Benim adım… (…)
Neden mi üç nokta koydum? Çünkü noktanın yerine ne gelmesi gerktiğini bilmiyorum. Ve çünkü adımın yerine kullanılan o kadar çok etiket var ki –tembel çocuk, çalışkan kız, başarısız, başarılı vs.- bir süre sonra adımı unutur oldum.
Sahi neydi adım?
“Bu sonuç berbat ötesi. Bıktım artık başarısızlığından,” diye bağırdı annem. Halbuki daha iki gün önce sınıf ikincisi olduğum için tebrik ediyordu. Tabii “Birinci olsaydın daha iyiydi ama neyse,” de demişti ama işte neyse…
“Ali’ydi değil mi?” diye sordu matematik hocam, bir başka gün. ‘Hayır,’ diyemedim. Ali ne de olsa sınıfın birincisiydi ve öğretmenin aklında kalan tek isimdi. (Zaten akılda kalanlar hep en başarılı insanlar değil miydi?)
“Ya başarılısındır ya da başarısız, ortası yok tamam mı?” Bunu kimin söylediğini hatırlamıyorum. Annem mi yoksa babam mı? Ah tabii bir de akrabalarım vardı belki onlardan biri söylemişti –belki de halamın doktor olan kızı ya da amcamın mühendis olan oğlu.
“Sen iyi misin?” Bu soruyu soran benim. Kendime soruyorum çünkü benden başka kimse iyi olup olmadığımla ilgilenmiyor.
“Evet sanırım iyiyim,” diyorum aynadaki gözleri kan çanağına dönmüş yansımama. Rengim sararmış, alnım kırışmıştı. O da ne, saçımda beyaz mı çıkmış?
“Kiminle konuşuyorsun?” diye soruyor rehber öğretmenim. Bir an nerede olduğumu hatırlayamadan etrafımı kontrol ediyorum. Okul tuvaletindeymişim. Ne diyeceğim şimdi? Kendi kendime konuştuğumu söylesem deli olduğumu düşünüp beni psikoloğa ya da psikiyatriste yönlendirebilir.Ya da en kötüsü bildiğim cümleleri sanki hiç bilmiyormuşum gibi tekrar edebilirdi –başarılı olmak için şunu yapmalısın, stresliysen bunu yapmalısın vs.- Gerçi arada bir halimi hatırımı da soruyordu. Sağ olsun.
“Adın neydi senin?” diye sordu. Cevap veremedim. Utandığımdan konuşmadığımı sandı ama ben konuşamıyordum çünkü cevabını bilmiyordum. Ve inanır mısınız cavaplayamadıkça boğazım düğüm düğüm olmaya başlıyor, nefes almakta zorlanıyordum. Acaba gerçekten stres mi yapmıştım?
“Yavaş ye evladım, yavaş ye. Arkandan at mı koşturuyor?” diye uyardı ninem beni. Halbu ki sınav esnasında ‘Hızlanın!’ diye bağırmıyorlar mıydı? Yavaş demek başarısızlık demek değil miydi? Tam olarak nereyi kaçırdım acaba?
“Senin neyin var anlat bakem,” diyerek elini omzuma koydu. İçimden ‘bakayım’ diye düzeltmeye çalışırken duygularım kenara çekilmişti. Neyim olduğunu anlatmadan önce soruyu anlamalı, sonra sorudaki yazımı yanlış kelimeleri düzeltmeli ve sonunda cevap vermeliymişim gibi hissediyordum.
“Ailemin iyiliğimi istediğini biliyorum,” dedim. Bunu inanarak söylemiştim. “Ama iyiliğimi benden daha çok istemeleri garibime gidiyor.”
“Senin anan okusun diye ben ne saçlar döktüm sen bilir misin?”
“Biliyor musun,” diye istemsizce düzelttim.
“Eh işte ondan. Nerden bilem ben doğrusunu eğrisini. Bizi okutan mı oldu da öğreneyim,” diye sitem etti ninem. (Buruş buruş olmuş elleri, mahmurlaşmış gözleri diye size burada betimleme yapmayacağım. Zaten konum bu değil.) “Hayde kalk, bi’ kağıt, bi’ de kalem getir bakim. Adam asmaca oynayacağız.”
“Adam asmaca mı?” diye hayretle sordum. Şimdi bunun sırası mıydı?
“Ninecim…” diye tam itiraz edecekken, “İkiletme beni,” diye diretti. Ah şu yaşlılar. İnatları tuttu mu kurtulamazsın. El mâhkum çantamdan kalem ve kağıt çıkardım.
“Şimdi çiz bakem oraya bir çöp adam.”
Çizdim.
“Şimdi bunu anana ver ve şunu söyle: Benim adıma verdiğiniz her kararda bir çizgi çizin ve çöp adamı astığınızda bana haber verin.”
Ne işe yarayacaktı bu? Hem kabul etmezlerdi ki. ‘Böyle saçma şeylerle oyalama bizi,’ diye bir de azar işitirdim. Ancak nineme karşı gelmek de yürek ister. Aramızda kalsın tersi pistir. Yaşından dolayı olduğunu düşüneceksiniz ama değil; annem anlatırdı, gençliğinde de böyleymiş.
“Bu ne?” diye sordu babam, uzattığım kağıdı alırken. O sırada gözlerimi kaçırıp ninemin söylediklerini aynen tekrar ettim. Kabul etmezler sandım ancak aldı ve odama gitmemi söyleyerek ilk çizgiyi çekti. Şaşkınım. Bu gidişle gün bitmeden adamı asacaklardı.
“Dünyanın en zor mesleği öğrencilik mesleğidir diye düşünürdüm. Ancak çok sonradan anladım ki yanılmışım. Sevmediğin işi yapmak ve o işi yapmak zorunda olmak, işte en zor meslek budur. Annen ve benim amacım; ileride pişmanlık duyarak istemediğin bir mesleği yapmanı engellemek. Senin için doğru olanı yapmaya çalışıyorduk,” dedim kızıma, yıllar önce annemlerin bana söyledikleri gibi. Elinde, annemin ona çizdirdiği çöp adam resmi vardı ve benim babama yıllar önce söylediğim sözü söyletmişti. Ailemin yaptığının yanlış olduğunu düşünürken ben de onlar gibi davranmıştım.
Annem ve babam o zamanlar bir anda çok değişmişlerdi. İkinciliğime ve hatta üçüncülüğüme ses çıkarmamaya başlamış, beni her konuda desteklemişlerdi. Denemelerde düşük aldığımda kızmak yerine nasıl düzeltebileceğim konusunda yol göstermişlerdi. İlk zamanlar bu değişimin nedenini anlayamamıştım. Lakin bir gün; annemin odasına bir şey almak için girdiğimde çekmecelerden birinin içinde onlara verdiğim adam asmaca kağıdını gördüm. Ve çöp adamın asılmasına tek bir çizgi kalmıştı.


