Derek’in Hesabı
Bizim kasabanın tozu dumanı hiç eksik olmazdı o vakitler. Rüzgâr eser, tabelalar zangır zangır sallanırdı. O rüzgârla birlikte bir isim dolanırdı kulaklarda: Derek.
Kasabanın yetimiydi o. Babası Alvin, büyük bir şövalye kovboydu. Rivayet odur ki, bir av sırasında boz bir ayının pençesinde can vermişti. Alvin, oğlunu kendi gibi usta bir silahşor yetiştirmek isterdi; ama ömür vefa etmedi.
Derek o zamanlar daha on beşindeydi. Küçüktü ama yüreği koca bir dağ gibiydi. Babasız kalınca kasabanın küçük şefi, büyük kovboy Derek oluverdi. Küçücük yaşında öyle nişan alır, öyle tetiğe dokunurdu ki kimse onunla iddiaya girmezdi.
Her gün atının üstündeydi; ne yağmur dinlerdi ne güneş. Gözlerinde hep aynı ateş yanardı: intikam ateşi.
Kasaba halkı severdi Derek’i. Getireceği etlere muhtaçtık biz. Ne zaman ormana gitse, eli dolu dönerdi. Kurt, geyik, bazen ayı… Ne bulduysa getirirdi. Kasaba sofralarına et, Derek’in tetiğinden düşerdi.
Ama biz bilirdik: Derek ava değil, babasının hesabına giderdi.
O gün yine batan güneşin ardından, Derek’in atı göründü toz duman içinde. Öyle hızlı geliyordu ki kasaba ürperdi, yavaş yavaş içimizi korku sardı. Babam, “Neden bu kadar hızlı geliyor? Ne oldu acaba?” diye mırıldandı.
At önümüzde durunca savrulan tozlar gözlerimizi kapattırdı. Herkes Derek’e bakmaya çalışıyordu, gözlerimizi ovuyorduk.
Babam, “Evlat, ne yapıyorsun”? diye seslendi.
Gözlerimizi açtıktan sonra tedirgindik ama Derek, kucağındaki geyikle çok mutluydu.
Babam, “Seni böyle görünce korktuk. Hiç böyle gelmezdin evlat. Bu ne mutluluk, hayrola, ne oldu”? dedi.
Derek, atının üstünde bağırıyordu:
“Gördüm amca! Gördüm! Babamı öldüren ayıyı gördüm”!
Babam, “Evlat, in attan gel, bir anlayalım bakalım. Nereden belli o ayı? Buralarda bin bir çeşit hayvan var,” dedi.
Derek atından indi. Geyiği kasabanın meydanına attı. Üç beş kişi dışında herkes etten parça koparma derdine girdi. Derek mutluydu ama bir o kadar da öfkeliydi.
“Babama senin hediye ettiğin kolye ayının boynundaydı. Onu yaraladım ama bugün elimden kaçtı. Onu bulacağım”, dedi.
Babam “Bu olamaz! Bunca yıl geçti aradan… Kolye boynunda düşmeden nasıl durmuş? diye sordu.
Derek, “Bu şu demek: Babam ölmemişti, yardım bekledi. Sen de korktun, aramaya dahi gitmedin. Ve biz de inandık öldüğüne… Yas tuttum, ağladım. Babam yaşarken öylece izledin, sustun amca. Yarın ayının inini bulacağım. Her şey ortaya çıkacak.
Babam, “Evlat, ben nereden bilebilirdim? Biz bulduğumuzda kıyafetlerini parçalanmış halde, bulduk. Ölmüştür diye düşündük.”
Derek, “kemiklerini bulmadan öldü dedin amca! Sen bıraktın babamı orada! Geldin, korktun! Ne fark eder? İki parça kıyafet gördün, koştur koştur geldin müjdeli haber verir gibi Baban öldü” dedin bana. Yalan söyledin amca, yalan söyledin!
Babam, “Evlat bilmiyordum bilsem Onu orda bırakmazdım. Ortalık zifiri karanlıktı”
Hem öfkeliydi hem de ağlıyordu. Hiç duymamıştı babamın söylediklerini. Evine gitti Derek.
Babam çok şaşırmıştı. Biz de şok içindeydik.
“Hadi kızım eve git”
Bu arada et bitti, kasaba halkı evlerine çekildi. Işıklar söndü, kapılar kapandı. Derek kim bilir ne durumdaydı… Ona göre babam, kardeşini ölüme terk etmişti. Gerçekten amcamı orada bırakıp gelmiş miydi? Cevapsız çok soru vardı.
Zor geçen bir gecenin ardından, sabah güneşi pencereye vuruyordu. Hemen kalktım, koştum. Derek’in yanına gitmiştim.
“Ne zaman gideceksin” Sordum.?
“Hazırlanayım, gideceğim hemen”.
Derek “Bak, biz kardeş gibi büyüdük. Seni sevdiğimi biliyorsun. Kendine dikkat et. Babamı savunmuyorum. Bilseydi kardeşini orada bırakmazdı.”
“Amcam sana emanet”, dedi.
Hiç duymuyordu bizi, çok üzülüyordum ama elimden bir şey gelmiyordu. Akşamüstü olduğunda güneş dağların ardına çekilmiş, gökyüzü kan rengine bürünmüştü. Derek ahırdan atını çıkardı.
Babam seslendi: “Derek! Oğlum gitme. Sana da bir şey olacak diye korkuyorum”!
Derek, atına binerken gözlerini ufka dikti: “Bugün bitiyor bu hesap”, dedi.
Babam başını öne eğdi, sadece şunu diyebildi:
“Kendine dikkat et, Derek. Kasaba halkı sana minnettar”.
Gece oldu. Kasaba halkı ellerinde tabaklarla Derek’i bekliyordu. Fırınlar yakılmış, sofralar kurulmuştu. Ama Derek dönmedi.
Rüzgâr uğuldadı, kurtlar uludu. Kasabanın üstüne ağır bir sessizlik çöktü.
Babam, “Kızım, silahımı getir”, diye seslendi.
Korkudan titriyordum. Bu saatte mi baba? Her yer zifiri karanlık. Gitme, sabah gidersin…
“Kardeşime sahip çıkamadım, bari oğluna sahip çıkayım Silahımı getir”!
Her şeyi kuşandı, atına bindi, yola revan oldu. Önce amcam, sonra Derek, sonra babam… Hepsi gitmişti. İçimde acı bir duygu vardı; giden geri gelmiyordu. Gecenin içi kurşun gibi soğuktu. Kurtların sesi yankılanıyor, yıldızlar bile sönmüş gibiydi. Rüzgârın sesi uzaktan gelen nal gürültüsüne karıştı. Kasabanın tabelası hafifçe sallanıyordu. Korku geceleri sabaha gebeydi. Bekledim, bekledim… Kimse gelmedi. Kasaba halkı çekildi evlerine, birbir gittiler ışıklar söndü. Yüreğimde acı, gözlerimde yaş eve girdim. Korkudan kapıyı kitledim, yorganı başıma çektim, yastığım gözyaşlarım ile ıslanıyordu uyuya kalmışım öylece. Sabah olunca pencereden güneş vurduğunda içimde bir umutla kapıya koştum; belki babam dönmüştür diye. Kapıyı açar açmaz o umut da dizlerimin önüne yıkıldı. Derek’in atı kapının önündeydi. Üstünde ne eyer vardı ne binici. Atın gözlerinde bir korku, bir hüzün… Üstelik yaralıydı. Herkes kapının önüne toplandı, korku sardı kasabamızı. Ama rüzgâr hâlâ o sesi taşırdı vadiden vadiye… Güneş batıya kayarken kasabamızın üstüne kızıl bir sessizlik çökerdi hep. Toz bulutunun arasından bir at silueti görünürse bilirdik ki o Derek’ti.
Ne Derek’ten ses vardı, ne babamdan iz… Ormanın derinliklerinden gelen uğultular her geçen gün artıyordu. Ufukta her türden vahşi yaratık görünür olmuştu artık. Kasabanın ileri gelenleri toplandı; karar verildi:
Kasabayı terk edecektik. Ama içimde hep o soru kaldı:
Derek’le amcama babama ne oldu?
Onları ormanda ne bekliyordu?
Bunu hiç kimse bilemeyecekti.
Ersan İnce Bey

