Korkusuzca büyümek istiyorum bugünlerde,
Aşabilmek aydınlığımı saklayan dehlizleri.
Çünkü bir süredir koca bir çınarın gölgesindeyim;
Sessiz sedasız, tembel ve uyuşuk.
Korkusuzca büyümek istiyorum bugünlerde,
Duygularımı kaybetmeden ama anlayarak yavaşça.
Çiçek açan badem ağaçları rüyamda bana sesleniyor,
İkinci şansları hatırlatıyorlar bana.
Her gün yeniden keşfetmek kendimi,
Korkusuzca, ama hissederek içimdeki çocuğu.
Keşke şu anda sapabilsem başka bir yola,
Bir kenara atarken elimdeki seyir defterini, başlayabilsem kavak ağaçlarına doğru bir yolculuğa.
Belki o zaman vurur güneşin iç ısıtan sıcaklığı kalbime.
Üşüyorum çünkü bugünlerde ve hâlâ oturuyorum bir çınarın gölgesinde.
O sıcaklığı arzuluyorum, eski ben ömrünü tamamladı çünkü.
O sıcaklığı arzuluyorum; arzuluyorum sayesinde yeniden doğabilmeyi, bir Anka kuşu gibi.
İntiharî ateş,
Mahzun bir yüz aynada,
Bakıyorum tek tek kaybolan sabun baloncuklarına,
Sonra geçiyorum pusula çıkartmalarıyla kapladığım günlüğümün başına.
Düşüncelerim asil ama pratikte zayıflar.
“Geçmişte kalamayan benliğimin kusurları yüzünden,” diye düşünüyorum.
Korkuyorum hâlâ; farklı olmaktan, dışarıda kalmaktan.
Bir yandansa korkuyorum tamamlanmış bir ürün olmaktan.
Bazen alıp başımı çıkıyorum ve seyrediyorum en sevdiğim kafemin yanındaki Arnavut kaldırımında yürüyen insanları;
Kendilerine olan sarsılmaz inançları söküp alıyor bilinmezin ve keşfetmenin coşkusunu içlerinden.
Rushmore Dağı’nın tepesindeler hepsi, büyük bir bütünlük hissiyatı var içlerinde.
Hayal edemiyorum bense kendimi orada, o rakımda.
Boğuluyorum oksijen azlığından.
“Bütünlük zarar,” yazıyorum deri kaplamalı günlüğüme,
“Parçalanmaksa hayal.”
Dağılmazsam bulamam ki dehlizlerimin içerisinde, karanlıkta ağlayan çocukluğumu.
İşte bu yüzden aydınlığa takıntılıyım belki de:
Bulmak kendi kavak ağacımı ve uzaklaşmak uzun zamandır maruz kaldığım çınar ağacının gölgesinden.
Dün gece bir rüya gördüm, düşündüm uzunca bunu.
Uyuyakalmışım en sevdiğim yazarımı okurken.
Hissedebilmek için iğneyle yaptırdığım yeni dövmem girdi rüyama tekrardan:
Çakıllı bir yokuş, sigara izmaritleriyle dolu.
Metanetle itiyorum o büyük ve ağır kayayı…
Düşüncelerim asil ama pratikte zayıflar.
Onlar, bir insanın ruhuna dokunurken, sadece başka bir ruh olabilmek istiyorlar.
Ama yapamıyorum, kalamıyorum kendimden gayri o kadar uzun.
Çünkü iki farklı benlik saklı yapayalnız kendimde.
Biri çocuk hâlâ, diğeriyse alıştı yetişkinlerin dünyasına.
Birinin hâlâ gözleri dolarak izliyor eski kaset kayıtlarını; “Neredeymiş benim fok balığım?” diye seslenirken babası ona, hıçkırıklar televizyonun sesini bastırıyor.
Diğeriyse çok öfkeli, çok kızgın o iyi kalpli ama sorumsuz adama.
Biri her uğur böceği görüşünde mutlu oluyor; diğeriyse kaybettiklerini anımsıyor her kelebek görüşünde, çıkmasın istiyor kelebekler krizalitlerinden.
Ömürleri bir parfüm kokusu kadar çünkü; tek farkları, onlar uçup birleşemiyorlar gökyüzünün alaca mavisiyle.
İşte öyle.
Hassas bir kalple yaşayan bir rasyonalist olmak ne kadar zorsa,
Ben olmak da o kadar zor geliyor artık bana.
Eski ben ömrünü tamamladı, ama en eskisi duruyor hâlâ o karanlık dehlizlerimin içerisinde, dağılmış parçalarıyla.
Yazmaya devam ediyorum hâlâ, artık bitmek üzere olan deri kaplamalı günlüğüme:
Çelişkiler yoruyor ama hayattayım bir gün daha.
Çevirirken kalan takvimin eskimiş kâğıt yapraklarını, hep bir sonbahar yaşıyorum yazla kış arasında.
Arıyorum cevabı sadece bende bulunan gerçekleri tüm çıplaklığıyla…
Korkusuzca büyümek istiyorum bugünlerde,
Duygularımı kaybetmeden ama anlayarak kendimi.
Çiçek açan badem ağaçları rüyamda…
Ama hâlâ korkuyorum dönmeye çocukluğuma.



