Kardeşlerinin en büyüğüydü
Sadece kardeşlerinin değil mahallenin de abisiydi Murat
Genç yaşlarda başladı yaşam mücadelesine
Azmin, dik duruşun ve fedakarlığın temsilcisi gibiydi
Babasını çok erken yaşta kaybettiği için erken büyümek zorunda kaldı
İki kardeşine ve annesine bakmak zorunda olduğunu düşünüyordu
Okulunu da bu yüzden bıraktı
Bu bir kader miydi yoksa kadere isyanın dik duruşu mu?
Annesi onu okutmak istese de o bu sorumluluğu tek başına annesinin omuzlarına yükleyemezdi. Nede olsa evin en büyük erkeği oydu ve bu iş ona düşer diye düşünüyordu.
Murat’ın hayatı eksik parçaları olan yapboz gibiydi. Hep bir parçası eksikti ve eksik kalacaktı. Mahallede herkes onu sever ve sayardı. Babasız çocuklara onu örnek olarak gösteriyorlardı. Zaman çok hızlı akıyordu. Çocukluk, gençlik, delikanlılık derken tüm zamanları tek bir amaç uğruna harcadı ve tüketti.
Evlenme yaşını çoktan geçmişti. Onun için öncelik hep annesi ve kardeşleriydi. Onunda kız arkadaşları oldu elbette. Evlenmeyi de istedi ama kızların hiçbirisi annesi ve kardeşleri ile yaşayan ve onlara bakmak zorunda olan biri ile hayatlarını birleştirmek istemediler…
Murat önce kız kardeşini evlendirdi sonrada en küçük kardeşini okutmak için üniversiteye yazdırdı. Geçen zaman içinde annesini de bir hastalık sonucu kaybetti. Bu olaydan çok etkilense de o güçlü olmalıydı. Hep ayakta kaldı kalmak zorundaydı…
Küçük kardeşi Suat çok çalışkan ve başarılı bir çocuktu ve ilerde çok iyi yerlere gelecekti. Murat kardeşini çok önemsiyor onun başarısını kendi başarısı gibi görüyordu. O, tüm fedakarlıklarının ve özverilerinin meyvesi gibiydi.
Murat’ın yaşıtları evlenmiş hatta baba bile olmuşlardı. Evlenen arkadaşları ile eskisi gibi görüşemediği için günden güne daha da yalnızlaşmış ve içine kapanmıştı…
Küçük kardeş Suat üniversiteyi bitirecek, evlenecek sonra da kendisi bir yuva kuracaktı. Öyle plan yapmıştı kendisi ve kardeşi için. Bu acıların bir sonu olmalıydı. İçine attıklarının, zihnine kazınmış tamir siz hasarların, kaybedilen zamanların… toparlaya bilir miydi? Kolay olmayacaktı elbette ama hayal kurmakta yasak değildi ya..
Kader bazen bizi hiç istemediğimiz durumlara sokar ve kurtulmak öyle hiç kolay olmaz. Murat asla kendisi için yaşamadı. Hayatını sadece annesine ve kardeşlerine adadı.
Yapılan bu fedakarlığın ve özverinin çok onurlu bir davranış olduğunu düşünürüz. Onu bir kahraman olarak görürüz elbette. Sonrasında ödenecek faturanın kime ne getireceğini bilmeden. Büyük resmi görmeden…
Bu kadarda olmazdı, olmamalıydı
Murat’ı yıkan o elim kaza da mı kaderdi?
Yoksa kötü talih mi?
Üniversite son sınıfta ki kardeşini hayattan koparan, Murat’ın bütün umutlarını ve onca fedakarlıklarını bir anda yok eden elim kaza. Önce babasını, sonrada annesini kaybetmişti ama yine de yıkılmamıştı. Bu kayıp onun için çok daha ağır olmuştu. Kız kardeşinin desteği olmasa ne yapardı oda bilmiyordu ama artık tesellilerin de faydası kalmamıştı.
Nereye gideceğini bilmeyen yelkensiz bir gemi gibi hissediyordu okyanusun ortasında
Şimdi önünde kocaman bir boşluk ve yalnızlık
Son diye bir şey var mıydı?
Ve o son neresiydi, o da bilmiyordu…
Yıllar sonra okuduğu bir kitapta şöyle yazıyordu:
“Dünya bir oyun sahnesidir. Tanrı insanlara roller verir. Kiminin evladı, kiminin babası, kimin kardeşi, kiminin de arkadaşısınızdır. Bu roller uzar gider…
Başkalarının rollerini üslenirsek hiçbir sorunu çözemediğimiz gibi üslendiğimiz rolün yerini de dolduramayız. Sadece kendimize değil iyilik yaptığımız kişilere de zarar vermiş oluruz. İnsan hayatta hep kendi olmalı ve kendi rolünü oynamalı. Aksi halde ortada oynanacak bir rol de kalmıyor.”
İnsan düşünmeden edemiyor
Murat’ın yaptığı fedakârlık gerekli miydi?
Gerçekten başka çaresi mi yoktu?
Bu fedakarlıkları ondan annesi ve kardeşleri mi istedi? Yapmasa daha mı iyi olurdu?
Bu soruların cevabını hayatın akışında kaderin bizi götürdüğü yer belirliyor genelde
Ancak
Doğru tekdir ama tercihler kişiye özeldir…

