
Uçuşun Sessizliği
Uçak sarsıldığında kulaklarımda bir uğultu yankılandı; sanki kalbimle dışarıdaki motor aynı ritimde titriyordu. Arkadaşlarım bağırıyor, birbirlerine talimatlar veriyordu; ama ben onların seslerini duymak yerine kendi kalbimin atışlarını duyuyordum. Her bir vuruş, göğsümde bir davul gibi çarpıyordu.
Gözlerdeki Korku, Kalpteki Sükûnet
Yanımda oturan arkadaşım elini cebine atıyor, telsizini kontrol ediyordu. Göz göze geldiğimizde, ikimiz de bir şey söylemeye çalıştık ama kelimeler havada kayboldu. Sadece bakışlarımız konuşuyordu. O kısa bakışta hem korku hem çaresizlik vardı.
Kabinin içindeki kokular karışıktı: yakıtın keskin kokusu, terli üniformalarımızın ağır kokusu, hafif toz ve yağ kokusu. Burnuma dolan bu koku, beynimde her şeyi daha canlı bir şekilde hatırlattı. Sanki geçmişin tüm anıları, şu birkaç dakikada geri geliyordu.
Sarsıntı arttıkça, metalin çığlığı ve rüzgârın uğultusu kulaklarımı kesiyordu. Yanımdaki arkadaşımın dizleri titriyordu, ellerini birbirine kenetlemişti. Uzanıp tuttum elini, bir anlığına sıcaklık hissettim, küçük bir teselli gibi, ama hemen sonra her şey tekrar boşlukta kayboldu.
Başka bir arkadaşım panik içinde bağırdı; ben sadece onun gözlerindeki korkuyu görebiliyordum. Herkes bir şekilde kendini sakinleştirmeye çalışıyor, ama kabin içinde artan basınç ve savrulmalar, kontrolümüz dışında bir şeyin bizi sürüklediğini hissettiriyordu. Metalin kulaklarımızı acıtan sesi bir anlığına gerçekliği hatırlattı: buradayım, düşüyorum ve geri dönme şansım yok.
Geçmişin Parçaları
Son birkaç dakika öylesine yoğundu ki, geçmişten görüntüler birbiri ardına geliyordu. Kahvenin sabah uyandığımızda mutfağı dolduran kokusu, annemin pencereden gelen şarkı söyleyişleri, babamın hafif kahkahası… Kardeşimin odasında oynadığı oyuncakların çıkardığı minik sesler… Sokaktan gelen rüzgârın pencerelerdeki uğultusu…
Bu küçük anlar, sanki bir ömür boyunca biriktirdiğim tüm huzur ve mutluluk parçalarını bir araya getiriyordu. Bu küçük, sıradan hayat parçaları, o anda dünyanın en değerli şeyleri gibi görünüyordu. Hiç birini unutamayacaktım.
Son birkaç dakika öylesine yoğundu ki, geçmişten görüntüler birbiri ardına geliyordu. İlk görevim, ilk uçuşum, arkadaşlarımla gülüştüğümüz o anlar, eğitimlerde yaşanan küçük kazalar… Her biri sanki bu düşüşe hazırlanmış gibi kafamın içinde dans ediyordu.
Bir an, yanımda oturan arkadaşım gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. Bense ellerimi yanımdaki koltuk kenarına bastım; sert ve soğuk metale. Soğukluk bir anlığına beni uyanık tuttu, gerçek dünyada hâlâ bir bedenim olduğunu hatırlattı. Ama saniyeler geçtikçe, bu gerçeklik de eriyip gidiyordu.
Ve düşerken düşündüğüm tek şey: “Beni hatırlayacak biri olacak mı?”
Her şeyden önce, bir gün geride kalanların benim hikâyemi hatırlaması, yaşananların unutulmaması… Bu düşünce, korkunun içinde tek bir ışık gibi parlıyordu.
Şehir ışıkları uçağın altında titriyordu, dünya küçülüyordu. Ama ben onlara bakacak fırsatı bulamadan, sadece düşüyordum. Hava basıncı kulaklarımı acıtıyordu, rüzgâr yüzümü kesiyordu. Her nefes, göğsümde bir dağın ağırlığını taşımak gibiydi. Ama yine de zihnimde bir yerlerde hafif bir huzur vardı; geçmiş, şimdi ve düşüş aynı anda bir anlam kazanıyordu.
Sessizliğin Ardında
Gökyüzü kapanıyor, yavaşça kararıyordu. Parlak bir yıldız belirdi uzakta. Sanki bana bakıyordu. Artık düşerken kalbimde bir umut taşıyordum: bir gün, birinin beni hatırlayacağı bir an olacak.
Bir önceki yazımı da buradan okuyabilirsiniz. → Sessizlikte Büyüyen Duygular
Farklı yazılarımı buradan okuyabilirsiniz. → https://rotasizmasallar.blogspot.com/


