade kabarık dantelli eteği etkilemişti Nazlı’yı. Al beni diye bağırmıştı resmen. Tabi şuan içindeki sıska vücuduyla pek de istediği görünümü alamamıştı. Üstelik nankör gelinlik daha birkaç saat önce kenardan bir leke ile kirlenmiş Nazlı’nın içine dert eklemişti.
Kısa saçlarıyla derme çatma toplanan topuzundan birkaç tel direnerek dışarıya çıkmıştı ancak o artık bunu umursayamayacak kadar bitkindi; tüm saçı bozulacak olsa dahi. Ağlamamak için zor duran kızarmış gözleri aynadaki kişiye sorgularcasına bakıyordu. “ Bu muydu hayalin?”
Pek çok kez düşlemişti bu günü. Olacakları defalarca hayal etmişti. Bir işe girecek, seveceği biriyle tanışacak ve onunla evlenecekti. Böylece vasat olarak gördüğü ailesinin psikolojik şiddetlerinden kurtulacaktı. Çocukluğundan beri hiçbir okul gezisine katılmamış, kendi bulunduğu şehirden başka bir yer görmeyen ki bulunduğu yeri de gezdiği pek söylenemeyen biri olarak balayına çıkmak, evlendikten sonra istediği yeri gezebilmek onun beklide imkânsız derecede güzel düşlerinden biriydi. Kemal ile işten sonra gizli buluşmalarına, ailesi görecek korkusuyla saklanmalarına gerek kalmayacaktı. Bu yüzden evlenmeliydi. Ve düğün Nazlı’nın tam istediği gibi olmalıydı. Ya şimdi? Şimdi o gündeydi, ama neden içinde böyle bir his vardı?
Kabarık gelinliğin uçları yerde sürterek yatağa doğru ilerledi. Gelinliğin vücudundan daha ağır olduğunu unutarak kendini yatağa doğru attı. Neredeyse yere düşecekken sağ eliyle yatağın başlığından destek alarak kendini düzeltti. Düşecek olsaydı belki de yerinden hiç kalkmadan içi dolu bir tır çarpmışçasına yerde uzanacaktı. Daha rahat ve daha güvende hissedecekti belki de. Bu düğüne son vermek için bir bahanesi olurdu hiç değilse. Nede olsa bileğinin incinmesi bir düğünü durdurma sebebi olabilir.
Son defa vedalaşırcasına yastığını kollarının arasına aldı ve sımsıkı sarıldı. Bu yastık gözyaşlarının torbasıydı. Tüm dertlerini, acılarını ıslak damlalarla bu mavi pamuğa biriktirmişti. Yağmurun yağmasıyla tavandan kafasına dökülen damlaları saymazsak tabi. Odasına son kez bakıyordu sanki. Buradan kurtulmak için çok dualar etmişti. Yatağın başındaki masadan, masanın üzerindeki ortaokuldan beri kullanmadığı ama çöpe atmadığı kalem kutusundan, bulaşık yıkadıkça büzüşen ve kuruyan parmaklarını yumuşatmak için azar azar kullanmak zorunda kaldığı el kreminden ve yarısı bitmiş renkli iplerin olduğu dikiş kutusundan bir gün öncesine kadar nefret ediyordu. Belki okurum ümidiyle aldığı aşk romanını ve belki kullanırım diye atmadığı gazoz kapaklarını daha dün görmek bile istemiyordu. Ancak şuan onlardan ayrılma düşüncesi tan bir facia gibiydi.
Tahta kapı sert bir gıcırdama sesiyle açıldı. Nergis hanım homurdanarak elindeki tabağı kapının hemen solundaki tahta sehpaya koydu. Sehpanın üzerindeki dağınıklık dikkatini çekti. Kenarları yıpranmış siyah kurabiye kutusunun üzerinde renkli lokumlarla dolu pembe kapaklı bir kavanoz, kavanozun önünde ise çay tabağının içine koyulmuş bir kurabiye ve iki minik çikolata vardı. Kurabiye kutusunun sağında kavanoz kapağının tonunda ıslak mendil paketi; solunda kenarları delikli bir peçetelik korkunç bir şekilde düzensiz duruyordu.
“Bunları buraya kim getirdi?” diye sordu çatallı bir ses tonuyla.
Nazlı onu duymazdan gelerek cevap vermedi. Annesinin bu temizlik takıntısı asla son bulmayacaktı. Oysaki bunlara bu denli taktığı kadar kocası Halil beyin paragözlüğüne kafa yorsaydı hayat günlük güneşlik olacaktı. Kocası tarafından bilinçaltına yerleştirilen güvensizlik, korku ve yetersizlik ağlısı Nergis hanımda temizlik hastalığı oluşturmuştu. Yaz aylarında içeriye toz girmesin diye pencereyi asla açmaz, kışın ise yağmur yağmasına rağmen pencereleri silerdi. Uykusuzluktan ve yorgunluktan morarmış gözaltları aslında her şeyi anlatıyordu. Evlilik gerçekten böyle bir şey miydi? Halil bey, cahil bakış açısıyla hiç iyi kelime çıkmayan dişsiz ağzından her gün Nergis hanıma lanetler okurdu. Yerinden kalkmaya üşenen oğlu kadar tembel biri olarak bir insanın çalışmasını küçümsemesi pek de anormal sayılmazdı. Tekrar babasından ne kadar iğrendiğini hatırladı fakat bazen Kemal’in babasına ne kadar benzediğini düşünmesi midesini bulandırıyordu. Her kız babasına çok benzeyen bir adamla evlenir demişlerdi. Bunun ne kadar doğru olduğunu fark etmesi çok uzun zamanını almadı.
“Neden oturuyorsun? Cevap verdiğinde yok. Kocana bu şekilde mi davranacaksın?” Sorma biçimi küçümseyiciydi.
Nazlı kendi kendine konuşmama kararı almış gibi sadece kafasını sallamakla yetindi. İçinde kıyametler koparken bir de annesi ile uğraşamayacaktı.
Nergis hanım Nazlı’nın bu haline endişelenmeye başladı. Daha düne kadar evlenip bu evden kurtulmak isteyen kızının neden şuan bu şekilde ölü gibi oturduğunu anlamlandıramıyordu. İçine bir korku düşünce hızlıca Nazlı’ya koştu ve önünde eğildi.
“Neyin var? Kemal bir şey mi dedi?” “Adamı sinirlendirdin tabi, ismin gibi nazın bitmedi adama karşı. Şu oldun bu olsun diye diye kafasının etini yedin. Ne yapsın çocukcağız, isyan eder tabi.”
Sinirli miydi yoksa endişeli mi belli değildi. Aslında yalvarırcasına bakıyordu Nazlı’ya. Gitmesini, kendisini bu evden kurtarmasını istiyordu. Ama farkında değildi ki kızını bir cehennemden alıp başka bir cehenneme atıyordu.
“Anne!” diye boğazından düğümü bozulmuş bir kelime çıktı Nazlı’nın.
“Özür dile hemen Kemal’den. Daha fazla bir şey istemeyeceğim, nazlanmayacağım, sen ne istersen o olsun de.” diye emretti annesi.
“Ben evlenmek istemiyorum.”
Nergis hanım oturduğu yerde evin başından aşağı döndüğünü hissetti. Bir an korkudan duracakmış gibi sıkışan kalbini tuttu. Saniyelerce yanlış duşmuş olmayı diledi. Kızına hiçbir şey söylemeden ayağa kalktı ve kendine gelmesi umuduyla bir tokat attı. Tam Nazlı bir şeyler söyleyecekken buna izin vermeyerek arkasına döndü.
“Bunu sen söylemedin ben de duymadım. Düğün başladı, birazdan çıkacaksın. Tüm akrabalar burada.” Yutkundu. “ Eğer baban tarafından canından olmak istemiyorsan kendine çeki düzen ver. Şimdi ben gidiyorum, geri döndüğümde kendine gelmiş ol.”
Titreyen bacaklarıyla odadan çıkarken kapıyı bilerek sert çarpmasıyla Nazlı yerinden zıpladı. Birkaç dakika önce isteyerek evleneceği yerde şimdi mecbur bırakılıyordu. Roller ne ara değişmişti anlayamadı. Ancak annesi haklıydı. Tüm herkes toplanmıştı ve ailesinin rezil olması demek psikolojik gerilimin daha fazla artması demekti. Dışarıdaki davul sesi ve misafirlerin gürültüsü ne yapmak istediğini düşünmesine engel oluyordu. Düşünemiyordu, konuşamıyordu ve asla evlenmek de istemiyordu. Gitgide duvarlar üzerine doğru gelmeye başlamıştı. Nefes almakta zorlanınca kapıya doğru ilerleyip kapıyı açmak istedi ama Sema’nın içeriye girişi bunu yapmasına gerek bırakmadı.
“Çok heyecan verici, herkes burada.” İçeriye dalar dalmaz aynanın karşısına geçti ve buruşan bir yeri var mı diye üzerini yokladı. Parmaklarıyla düz saçlarını tarayıp sanki gelin oymuş gibi etrafında bir tur döndü. “Nazlı ya çok şanslısın. Ben de hep böyle bir düğün hayal ediyorum.”
“Ne demezsin.”
“Neyin var? Bir şey mi oldu?”
“Yok. Sadece gerginim.”
Sema en yakın arkadaşıydı, Kemal’i onun sayesinde tanımıştı. Nazlı’ya kendi çalıştığı yerde iş bulmasaydı, şirketin müdürü Kemal bey ile Nazlı’nın bir araya gelmesi imkânsız olurdu. Tabi şuan bunun artık iyi bir şey olup olmadığını sorgularken buluyordu kendini. İlk zamanlar Kemal çok zarif ve düşünceli biriydi onun için. Onunla olmayı hayal etmekten geri veremiyordu. Ancak onunla uzun süre beraber olduktan sonra hiç de düşündüğü gibi mükemmel olmadığını anlamıştı. Tikleri, takıntıları ve bazen Halil bey gibi at bakışlarıyla konuşması Nazlı’yı tiksindirmeye yetmişti. O çok istediği adamla şuan zorla evleniyor olma düşüncesi Nazlı’yı çıldırtıyordu.
“Duyduğuma göre Kemal’in kuzeni de gelecekmiş. Çok yakışıklı ve harika bir çocuk bence, belki de kendime ayarlayabilirim.”
Nazlı, arkadaşına hiç de hayal ettiği gibi olmayacağını bilen gözlerle baktı. Sonucunun ne olacağını biliyordu. Sema’da hayallerine ulaştıktan sonra bu gergin sürece girecekti. İstemediğini fark edecek ve nasıl bir çıkmaza girdiğini sorgulayacaktı. Ancak Nazlı’nın bunları ona söylemeye mecali yoktu. Sadece üzülerek gözlerini kırptı.
“Bana bir iyilik yapıp bir bardak su getirebilir misin?” diye sordu iç çekerek.
“Emredersiniz gelin hanım.” Küçük bir kahkaha atıp prenses edasıyla yürüyerek odadan çıktı.
Nazlı yine yalnız kalmanın verdiği mutlulukla ne yapacağını düşünmek için küçük odada birkaç adımlık yerde adımlarıyla tur atmaya başladı. Buna bir son vermeliydi. Eğer vazgeçecek olursa birçok kişiyi karşısına alırdı ki çok da mutlu olmayan işkenceli hayatına daha büyük sorunlar eklerdi. Ancak devam ederse de ömrü boyunca istemediği bir şey yapmış olacaktı ve bunun geri dönüşü olmayacaktı. Durdu.
“Ne yapacağım ben?
Annesi kapıyı çaldı ve kapının arkasından bağırdı. “Herkes seni bekliyor.”
Ölü gibi donuk bedeni zar zor taşıyabildiği gelinliği yerde sürüyerek kapıya yaklaştı. Artık her şey bitmişti. Seçeneği kalmamıştı. Son kez derin bir nefes alarak hayal ettiği cehenneme merhaba demek için kapıyı açtı.
Yazan: Elif Kahriman